Güncel
Giriş Tarihi : 11-08-2017 10:17   Güncelleme : 11-08-2017 10:17

Abdülhamid Kayıhan Osmanoğlu: Onların Esas Derdi İslam’dır

“Sürgün” isimli kitabıyla Osmanlı Hanedanı’nın zorlu yıllarını kaleme alan Şehzade Abdülhamid Kayıhan Osmanoğlu, günümüzdeki Osmanlı düşmanlığının en büyük sebebinin İslam düşmanlığı olduğunu belirterek, “Osmanlı, dini kurallarla büyük bir medeniyet kurulabileceğinin canlı örneğidir.” dedi.

Abdülhamid Kayıhan Osmanoğlu: Onların Esas Derdi İslam’dır

Osmanoğlu Hanedanı’nın sürgün yıllarının ardından Türkiye’de doğan ilk şehzadesi ve Sultan Abdülhamit Han’ın 4. kuşak torunu Abdülhamid Kayıhan Osmanoğlu, geçtiğimiz mayıs ayında piyasaya sürülen “Sürgün” isimli kitabıyla büyük ses getirmişti. Sultan 2. Abdülhamid Han ve hanedan ailesinin sürgün yıllarında yaşadığı acı olayları bütün çıplaklığıyla kaleme alan şehzade Osmanoğlu ile hem kitabı hem de Osmanlı Devleti üzerine konuştuk:

Kitabınıza sarayda çıkan bir yangın ile başlıyorsunuz. Sarayda çıkan yangının yanı sıra devlet içerisindeki kıvılcımlardan da söz ediyorsunuz. Devlet içerisindeki yangın henüz başlamadan önce kendini gösteren hadiseler hakkında neler söylersiniz?

Evvela şunu söylemek gerekir. Sultan 2. Abdülhamid Han’ın hangi devirde yaşadığı ve ondan önce Osmanlı’nın nasıl bir durumda olduğu iyi bilinmelidir. Sultan Abdülhamid tahta çıktığında Osmanlı İmparatorluğu büyük bir bunalım içindeydi. 1871’de Âli Paşa’nın ölümünden sonra saray ile Bâb-ı Âli arasındaki çekişme alevlenmiş; 1875’te devlet borçlarını ödeyemez hale düşerek ‘Muharrem Kararnamesi’ ile moratoryum ilan etmiş; Rusya’nın başını çektiği Panslavizm akımının etkisiyle Balkanlar’da ulusal ayaklanmalar baş göstermişti. Yurt içinde meşrutiyet yanlısı görüşler güçleniyor, hatta padişahlığın tasfiyesiyle cumhuriyet ilânı fikri tartışmaya açılıyordu. Sultan Abdülhamid, Hân’ın tahta geçmeden Mithat Paşa’ya verdiği taahhüt uyarınca 23 Aralık 1876’da, ilk Osmanlı anayasası olan Kanun-ı Esasî’yi ilan etti. Meclis-i Mebusan ve Ayan Meclisi üyelerinden oluşan ilk meclis 19 Mart 1877’de açıldı. Böylece I. Meşrutiyet dönemi başladı. Padişah ile meclisin ülkeyi birlikte yönetmesi ilkesine dayanan anayasayla yargı bağımsızlığı ve temel haklar güvence altına alınmasına rağmen egemenliğin esas kaynağı yine padişahtı.

ABDÜLHAMİD’İN KARŞI OLMASINA RAĞMEN SAVAŞA GİRİLDİ

Rusya’nın Balkanlar’da ıslahat için verdiği tekliflerin 12 Nisan 1877’de İbrahim Ethem Paşa hükümeti tarafından reddedilmesi üzerine 93 Harbi olarak bilinen Osmanlı-Rus Savaşı patlak verdi. Abdülhamid’in karşı olmasına rağmen Mithat Paşa, Damad Mahmud Paşa ve Redif Paşa gibi devlet adamlarının ısrarlarıyla girilen savaşta Rus orduları Balkan ve Kafkas cephelerinde Osmanlı kuvvetlerini bir dizi yenilgiye uğratarak doğuda Erzurum’u, batıda ise Bulgaristan’ın tamamı ile Trakya’nın İstanbul surlarına kadarki kısmını işgal ettiler. Ve böylece yangın başladı.

Abdülhamid Han tahta çıktığında Osmanlı’nın içerisinde bulunduğu vaziyet hakkında neler söyleyebilirsiniz?

93 Harbi denilen 1877-1878 Osmanlı Rus Harbi de Osmanlı üzerinde çok yıkıcı bir etki yaptı. Felaketin büyüklüğü Sultan Abdülhamid’in savaşı olabildiğince uzak tutması için yeni politikalar benimsemesi düşüncesine yöneltti. Sultan Abdülhamid tahta çıktığında kendisini bu savaşın içerisinde buldu. Mithat Paşa ve ekibinin sebep olduğu 93 Harbi felâketinin neticesinde Rumeli’de kaybedilen topraklardan pek çok Müslüman halk, muhacir durumuna düşmüş ve İstanbul’a sığınmıştı. Savaşın dehşet sonuçları herkeste şok etkisi yaratmıştı. Kars’ta Ahmet Muhtar Paşa, Plevne’de ise Gazi Osman Paşa’nın gösterdikleri başarılara rağmen sonuçta savaş Rusların zaferiyle bitmişti. Plevne’nin teslim olmasından sonra hızla Edirne’ye inen Ruslarla 3 Mart 1878’de Ayestefanos antlaşması yapılmıştı.

ÇOCUK, KADIN, YAŞLI DEMEDEN PEK ÇOK MÜSLÜMAN ŞEHİT EDİLDİ

Sultan II. Abdülhamid Han’ın tahta çıktığı sene olan 1876’da, Bulgaristan, Bosna-Hersek, Karadağ ve Sırbistan’da milliyetçi Slavlar çoluk çocuk, kadın, yaşlı demeden pek çok Müslüman’ı acımasızca şehit edilirken sanki suçlu Osmanlıymış gibi Avrupa kamuoyu Osmanlı Devleti aleyhine tek taraflı olarak propaganda yapmaya başlamış ve bunun üzerine kendilerine ‘Büyük Devletler’ diyen bir takım devletler hemen olaya müdahil olarak İngiltere’nin teklifiyle İstanbul’da bir konferans düzenlenmesini istemişlerdi. İstanbul’da Haliç Tersanesi’nde Bahriye Nezareti’nde toplanan Tersane Konferansı’nda Osmanlı Devleti’ne kabul edemeyeceği teklifler sunmuşlardı. Bir taraftan dış ülkeler bir taraftan da bu ülkelerin içimize yerleştirdiği devletin üst kademelerine kadar gelmiş olan insanlar bu zor zamanları daha da zor hale getiriyordu.

Kitabınız yalnızca Abdülhamid’i değil, hanedanın sürgün yıllarını da konu alıyor. Abdülmecid’in sürgün kararı karşısında “Ben hain değilim” sözüne istinaden hanedanın Türkiye’den sürgün edilmesi süreci hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Şehzâde Selim Efendi’nin kızı Emine Nemîka Sultan’ın sözü bence bu sualinize güzel bir cevap oluşturur. Şöyle demişti Nemîka Sultan: “Bir gece çamaşırlarımızı dahi alamadan bu memleketten nasıl kovulduğumuzu düşündükçe fena olurum. İnsan hizmetçisini bile kovarken eşyalarını almasına müsaade eder. 600 senelik bir ailenin bu memlekette hiç mi hakkı yoktu? Osmanlı Hânedanı’na mensup kızlar ve kadınlar, atıldıkları Avrupa memleketlerinin kendilerine yabancı olan şehirlerinde açlıktan kıvrandılar, süründüler; fakat namuslarından asla fedakârlık etmediler.”

HANEDANIN SÜRGÜNÜ TÜRK-İSLAM TARİHİNDE YENİ BİR SAYFA AÇTI

3 Mart 1924 tarihinde halifeliğin ilgası ve hanedanın sürgün edilmesi Türk-İslâm tarihinde yeni bir sayfa açılmasına vesile oldu muhakkak. Müslümanların en eski kurumu olan halifelik kaldırıldı; ayrıca tarihin en uzun ömürlü hânedanlarından Osmanlı hanedanının yaklaşık olarak 200 ferdi, vatandaşlıktan çıkarılarak vatan toprakları dışına sürüldü. Bu, yaşlısından beşikteki bebeğe kadar hepsi için sıkıntılı bir hayatın başlangıcı oldu.

Abdülhamid Han’ın sürgün yılları, Beylerbeyi Sarayı’nda geçirdiği günler ve zorluklar hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Hilafetin kaldırılmasının hemen ardından bilhassa Arapların kendi hilafetlerini ilan etme arayışına girdiğini görüyoruz. Hilafetin kaldırılmasından bir gün sonra 5 Mart 1924’te İngiliz siyasetine de uygun olarak Hicaz Kralı Hüseyin halifeliğini top atışlarıyla ilan etti. İngilizler Türkler’in hilafetini destekleyen Hint Müslümanlarına karşı halifeliğin Arap soyundan olması gerektiği tezini savunuyorlardı. Bu arada Şam’da Hüseyin’in, Fas’ta Fas sultanının, Trablus’ta İtalyan kralının adı “Halife” unvanıyla okunmaya başlanıyor; bir dizi hilafet tartışması Arap dünyasını sarsıyordu. Böylece çeşitli ülkelerden 9 halife adayı ortaya atıldı. Artık İngiliz, Fransız ve İtalyanlar hilafet tartışmalarını kendi çıkarları yönünde istismar ediyor; kendileriyle işbirliğinde olan idarelerin hilafetini destekliyorlardı. Türklerin hilâfetini savunan, çeşitli yardım kampanyalarını organize eden “Hilafet Hareketinin” önderlerinden Muhammet Ali, “Türkler’in kendilerini kirli mendil gibi kullandıklarını dile getirerek eleştiriler yöneltiyordu. Zira dayanak ortadan kalkınca Hint Müslümanlarının hilafet hareketi bir anda çökmüş; İngilizlere karşı Hindu-Müslüman işbirliği on bulmuş ve Muhammed Ali Türkiye’ye yollamak için topladığı 105 milyon sterlin ile ortada kalakalmıştır.

1924’TEN SONRA ORTAYA ÇIKAN HALİFELER, HİLAFETE LAYIK GÖRÜLMEDİ

Güney Asya Müslümanlarının Türklere burukluğundan istifadeyle Ürdün Haşimi Krallığı Türkiye’den “Mukaddes Emanetlerin” iadesini istemiş. Ancak tüm bunlara rağmen Güney Asya Müslümanları hilafetin Haşimiler’e de, Suudlar’a da geçmesini engelleyerek Türk asıllı olmayan, 1924’ten sonra ortaya çıkan halifelerin, hiçbirini hilafete layık görmemişler. Bunu da burada zikretmekte fayda var şüphesiz.

Cumhuriyet’e geçiş döneminde ve sonrasında ne yazık ki Osmanlı devleti ve hanedan üyelerinin her daim kötü gösterilmeye çalışıldığını görüyoruz. Bu konu hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?

Okul hayatımda ‘Sen vatan haininin torunusun’ diyen bir öğretmenle okul hayatım başladı. Sonraki zamanlarımda benim soyadımı dahi bilmeyen bazı tarihçi öğretmenlerim ‘Sen tarihten ne anlarsın’ diyerek çocuk yüreğimi burktular. Ama hiçbir zaman onlara karşı ne sözlerimde ne hareketlerimde edebi aşan bir tavır takınmadım. Çünkü bize öğretilen ilk şey insanlara karşı hüsn-ü muaşeret ile davranmaktı. Bir şekilde okul hayatımıza devam ettik.

OSMANLI’YA DÜŞMANLIKLARI DİNE OLAN HİZMETİNDENDİR

Bugün Osmanlı’ya muhalefet edenlerin esas derdi İslam’dır. İslam’a olan düşmanlıklarını Osmanlı üzerinden perdelemek istiyorlar. Ama bunu pek beceremiyorlar. Osmanlı’ya olan düşmanlıkları, Osmanlı’nın dine olan hizmetinden kaynaklanmaktadır. Çünkü Osmanlı Devleti din kurallarına uyularak da büyük bir medeniyet kurulabileceğinin canlı örneğidir. Bu durum din karşıtı olanların savunduğu teorileri boşa çıkarmaktadır. Dine olan düşmanlıkları yüzünden her fırsatta Osmanlı’ya hücum etmeyi alışkanlık haline getirmeleri bu yüzdendir.

Geçmişe nazaran bugün, Osmanlı ruhu daha bilinçli bir şekilde genç nesile aktarılabiliyor mu sizce?

Osmanlı kendi zamanının tecelli ve tatbikatını yaşamış ve tarihteki seçkin yerini almıştır. Osmanlı ruhunu takip etmek geçmişe takılıp kalmak ile değil, onların ilke ve hedeflerinin özünü benimsemek ve daha da ileriye taşımak ile mümkün olabilir. Osmanlı o kadar yüksek bir medeniyet inşasında bulunmuştur ki, ardından gelenlerin gözlerini kamaştırmıştır.

BİZLER ÖVÜNÜLECEK BİR TARİHE SAHİBİZ

Osmanlı sadece milyonlarca kilometreyi bulan geniş bir coğrafyayı egemenliği altında tutmakla sınırlı kalmamış çok yüksek bir medeniyet kurarak ve sadece egemenliği altına aldığı coğrafyayı ve kültürleri değil, neredeyse bütün dünyayı etkilemiştir. Elbette ki bu kadar yüksek bir medeniyet inşası ardıllarını bir nevi komplekse de düşürmüştür. Ancak bu komplekse girmeden daha ileri neler yapılabilirim fikrî altyapısı oluşturulabilirse geleceğe dair izlenecek politikanın alt yapısı oluşturulabilir. Gençlerimize hamasete değil hakikate dayalı bir tarih bilinci aşılamanın bu konuda daha isabetli bir tercih olacağını ifade etmek isterim. Bizler utanılacak değil övünülecek bir tarihe sahibiz. Gençlerimize de tavsiyem daima hakkın ve hakikatin yanında olmalarıdır…

Dilara Hut / Diriliş Postası

 

 

adminadmin