Tarih
Giriş Tarihi : 25-06-2017 10:17   Güncelleme : 25-06-2017 10:17

500 Yıl Süren Bir Osmanlı Geleneği: Sürre Alayı

Osmanlı sultanları 'Hâdimü’l-Haremeyn eş-Şerîfeyn' (Haremeyn’in Hizmetçileri) unvanını almalarıyla birlikte bu yolda faydalı olan ne yapabilirim derdine düşmüşler ve hadimi oldukları beldelere çok güzel katkılar sağlamışlardır. Kutsal olan Hicaz bölgesi ve Kudüs çevresi elbette en özel tutulan bölgelerdi. Betül Şatır, Sürre Alayı'nı (Sürre-i Hümayun) yazdı.

500 Yıl Süren Bir Osmanlı Geleneği: Sürre Alayı

Ecdadımızın nezaket ve hassasiyet içerisinde gerçekleştirdiği sayısız güzel adetleri var. Toplumun tüm bireylerine yardım ve güven taşıyan birçok girişimin ve faaliyetin günümüzde hâlâ benzeri olmayan detayları barındırdığı bir gerçek. Göçmen kuşlara kadar uzanan saray adetlerinden belki de en dikkat çekeni Sürre Alayı’dır.

Osmanlı sultanları “Hâdimü’l-Haremeyn eş-Şerîfeyn” (Haremeyn’in Hizmetçileri) unvanını almalarıyla birlikte bu yolda faydalı olan ne yapabilirim derdine düşmüşler ve hadimi oldukları beldelere çok güzel katkılar sağlamışlardır. Kutsal olan Hicaz bölgesi ve Kudüs çevresi elbette en özel tutulan bölgelerdi.

Osmanlı Devleti’nin yıkılışına kadar devam eden güzel geleneklerinden biri olan Sürre-i Hümayun, her sene Hac mevsiminden önce Mekke ve Medine halkının ihtiyaçlarını karşılamak için gönderilen para ve hediyelerden oluşmaktaydı. “Sürre”, para kesesi manasına gelen Arapça bir kelimedir. Haremeyn’e gönderilen para, altın ve hediyelere bu ad verilmiş, bunun için yapılan özel merasime de “Sürre Alayı” denilmiştir.

İlk defa Sürre gönderen hükümdar Çelebi Mehmet

Bu yardımın yola çıkması asırlarca “Sürre Alayı” adlı bir merasimle yapılmıştır. Mekke ve Medine’de dağıtılan bu yardımlar, Arapların Türklere karşı sevgi ve minnet duymalarına sebep olmuştur. Bu şekilde Sürre-i Hümayun geleneği İslam toplumunun kaynaşmasında da önemli bir rol oynamıştır.

Osmanlı Devleti’nde ilk defa Sürre gönderen hükümdarın Çelebi Mehmet (1413- 1421) olduğu şeklinde genel bir kanaat bulunmaktadır. Bu padişahın babası Yıldırım Bayezid (1389-1402)’in de 791/1389 yılında Mekke ve Medine halkı için 80 bin altın gönderdiği tespit edilmiştir.

Tarihi dokümanlara bakılınca sadece nakit para değil gıda yardımının da Sürrenin kapsamına girdiği anlaşılmaktadır. Sürrelerin miktarını ve dağıtılacak yerleri belirten defterler Defterdarlık içindeki Haremeyn Mukataası Kalemi’nde yazılır ve kayıtları burada tutulurdu. Sürrenin gelir kaynağı, devrin sultanının gönderdiği özel hediyelerden ve Haremeyn’e tahsis edilen vakıf gelirlerinin şarta uygun olarak toplandığı vakıf tahsisatından oluşuyordu. Sürrenin bir kısmı olan özel hediyeler, padişaha ait olan Ceyb-i Hümayun Hazinesi’nden karşılanırdı. Sultan III. Murad (1574-1595) zamanında Medine’ye 196, Mekke’ye 87 ve Kudüs’e 11 keseden oluşan nakit para yollanmıştı.

Sürre-i Hümayun için özel bir merasim yapılırdı

Teşrifat kaidelerine büyük önem verilen Osmanlı Devleti’nde Surre-i Hümayun’un yola çıkması sebebiyle özel bir merasim yapılırdı. Öncelikle bu işten sorumlu olan “Surre Emîni” adlı bir görevli tayin edilerek sadrazam huzurunda kendisine “hilat” giydirilirdi. Receb ayının 12. gününde İstanbul’dan çıkması gereken Surre Alayı için Dârü’s-Saâde Ağası tarafından Defterdar, Reîsü’l-Küttâb ve Nişancı’ya davetiye yollanır, Sadaret Kethüdası da diğer bulunması gereken zevatı davet ederdi. Davetliler, Topkapı Sarayı’ndaki Kubbealtı önünde toplandıktan sonra Mekke Şerifi’ne gönderilecek mektup ile Surre-i Hümayun torbaları hâfızların okuduğu Kur’ân-ı Kerîm eşliğinde padişah huzurunda mühürlenerek Sürre Emini’ne teslim edilirdi. Bundan sonra padişahın hediyeleriyle nâmesinden oluşan mahfil-i şerifi taşıyan deve başta, Sürre torbalarının yüklendiği diğer deve ve katırlar arkada yola çıkılırdı.

 

Sarayın orta kapısı olan Bâb-ı Hümâyûn’dan çıkan alay ve Sirkeci’deki Kireç İskelesi’ne gelirdi. Oradan Kaptan Paşa’nın hazırlattığı çektirilere bindirilen Sürre Alayı Üsküdar’a geçer ve Mekke-i Mükerreme’ye kadar kara yoluyla giderdi. (Mekke'ye gitmek üzere yola çıkan Hacı kafileleri ve Surre alaylarının da burada toplaşıp uğurlandığı da bilinmektedir. Rivayete göre şehirden ayrılan kafileler son olarak buradan uğurlandığı için çeşmenin adı Ayrılık Çeşmesi olarak halk diline yerleşmiştir.) Mekke Emiri tarafından padişahın mektubu Mina mevkiinde okunduktan sonra Sürre torbaları içindeki paralar defterde yazıldığı şekilde dağıtılırdı. Haccın bitimini müteakip Sürre Emini, Mekke Emiri’nin padişaha yazdığı cevabi mektup ve hediyeler ile beraber İstanbul’a dönerdi.

İnceliklerden oluşan bu törenin günler öncesinden hazırlıkları olurdu. Hediyeleri götürecek kimseler seçilmeden önce iyice araştırılırdı. Namaz konusunda hassas olmaları, güvenilir olmaları konuları titizlikle ele alınırdı. Alayda bulunacak develer en güzel develer olarak belirlenirdi. Deve kutsal topraklara gidecek diye süslenir, giydirilirdi. Altın ve gümüşler torbalara doldurulur, ağzı bağlanır ve mühürlenirdi. Devenin çanları çalınır, önce bir saray bahçesinde gezdirilir, sonra Üsküdar’a uğurlanırdı. Sürre Alayı'na İstanbul’dan ve geçtiği güzergâh üzerinden hacı adayları da katılırdı. Alay Şam'a gelince sürrenin teslim edilmesinden sorumlu olan sürre emini, emanetini Şam Beylerbeyi’ne teslim eder; Emir'ül hac konumundaki Şam beylerbeyi yolun kalanında emanetin tesliminden, Mekke’ye varınca da dağıtılmasından sorumlu olurdu. Mekke şerifinin dua ve teşekkürlerini içeren mektubu müjdeci başı aracılığıyla padişaha ulaştırırdı. Tanzimat’a kadar Üsküdar’dan hareket eden alay, 1839'dan (Tanzimat'tan) sonra Dolmabahçe ve Yıldız saraylarından yola çıkarılmaya başlanmıştır.

Demiryolu da kullanıldı

Sultan II. Abdülhamid (1876-1909)’in gayretleri sonucunda yapılan Hicaz demiryolunun açıldığı 1908 yılından başlayarak 1916’ya kadar Sürre Alayı Haydarpaşa’dan demiryoluyla gönderilmişti.

Bütün Müslümanların gönüllü yardımı ve Alman ve Türk mühendislerin çalışmasıyla 1901-1908 yılları arasında tamamlanan Hicaz demiryolu, Sultan II. Abdülhamid’in İslâmcı politikalarının en büyük anıtı olarak kabul edilmektedir. İslâm âlemi için büyük bir hizmet olan bu demiryolu vâsıtasıyla Sürre Alayı en son 1916’da Medine’ye kadar gidebilmiş, 1917 ve 1918 yıllarında ise Şam istasyonunda yolculuk noktalanmıştı.

Son olarak kayıtlarda 1919-1922 yılları arasında Haremeyn fukarasına yine Sultan Vahîdüddin tarafından sadaka dağıtılmıştır.

1918’de bu gelenek sona erdi

Sürreler vesilesi ile Osmanlı padişahları Halîfe sıfatına dayanarak Haremeyn’e hizmet etmişlerdir. Böylece onların gayretleriyle Haremeyn, sonuna kadar ihtirâm ve ikrâm ile ziynetlendirilmiştir.

Surre-i Hümayun geleneği İslam toplumunda kaynaştırma rolü de görmüş, bu da Osmanlı Devleti’nin idari başarısını ve İslam’ın muhafızlığı rolünü pekiştirmiştir. Bundan dolayı, Mısırlı meşhur âlim Abdülaziz Çâviş (1876-1929), Osmanlı padişahlarının halifeliği hak ettikleri düşüncesinin bütün Müslümanların kalbinde yerleşmiş kesin bir inanç olduğunu zikretmektedir.

Surre yardımının altında yatan en önemli bir etken de Kur’ân-ı Kerîm âyetleri ve hadîs-i şerîflerde sıkça geçen infâk emridir. Bakara Sûresi’nin 3. âyetinde Müslümanların sıfatları sıralanırken; “Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.” denilmektedir. İşte Osmanlı pâdişâhları da kendilerine lütfedilen büyük zenginliği boşa harcamayarak kurdukları Haremeyn vakıfları vâsıtasıyla, ikram edilmeye en lâyık olan Mekke, Medîne ve Kudüs ahâlîsi için mallarını Allah yolunda harcamışlardır. Padişahların Sürre gönderdikleri Müslümanlardan tek beklentileri o mübarek yerlerde kendileri için duâ etmeleriydi. Ayrıca Mekke ve Medîne’de muhtaç durumda çok kimsenin olması ve oralarda Hz. Peygamber’in neslinden gelen seyyid ve şeriflerin bulunması da Sürre göndermenin önemli bir sebebidir. Osmanlılar seyyid ve şeriflere karşı büyük bir muhabbet ve saygı beslediklerinden dolayı, onların yaşadığı en önemli yerlerden biri olan Haremeyn’e ellerinden gelen her yardımı yapmışlardır.

Surre-i Hümâyûn geleneği, bugünkü Arap ülkelerinde yaygın olan Osmanlı Devleti’nin kendilerini sömürdüğü ve geri bıraktığı şeklindeki yanlış düşünceleri de çürütmektedir. (Avrupa ve Amerika’da Ortadoğu ile ilgili olarak oryantalist bir bakış açısıyla yapılan çalışmalar, sömürge emellerine hizmet etme amacını taşıdığından, Arap ülkelerindeki Osmanlı hâkimiyetini hep kötülemişlerdir.)

1918'de (Birinci Dünya Savaşı sırası) yola çıkarılan kervanın Şam'dan İstanbul’a geri gönderilmesi üzerine Sürre geleneği de sona ermiştir.

Betül Şatır

http://www.dunyabizim.com

 

adminadmin