Kültür
Giriş Tarihi : 04-11-2018 17:00   Güncelleme : 04-11-2018 17:00

Ahmet Kaya bizden bir parçadır!

Ahmet Kaya bizden bir parçadır!

Ahmet Kaya’yı sadece “solcu devrimciler” sevmedi bu ülkede. İslamcısından komünist partilisine, ülkücüsünden Alevi’sine, köylüsünden şehirlisine kadar birçok insan sevdi. Zeki Bulduk, Ahmet Kaya'yı yazdı.

Son röportaj

Kimi ölümler vardır, öleni tam olarak tanımasak da hüzünlendirir bizleri. Uzak bir akrabamız ölmüş gibi, sanki küçükken bize bir şeker almış bir amca ölmüş gibi gamlanırız.

Ahmet Kot’un hazırladığı İstanbul dergisi vardı; Ahmet Kaya'nın ülkeyi terk etmesinden kısa bir süre önce son röportajlarından birisini Ayşe Önal bu dergide yapmıştı. Ahmet Kaya, bu söyleşide içinden geldiği gibi konuşmuş; Cuma namazına gitmesinden daha doğal ne olabileceği, başörtülü kızları desteklemesinin insanî görevi olması, aile sevgisi gibi konularda çok içten cevapları vardı Kaya’nın. Andığım röportajı okuyana kadar Ahmet Kaya şarkılarının neredeyse tamamını birçok kere dinlemiştim; Attila İlhan’ın “Cinayet Saati” şiirini yorumlaması dışında. Zaten o yorumuyla da Antalya’da davalık olmuştu sanırım.

Darbeler müziksiz olmaz

12 Eylül darbesinin ülkemize attığı kazıkların başında yorumcular gelir. (Kelime oyunu yaparsak eğer 28 Şubat’ın attığı en büyük kazık da sanal yorumun zincirini kırması olsa gerek.) Bu yorumcuların başında, hiç kuşkusuz bir vakitler hafif batı müziğiyken zamanla pop müziğin minik serçesi Sezen Aksu gelir. “Savaşma seviş!” sloganının ülkemde en cıvık haliyle yeniden tezahürü olan ve “bencil” bir dile yaslanan şarkı sözleriyle günümüzün bilirkişisi olan yorumcular gelir. Arabeskin en varoş hali, popun en ucuz şekli 12 Eylül’le adeta koskoca ülkeye pompalanır. Alelâdelik ve bencillik barajlarının kapakları tümden açılır.

Bu dönemde, “protest” bir dille, Attila İlhan, Nazım Hikmet, Ahmed Arif, Orhan Kotan ve son dönemde hem kendinin hem de Yusuf Hayaloğlu’nun şiirlerini “havalandırır”, sazının tellerine bağlar Ahmet Kaya. Protesto yoluna çıkmak da “cunta”ya bir şekilde haraç ödemekle mümkündür. Bunun için de Sıvastapol Marşı ve Cenk Marşı’nı darbe sonrasında kasetine almış, bir şekilde “askerlerin gözünü bağlamıştır.” Asıl, şarkı bu adımlardan sonra gelmiştir.

O aşk tanıdık bir aşk

Aşk, bencil bir aşk olmaktan öte, sorumluluk sahibi insanın aşkıdır. Devrimcinin aşkıdır. Düşüncesi daima önce gelen adamın aşkı vardır Ahmet Kaya şarkısında. Sevgilisinden bıktığı için değil de bir hesaplaşması olduğu için gider kahramanlar. Bir şekilde ekmek kavgasında olan, karın tokluğuna çalışan adamın sesi yükselir aşk mısralarından. Oğul, uşak, bir de karısı adamı evinden kovar o şarkılarda. Zira ekmek getiremeyen adam adeta kendi bileklerini kemirir mısraların tam ortasında. Tezgahtar Nebahat’in aşkı öyle ulaşılmaz bir aşk değildir, ama Nebahat bir tezgahtardır ve kime âşık olursa olsun âşık olduğu peri ülkesinin padişahının oğludur! Mavi bir otobüse binip giden kız, gönül eğlendirmeye değil, fabrikada türün sarmaya gitmektedir! Bu insanların aşkları pop-art zamanlarda epey gerici bir çehre sergiler. Oysa, Ahmet Kaya şarkılarında, bu insanların kalplerinin nasıl attığı, nasıl canlarının yandığı, nasıl da sımsıcak ve samimi bir duruşları olduğu anlatılır.

Devrim solun tekelinde değildir

Devrimcilik, Ahmet Kaya şarkılarının omurgasıdır. Yıllar boyunca, “aman anarşik olma oğlum!” diyerek kulağımızı iyice pasifize etmeye çalışan analarımıza, Ahmet Kaya şarkılarındaki delikanlıların diliyle şafak vakti türküler söyleyerek cevaplar verdik. “Anarşik” olmaya giderken ellerimiz kollarımız bağlandığında, kanımız deli deli akarken o şarkılardaki çocuklar gibi sabah ezanıyla evden çıktık. Bir bilinmeze değil (Halit Kıvanç, Barış Manço’nun ölümünün ardından, “Barış! Bilinmeze gidiyorsun!” diye seslenmişti. Eh, ‘ahiret’ olmayınca lügatinde amcamızın), ülke sevgisi için, delikanlılık için, direnmek için, insanca yaşamak için, inandığımızı yaşayabilmek için çıkıyorduk o şarkıların tınısıyla sokaklara.

O, başkalarının da varolma hakkı olduğunu bilen bir insandı

Ahmet Kaya ile ilgili yazarken başlıkları çoğaltmak mümkün. Coşku, hüzün, insan, sevgi ve daha başka yüreğimizin tellerini titretecek çok kelime var. Ancak en dokunaklısı ise şarkısında da dediği gibi, “ya beni de sararsa memleket hasreti” dizesi olsa gerek.

Ne İsa’ya ne Musa’ya yaranamamaktır Ahmet Kaya olmak. Hem İsa’nın hem de Musa’nın peşindekilerin çok sevdiği ama çok taşladığı bir âdem olmaktır Ahmet Kaya.

Muhsin Kızılkaya, Mehmet Uzun için yazdığı kitabında anlatır: Bodrum’dadırlar. Ahmet Kaya’nın misafiridirler. Şehre inerken çevirme vardır. Araçtakiler ne yapacaklarını şaşırırlar. Zira, Mehmet Uzun’un DGM’de davası vardır ve aracın içindedir. Polis, aracı durdurur. Evrakları ister. Araçtakilerin kalbi ha durdu ha duracak. Evraka bakınca direksiyondaki adama lambayı doğrultur, bakar: “Ahmet Abi sen misin?” der. “He, benim gardaş!” deyince Ahmet Kaya, polis, arkadaşlarına seslenir: “Gelin lan buraya, Ahmet Kaya burada!” Ayaküstü muhabbet, “Ahmet Abi” sevgisi çıkar ortaya memleketim insanının.

Sevenin çoksa sevmeyenin de çoktur

Ahmet Kaya’yı sadece “solcu devrimciler” sevmedi bu ülkede. İslamcısından Komünist Partili’sine, ülkücüsünden alevisine, köylüsünden şehirlisine kadar birçok insan sevdi. O ise, bugün resmen anadilinde yayın yapan bir kanalın olduğu ülkesinden, “anadilimde klip çekeceğim” sözü üzerine ayrılmak zorunda kaldı. Memleket hasreti çekerek öldü. 10 yıl önce ölümcül yasak kabul edilen, bugün ise serbest olan bir halden dolayı ömrü gitti. Bu ülke tuhaf bir ülke; yazarlar-çizerler-asarlar-keserler… Sonra da hiçbir şey olmamış gibi, “Türkiye daha buna hazır değil” bahanesinin ardında nice insanın canını yakarlar. Ahmet Kaya, canı yanmak demektir.

Ahmet Kaya, Mamak Cezaevi’ni gören ülkücülerin, Diyarbakır Cezaevi’ni iliklerine kadar hisseden Kürtler’in referandumda “hayır” oyu kullanmak için hazırlandıkları şu günleri görse idi, herhalde sazını bir daha kırardı. Söylediği o protest şarkıları kılcal damarlarına kadar sökerdi sazından. Zira Ahmet Kaya, apolitik nesillerin yetiştirilmesi için tetiklenen 12 Eylül darbesinin karşısında “bizden” bir ses idi. Militan bir duruşu vardı sahnede. Her yere postal izi bırakmak için “halk”ı hiçe sayanlara inat şarkısını söylemişti.

Kürtler’in modern zamanlarda “uzlaşmacı” iki dengbeji geçti bu dünyadan, “birader” dedikten sonra bir daha gözünüzü arkada bırakmayacak iki dengbej: Mehmet Uzun ve Ahmet Kaya. Ahmet Kaya, anadilinde söyleyemedi şarkılarını. Belki de en güzeli buydu “kardeşçe” yaşayabilmek için. Mehmet Uzun, her ne kadar anadilinde de yazmış olsa da “öz” kardeşlerince o kadar takdir edilmedi: Oysa, yitik edebiyatlarını gün yüzüne çıkaran en modern dengbejdi o. Bu sebepten denilebilir ki, Ahmet Kaya ve Mehmet Uzun hatırı sayılmamak, kadri geç anlaşılmak anlamına da gelecek yeni sözlüklerde; hem Türkçe hem de Kürtçe sözlüklerde.

Körü körüne başkaldırı değil, hak için başkaldırı

Allah’a, iyiliğe, vicdana başkaldıranların dünyasında asıl başkaldırılacak olanlara sesini yükselten bir güzel adam geçti dünyadan. Onun başkaldırdığı “zalimlikler” benim lügatimde de “zalimlik” olarak biliniyor. Birileri “yorum farkı” yapıp başka yere çekiyorsa onların izansızlığı, vicdansızlığı olsa gerek.

Ve söz veriyorum:

Kırmızı rujlu sokakların

Aşağılık pazarlıkların

Adı anılmayacak benle

Bir çiçeğim halk ormanında

Fışkırdım, başkaldırıyorum.

Söz: Yusuf Hayaloğlu - Müzik: Ahmet Kaya

Zeki Bulduk, “ölüm her aklına geldiğinde ah edip inleme/ o geldiğinde sen gitmiş olacaksın” dizelerini hatırladı

https://www.dunyabizim.com

adminadmin