Kültür
Giriş Tarihi : 20-08-2017 16:00   Güncelleme : 19-08-2017 15:36

Aidiyet: niyetiniz ne?

Artık Üsküdar-Beşiktaş hattında vapur çalışmıyor. Motordan inip Serence Bey yokuşu istikametinde yürümeğe başladım. Kısa bir müddet Ortaköy’e uzanan ana cadde üzerinde altmış yaşlarında bir adamla yanyana yayalara yeşil ışık yanmasını bekledim. Yanyana yaya geçidi mesafesini kat ettiğimiz sırada adam kendi kendisiyle konuşuyor edasıyla: “Ey Tayyip” dedi, “madem padişah oldun, bize de yap bir iyilik de şu motorlu vasıtaları kaldır. Eskiden olduğu gibi, atlarla, atlı arabalarla gidip gelelim.” Müteessir oldum, düşündüm, olduğu kadar aklımı yordum: Dünyaya şekil veren şartları umursama tuzağını atlattığı nispette kavileşen bu mübarek topluma mahsus gizli olduğu kadar gizemli bilgeliğin temsilcisi bu adam benim neyim? Ben bu adamın nesiyim?

Aidiyet: niyetiniz ne?

Bir millete mensup olmanın mahiyeti aynı millete ait olmakla eşdeğer değildir. Her nasılsa doğmuş bir araya geliş mensubiyetimize dair olsa gerek. Zaman içinde mensubiyetimizden şikâyetimizin sadır olduğu vakidir. Bizi içinde bulunduğumuz şartlar sebebiyle ve o şartlar gereği bekleyen olgunluğu ya talep eder, ya reddederiz. Ne zaman ki şikâyetten vazgeçer ve giderek şikâyetçi ağyarı kınar duruma geçeriz, işte o zaman mensubiyetimiz aidiyete dönüşür.

Dönüşür de ne olur? Gönlümüz hoş mu edilmiş olur? Bilakis, mensubiyet safhasını geride bırakıp keyfiyeti daha yüksek aidiyete vasıl olduğumuzda bizi bir öncekinden daha disiplinli yaşayış karşılar. İnsan ömrü her merhalesinde kavrayış gücünün teskin olmağı zorlaştırması paradoksunu aksettirir. Ataklıkla serazat çocukluktan çıkar çıkmaz bir tercih çatışması içine düşeriz. Yani delikanlılık ihtiraslarla alış verişimizin harp meydanıdır. Orta yaşlılıkta kendimizi kendi imalatımız karakterimizle didişir buluruz. İhtiyarlık çağımız eksilen beden gücüyle her türden telâfiye yönelmenin gerginliğiyle geçer. Bencil çocuklar, şaşkın gençler, buhran yüklü orta yaşlılar, huysuzluklarıyla itici ihtiyarlar… İnsanlık deposu bunlarla tıka basa dolu olduğundan durumu kurtarmak için bütün hareketlerimiz ikiyüzlülükle malûldür. Kendimize ikiyüzlülüğü yakıştıramadığımız için de haklı görünmek için bin dereden su getiririz.

Bu nakısalar mahallesinden çıkmanın bir yolu yok mu? Elbette var. Çıkar yolu niyeti halis olan bulmuştur. İhlâsın anahtarı da insanın eline yaradılıştan verilmiştir. Haramdan kaçınmak ve helâl istikametinde ilerlemek hiçbir kimse için sıkı çaba gerektirmez. Kim sıkı çaba gösteriyorsa bilin ki, o iman etmediği halde cennete girme “niyeti” güdüyordur. Sıkı çaba göstermeksizin kendin için istediğini Mü’min kardeşin için de isteyebilirsin. Bu istek senin mensubiyet safhasından aidiyet safhasına geçtiğinin delilidir. Pazar için üretim yapılan bir düzende muhatabın “Mü’min kardeş” olma ihtimali yoktur. İlişkiler satıcı-müşteri, emeğini satan-işveren, kontrol eden-kontrol edilen ve benzeri şekillerde düzenlenmiştir. Böyle bir düzen taraflardan birinin öte yakada yer alanlar lehine hareket etmesinin kendi mahvını hazırladığı fikriyle işler, işlemektedir.

Türk değilim diyen herkes bu ifadeyi paylaşan diğerleriyle dayanışma halinde olmadığı zaman Türk’e yapılan muameleye maruz kalır. Böylesine netameli şartlar insanları her ne kadar Türk toplumuna mensubiyetten istifadeyi gözetseler de Türk’e ait olmaktan dikkatle uzak durmağa zorlamaktadır. Aidiyete geçmek bir gelecek inşa etme faaliyetinin mesuliyetini hissetmeden mümkün değil. Daha vahimi Türk milletini tarihe gömme faaliyetinde işe yaradığını ispat etmeden ekmek kapısı bulamayanların yaptıklarından doğuyor. Bunlar birbirleriyle dünya hâkimiyeti iddiasını yürürlüğe koyanların gözüne girme hesabına Türk mensubiyetlerinin değersizleşmesi yolunda yarış içindedir. Başını örten kız bu yarışta bayrak sallıyor. Birilerinin “Ben sallamıyorum. Siz beni o pantolonlu (who wears the pants) kızlarla karıştırıyorsunuz” dediğini işitir gibiyim.

İsmet Özel, 18 Ağustos 2017

http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr

adminadmin