Röportaj
Giriş Tarihi : 09-10-2016 11:00   Güncelleme : 09-10-2016 11:00

Adem özköse: kuşatma direnişle değil taarruzla kırılır!

Adem Özköse, Suriye meselesini ve Türkiye'nin içinde bulunduğu 15 Temmuz sonrası şartları Baran Dergisi'ne değerlendirdi.

Adem özköse: kuşatma direnişle değil taarruzla kırılır!

Türkiye Cerablus operasyonunda ÖSO’yla beraber hareket ediyor. Türkiye’nin birlikte operasyon yaptığı gruplar yani ÖSO’nun yapısı hakkında bilgi verebilir misiniz? Hangi gruplar hangi özellikleriyle ön plana çıkıyor? 

Türkiye’nin ortak hareket ettiği gruplar oradaki yerel gruplar. Yerel, millî özellikleri olan ve İslâmî köklerden beslenen yerel gruplar. Mesela geçmişte Irak’ta, Irak halkının yerel direniş grupları vardı. Irak İslam ordusu, Irak İslam cephesi gibi… Saddam Hüseyin asılarak şehid edildikten sonra ona yakın, kendi toplumsal gerçeğinden beslenen yerel gruplar vardı. Aynı şekilde Filistin’de de yerel gruplar mücadele içerisindedir. Tıpkı bahsettiklerim gibi Suriye’de de Esad’a karşı mücadele eden son derece etkin olan yine yerel gruplardır. Türkiye işte bu yerli ve millî karakterli gruplarla aynı safta yer almaktadır. Türkiye’nin birlikte hareket ettiği bu gruplar genel olarak Suriye’de sevilen ve milyonlarca Suriyelinin bulunduğu Türkiye’ye de yakın gruplar. Sultan Murat Tugayı gibi Türkiye’yle iyi ilişkileri olan gruplar. Bünyesinde farklı oluşumlar var; fakat kesinlikle diğer ülkelerle bilhassa Amerika’yla işi yok bunların. Biliyorsunuz daha önce Suriye’deki muhaliflerin bir kısmı ABD ile yakın ilişkilere girmiş ve belli yardımlar almıştı. Türkiye’yle aynı safta yer alanları, ABD ile iyi ilişkileri olanlarla karıştırmamak lâzım...

Tam da bu noktaya gelecektim. Çobanbey’de bazı hâdiseler yaşandı. “Fırat Kalkanı”nın Müslümanların gözündeki meşruiyetini kırmak için olsa gerek, Amerika sözde destek için asker gönderdi; fakat daha önce medyada ABD ile ilişkileri olduğu söylenen ÖSO askerleri bu Amerikan askerlerini kovdu...

ÖSO hakkında düşülen en büyük hatalardan birisi, bu genelleme hastalığı... Bizim medyamız bunu çokça yaptı; dünya medyası da öyle. ÖSO dediğimiz yapı homojen bir yapı değil. ÖSO’nun içinde birçok farklı grup var. Suriye’de kendini ÖSO olarak nitelendiren, buna rağmen diğer aynı nitelemeyi yapan gruplardan ayrı hareket eden birçok yapı var. Bir çatı yapılanma. Aslında Suriye savaşı başlamadan önce herhangi bir yapı ile bağı olmayan, halkın içerisindeki muhalifler savaş başladıktan sonra belli yapılanmalara gittiler, daha sonra ise hepsi kendisini ÖSO olarak nitelemeye başladı. Mesela diyelim ki Hazm grubu... ÖSO’nun içinde olan bir grup ve Amerika’yla bir takım ilişkilere giriyor; ama bu grup ÖSO’nun yüzde birini bile kapsamayan bir grup. Bunun üzerinden ÖSO Amerika’yla birlikte çalışıyor yaygarası koparılıyor. Bu doğru değil. Fırat Kalkanı operasyonu sırasında Amerikan askerlerinin, Amerikalı yetkililerin kovulması, çok büyük tepki görmesi de ÖSO’nun Amerikan kontrolünde olmadığını, aksine Amerikan karşıtı olduğunu gösterdi. Aslında, Suriye halkı şunun farkında: Suriye’deki bu katliamdan, bu vahşetten İran, Rusya, Esad yönetimi, Hizbullah ne kadar sorumluysa aynı şekilde Batı da sorumludur. Batı, başta ABD olmak üzere zulme sessiz kaldı. Çünkü Batı şunun hesabını yaptı; eğer Esad ve rejim düşerse buradaki tek alternatif İslamî gruplardır, Anti-Siyonist ve Anti-Emperyalist, Ehl-i Sünnet gruplar... ABD’nin bölgede çıkarlarına hizmet etmeyen, özellikle İsrail’in güvenliğine zarar verebilecek gruplar... ABD, buradaki rejimin düşmesini söylem bazında istiyormuş gibi gözükse de, rejimin yerine gelecek olanlar Müslümanlar olduğu için, eylem bazında sessiz kaldı. Suriye halkı da bunun farkında.

ABD’nin yalan üzerine kurulu bir politikası; oradaki hadiselerin arkasında olmasına mukabil bunu inkâr etmek gibi bir gelenekleri var.

Bu durum bizdeki 15 Temmuz meselesine benziyor. 15 Temmuz darbesi, FETÖ grubu eliyle icra edilmeye çalışılmış olsa da, bütün halk biliyor ki, bu işin arkasında Amerika var. Yani asıl mesele Amerika ve asıl hesaplaşılması gereken de Amerika’dır. 15 Temmuz darbesi bir Amerikan darbesidir. Nasıl bizde bütün halk bunu biliyorsa, nasıl bütün halkın Amerika’ya karşı tepkisi ve öfkesi artıyorsa, aynı şekilde bu Suriye’de de var.

Suriye halkının şu anda Türkiye’ye bakışı nasıl?

Suriye’deki gruplar açıklama yaptılar. Dediler ki; Biz Türkiye ile her şeye varız. Demek ki Türkiye’nin onlar için bir anlamı, bir mânâsı var.. Türkiye’yi istiyor, ABD’ye katiyetle karşı çıkıyorlar. Mesela Ahrar-us Şam kendini farklı bir yerde tutan tamamen İslâmî bir yapı olmasına rağmen Türkiye’yle birlikte ortak operasyona katılmalıyız” şeklinde açıklama yaptı.

Halepliler ile konuşun. Bizde bir tabir vardır ya “82. Vilayetimiz, 83. Vilayetimiz” gibi... Aslında oradaki insanların da böyle bir talepleri var. Yani Türkiye’ye katılmak istiyorlar; ama hangi Türkiye konusu da önemli. İnsanların Türkiye’ye yükledikleri bir anlam var. Türkiye hakkında hangi İslâm beldesine gidip sormuş olursanız olun aynı cevapla karşılaşacaksınız; “Türkiye şu an bütün ümmetin umududur”. Klasik tabirle, Türkiye, tesbihin imamesi konumundadır. Müslümanları tekrar birleştirecek olan Türkiye’dir.

Bir de şöyle bir şey var tabiî ki; Aramızdaki sınırları kim çizdi? Biz bu sınırları tanımıyoruz. Bu sınırları Suriyeliler de tanımıyor. Hiç bir Müslüman bu sınırları tanıyamaz. Çünkü bu sınırları Ehl-i Küffar çizdi. Bizim oradaki insanlarla hem tarihî, hem kültürel, hem de her şeyden önce bir imân bağımız var. Yani 400 sene hükmettiğimiz topraklar bu topraklar. 400 sene boyunca kendilerini İstanbul’daki Halife’ye bağlı olarak gören topraklar.

Türkiye’nin içerisine baktığımızda da İslâmî bir rejim tesis edilmiş değil. Her şeyden evvel, bizim Müslümanların umudu olmamız için içte bir kurtuluşa ihtiyacımız yok mu?

Elbette var. Türkiye zaten o manaya yaklaştıkça, kendi öz nizamımıza yaklaştıkça, İslâm dünyasının Türkiye’ye olan teveccühü artıyor. Dış politikada İslâm’dan beslenen reaksiyonlar mesela... “Van minut” çıkışı... İslâm dünyasında Türkiye’nin itibarını kat be kat artırdı. Filistin davası… Filistin davasının temeli nedir? İslam’dır. İslâm dünyasının böyle bir umut bağlamasındaki temel şey İslâm dünyasına yönelik mesajlardır. Bu yöndeki adımlar sıklaştıkça Müslümanların Türkiye etrafında toplanması ve ittifakı da fazlasıyla hızlanacaktır. 60 sene önce Türkiye’ye nasıl bakıyorlardı? Başörtüsünün yasaklandığı bir ülkeydi.

15 Temmuz’u yaşadık. Bana göre 100 yılın en önemli halk direnişlerinden bir tanesiydi. Fransız ihtilalinin tarihte hep önemli bir yer tuttuğu söylenir. Mübalağa gibi gözükebilir; fakat bence 15 Temmuz, Fransız İhtilâli’ni 10-15’e katlayacak bir halk direnişiydi.

15 Temmuz sonrasında Türkiye’de on yıllardır yapılamayan bir çok değişiklik OHAL ile birlikte çok kısa bir sürede yapılıverdi.

Kesinlikle. Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun da böyle bir ifadesi var. Müslümanların bir gecede çok uzun bir kazanım elde ettiklerine dair... 15 Temmuz’un en önemli motivasyon unsuru İslâm’dı. Bu direniş bize, milletimizin zor anlarında yalnız İslâm’a sarıldığını ve Allah’a sığındığını gösterdi. Bu zafer İslâm’ın zaferiydi. O gece biz köprüdeydik. Köprüde sabaha tekbirlerle, salavatlarla direnildi. Yani millet İslam’a yaklaştığı andan itibaren Allah kapıları açıyor. 15 Temmuz’da adeta İstanbul yeniden fethediliyormuş gibi bir his yaşadık.

Osmanlı zahirî olarak yıkıldı; fakat batınî olarak yani manevî olarak yıkılmadı. Şimdi bizim temel hedefimiz o batınî mânâyla buluşmak. Bu buluşmaya doğru gittiğimiz sürece İslâm dünyasının dirilişi de sağlanacak. Şu an, Türkiye bir takım hamleler yapıyor. O hamleler bile çok büyük bir alakanın oluşmasına sebep oluyor ki, gerçek hüviyetimize, gerçek mânâmıza kavuşsak neler olacak orasını varın siz düşünün.

Bu çerçevede Fırat Kalkanı operasyonunun mânâsı nedir?

Bu operasyonu çok anlamlı buluyorum. Şundan dolayı çok anlamlı buluyorum; artık anlamamız lazım ki biz bir varoluş mücadelesi veriyoruz. Türkiye’de yaşanan 15 Temmuz da bunun çok önemli aşamalarından bir tanesiydi. Bu bir ölüm kalım mücadelesidir. Ya olacağız, ya öleceğiz. Hep birlikte... Türkiye olursa Ümmet-i Muhammed olacak; çünkü burası ümmetin son savunma hattıdır. Burası düşerse bütün Müslümanlar düşer. Onun için 15 Temmuz’da bütün Müslümanlar sabaha kadar dua ettiler bizim için. Hiçbir şey olmasa dahî, burasının düşmemesi İslâm dünyasını motive ediyor. Manevî bir etkisi var İslâm dünyası üzerinde. Türkiye’nin bu saatten sonra, gerek Suriye’de, gerekse de başka beldelerde savunma psikolojisinden kurtulması, taarruza geçmesi lâzım. Daha önce Suriye’ye müdahale etmemiz gerektiğini söylüyorduk, karşı çıkıyorlardı. Ne oldu? Bir şey olmadı. Girdik. İnsanlar bizi tekbirlerle karşıladı. Bizim halkımızda da bir mutluluk hissi oluştu. 15 Temmuz’da bir zafer duygusu yaşadık. Zafer duygusu, arttıkça, bu millet de kendini bulacaktır. Bizim şu an buna ihtiyacımız vardır. Laiklik nasıl bizim ruh kökümüze aykırıysa, muhafazakâr korkaklık da aynı şekilde ve aynı derecede bizim ruh kökümüze aykırı bir durumdur. Bizim ecdadımız gâzâ ve fetih ehliydi. Bu millet ne kadar gaza ve fetih ehli olursa, o kadar kendini bulacak. Zaten bizim yüz yıldır, iki yüz yıldır çöküşümüzün temelinde işte bu savunma psikolojisi yatmaktadır. Laiklik ve Kemalizm nasıl bizim ruh kökümüze musallat olmuş kötü bir hastalıksa, muhafazakâr korkaklık da aynı şekilde ruh kökümüzü kemirici ve bir an evvel kurtulmamız gereken bir hastalıktır. Bizim milletimizin ruhu taarruz ve fetih ruhudur. BizAnadolu gibi bir coğrafyada yaşıyorsak, iç ve dış politikadaki tavırlarımızda da statik değil, daha dinamik hareket etmeliyiz.

Keza, Fırat Kalkanı operasyonu başladıktan sonra, Kuzey Irak’tan da “Dicle Kalkanı operasyonu” talepleri geldi. Türkiye’nin bir hamlesi bölgede nasıl bir karşılığı olduğunu gösterdi. Suriye’de nereye kadar gideceğiz, nereye kadar gitmeliyiz?

Artık milletin ortak bir kızıl elması var. Toplumun ortak hayalleri, ortak tahayyülleri var. Bayramda Karadeniz’de köyleri gezdim. Bir köyde oturup sohbet ettik, şu müthiş şeyi söylüyorlar; “Tüm ümmet bizi bekliyor”. Herkes aynı şeyi söylüyor. Bu gösteriyor ki Kemalizm’in temel paradigması yıkıldı; ulusal düşünce üzerine kurulmuş, milletten ulusa dönüştürülmüş toplum anlayışının da yıkılması gerekiyor… Bizim ümmet olduğumuz bilincinin yerleştiği toplumda, ümmetin kurtuluşuna, Allah’ın intikamına memur olmak bizim toplumumuzun kızıl elması... Bütün İslâm dünyasını birleştirmeliyiz, İslâm dünyasının sorunlarını halletmeliyiz. Mazlumları kurtarmalıyız. Toplumun kızıl elması bu. Toplumda bu oturdu. Bunu görmemiz lâzım. Toplum öz ruh ve fikir dünyasına dönünce, düne kadar, sınırların dışına çıkmaya korkan, sınır dışı dendiği zaman bir tedirginlik yaşayan bu toplum, bütün mazlumlar bizi bekliyor demeye başladı. Afrika’daki Müslümanların, mazlumların dertleriyle ilgilenmeye başladık. Şimdi bu zaman içerisinde artacak gibi gözüküyor. Devlet artık halkın ruh ve fikir dünyasında oturmuş olan, halkın fikir dünyasına hâkim olan bu kızıl elmaya göre politikalar geliştirmeli. Bakın biz bundan sonra geri çekilirsek kaybederiz. Sadece askerî olarak demiyorum, askerî olarak da böyle siyasette de böyle, tavırda da böyle... Anadolu’ya hâkim olan bu kızıl elmaya göre hareket etmemiz gerekiyor. Bu nedir? İslâm dünyasını tekrar Anadolu etrafında birleştirmek, mazlumların topraklarına musallat olan zalimlerle hesaplaşmak ki bunun başında ABD gelmektedir.

Öyleyse, dost düşman kutuplarını da çok iyi bir şekilde tayin etmemiz gerekiyor.

Kesinlikle. Siyaset bunu ne kadar dillendirmese de kralın çıplak olduğunu, asıl düşmanlarımızın emperyalizm, Amerika, İsrail, İran olduğunu bu halk çok net bir şekilde biliyor. 15 Temmuz’daki darbenin arkasında da dış güçlerin olduğunu biliyoruz. Fetullah Gülen denilen adam, netice itibariyle Amerika’nın kolladığı, Amerika’nın büyüttüğü ve Amerika’nın tuttuğu bir adam. Geçmişte bir sosyalist lider nereye sığınırdı, nerede büyütülürdü? Bir başka sosyalist ülkede büyütülürdü. Tıpkı bunun gibi burada da Amerika’nın işin içinde olduğu çok açık. Fetullah Gülen de Batı’ya zaten “Türkiye’yi işgal edin” mesajları veriyor. Bütün sosyal olaylarda her şey hesap edilir; ama bir şey vardır onu izah edemezsiniz ve o şey her şeyi şekillendirir. 15 Temmuz’da da o şey hâdiselere yön verdi. Ve millet kendini buldu. 15 Temmuz’dan sonra sokaktaki insanların yürüyüşü değişti. Adem Özköse olarak 15 Temmuz’dan sonra bakkala, manava bakışım değişti. Çünkü millet kendini buldu. Neyle kendini buldu? Millet taarruz etti. Yani düşmana karşı mücadele etti, savaştı. Yıllarca bizi biz eden, Osmanlı’yı Osmanlı eden şey neydi? Taarruz psikolojisiydi. Bu anlamda hepimiz şunu biliyoruz. Anadolu’nun zaten bir hususiyeti var. Anadolu demek Gazze demek, Anadolu demek Şam demek, Anadolu demek Afrika demek, Anadolu demek Endonezya’daki, Malezya’daki Müslümanlar demek. Bu anlamda bizim temel hesaplaşmamız da, Osmanlı yıkıldıktan sonra topraklarımızı işgal eden bu Batıcı güruhla olacaktır. Bununla bu ülke hesaplaşacak; hesaplaşmak zorundayız. 15 Temmuz bu hesaplaşmanın küçük bir kısmıydı. Hem bu ülkede hesaplaşacağız, hem de diğer İslâm coğrafyasında hesaplaşacağız. Çünkü artık Anadolu’nun kaderi bütün Müslümanların kaderidir, Anadolu’nun geleceği bütün Müslümanların geleceğidir.

Anadolu’nun kurtuluşu, aslında tüm dünya mazlumlarının kurtuluşu olacak, çünkü burada görülüyor ki dünyada haşa kendisine ilahlık atfeden bir güruh var. Her şeye kendilerinin muktedir olduğunu düşünen, kendisini insanların üzerinde gören... Mesele bunları dize getirmek. Adalet kavramı galiba yeni paradigmada anahtar kelime olacak. Bu hususta neler söylemek istersiniz?

Evet kesinlikle. Dünyada şu an adaletin, iyiliğin hâkimiyeti değil, gücün hakimiyeti var. Gücü küresel şirketler ve emperyal devletler ellerinde tutuyor. 15 Temmuz’daki mücadelemiz sadece Müslümanlar için değil, dünyanın neresinde olursa olsun tüm vatanseverler için bir direniş örneğidir. Latin Amerika’dan Asya’ya kadar herkes için... Çok farklı duygulara neden oldu. Anadolu coğrafyası şu an bu zalim dünya düzenine karşı direnişi sembolize etmektedir. Anadolu coğrafyası kan akıtan vahşilere karşı umudu, mücadeleyi simgelemektedir. Bu ruhu anladığımız sürece, Anadoluculuk ruhunu bu topraklarda hâkim kıldığımız sürece karşımızda kimse duramaz.

Üstad, Kemalizm’in en büyük zararının “idraklerimizi iğdiş etmek” olduğunu söylüyor. Üstad’ın zaten özelliklerinden biri, böyle günlerce anlatılacak şeyleri bir cümleyle ifadelendirmesidir. İdraklerin iğdiş edilmesi sonucunda, Müslümanların sorunlarını dış sorunlar olarak görmeye başlamıştık. Fakat millet kendi ruhuna döndükçe, o iğdiş edilmiş idraklerle hesaplaştıkça, bu sefer yeni bir kimlik çıkmaya başladı ortaya. Bu kimlikte taarruz psikolojisiyle, bu fetih psikolojisiyle birleştikçe millet daha da fazla kendini bulmaya başlayacaktır diye düşünüyorum. Kendi kimliğimizden uzaklaştırdılar. Ama artık bu değişiyor. Mesela Fırat Kalkanı operasyonuna milletimiz bir dış müdahale olarak bakmıyor. İnsanlar coşkuyla destek veriyor.

Operasyon açıklamasını İçişleri Bakanının yapmış olması da sanki güzel bir mesaj gibiydi.

Türkiye halkı bunun farkında… İster Balkanlarda olsun, ister Suriye olsun, ister Pakistan, tüm  Müslümanların sorunu artık Türkiye’nin dış sorunu değil, iç sorunudur. Yani Suriye meselesi de Irak meselesi de bizim iç meselemizdir. Bunu artık böyle görmek zorundayız. Yaşanan süreç bizi buna doğru götürüyor. “Bütün mü’minler kardeştir”. Bizim kitabımız bunu söylüyor. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) müminleri bir vücudun azalarına benzetiyor. Ebu’l Hasan el Harakanî Hazretleri, büyük veli diyor ki; “Türkistan’dan Şam’a kadar nerede bir mazlumun, bir Müslüman’ın ayağına bir şey batarsa o benim ayağıma batmıştır. Nerede bir mazlum bir sıkıntıyla karşılaştı o sıkıntıyla ben karşılaşmışımdır.” İslâmî düstur zaten budur.

Türkiye’nin ufacık bir hamlesi taşları yerinden oynattı, dengeleri değiştirdi. Mesela şimdi Suriye meselesinin kalıcı olarak hemen çözülmesi gerektiği konuşuluyor. Suriye meselesi çözülse bile halkımızda oluşmaya başlayan cihad ruhunu diğer İslâm beldelerinde yaşatması gerektiğini düşünüyoruz. Sizce de öyle mi?

En önemlisi muhafazakâr korkaklıkla hesaplaşmamız gerekiyor. Bugün Tayyip Bey’in İslâm dünyasında, milletin gönlünde bu kadar yer bulmasının temel sebeplerinden bir tanesi de cesaretidir. 15 Temmuz gecesi bize zaferi bu cesaret kazandırdı. Buradaki taarruzdan, cesaretten kastım bir Don Kişot’luk falan değil, bir stratejiyle birleşmesi de gerekiyor.

İdarecilerin de artık halkın bu isteği doğrultusunda daha hızlı, ivedi adımlar atması gerekiyor, yoksa bu selin altında onlar kalır.

Siyasîlerin ezilmişlikten, komplekslerden sıyrılması lâzım. Bir adam bunu yendi ve dünya siyasetine etki etti. Bu İnşallah bütün siyasete sirayet ettikçe Türkiye’nin önünün de açılacağını düşünüyorum. Bölgesel güçten, küresel güç olmaya doğru gitmeye başladık. Bağımsız politikalar geliştirmeye başladık. Bu tabiî emperyalistleri rahatsız etti ve bizi kuşatmaya kalkıştılar. Bakın kuşatmaya karşı yapılacak şey direniş değildir. Kuşatma direnişle kırılmaz. Kuşatma taarruzla kırılır. Onun için Fırat Kalkanı operasyonunu da o anlamda geç kalınmış bir taarruz hamlesi olarak değerlendiriyorum. Bu genişletilmeli. Nasıl ki Suriye’de ve diğer İslâm beldelerinde ABD istenmiyorsa, Anadolu’da da istenmiyor ve inşallah Anadolu’dan da kovulacak.

Son olarak önemli gördüğünüz ve eklemek istediğiniz bir husus var mı?

15 Temmuz bir denemeydi. Türkiye açısından bundan sonrasının önemli olduğunu düşünüyorum. Asıl mücadelenin şimdi başlayacağını düşünüyorum. Burada şu da çok önemli, şunu da kaçırmamamız lazım; darbe girişimini püskürtüyorsunuz, bundan sonra ne yapacaksınız? Türkiye’de artık halkın öz değerleriyle barışık bir düzen kurulması gerekiyor.

Vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Ben de teşekkür ediyorum.

Baran Dergisi 507. Sayı

adminadmin