Samsun Haber
Giriş Tarihi : 27-12-2011 12:29   Güncelleme : 27-12-2011 12:29

Akif ile son röportaj

İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü’nün yayını İstanbul Dergisi Kasım sayısını “Âsım’ın Nesli”ne ayırdı. İşte kayıtlara son söyleşi olarak geçen Nevzad Ayas'ın söyleşisi

Akif ile son röportaj
Merhum babanız hakkında bilgi verir misiniz? 
Babam İpekli Tâhir Efendi merhumdur. Kendisi İpek’in Şuşisa isminde bir köyündendir. Tâhir Efendi’nin babası Nûreddin Ağa’dır. Nûreddin Ağa ümmidir ve hâlis Arnavuttur. Tâhir Efendi, Fâtih müderris ve mucîzlerindendi. Biraz İpek’te okumuş, sonra İstanbul’a gelmiş, Yozgatlı Hacı Mahmud Efendi’den ders görmüş ve icâzet almış. Vefâtı, Arabî 1305 yılıdır.

Merhûm anneniz hakkında bilgi verir misiniz? 
Annem Hâcce Emine Şerife Hanım’dır. On sene evvel öldü. 90 yaşına yakın muammer oldu. Onun babası Buhârâlı Mehmed Efendi’dir. Anasının adını hatırlamıyorum. Bundan yüz, yüzelli sene kadar evvel Buhârâ’dan Anadolu’ya Hekim Hacı Baba isminde biri geliyor. Boyabad’da evleniyor. Sonra karısını alıp Tokat’a gidiyor. Benim annemin annesi Tokat’ta dünyaya geliyor. Annemin annesi sinn-i izdivâca gelince Buhârâ’dan gelen tâcir Mehmed Efendi’ye varıyor. Annem bu izdivâcın mahsûlüdür. Bu sûretle annem hem baba tarafından, hem de ana tarafından Buhârâlı oluyor. Annem Anadolu’da doğmuş ve büyümüştür. 
Annem çok hassas kadındı. Babam da öyleydi. Şiir söylemezdi, fakat şiir ve inşâya âşıktı. Soyunda şâir olup olmadığını bilmiyorum.

Nerede ve hangi tarihte doğdunuz? 
İstanbul’da Fatih civarında Sarıgüzel’de doğmuşum. Tarih Şevval 1290’dır.

İsminizi acaba neden “Âkif” koymuşlar? Bu adı size kim vermiş? 
Babamın bana verdiği mahlâs “Ragıyf”tır. Ragıyf, Arapça bir nevi ekmek demektir. “Ragıyf” ev halkı ve mahalleli arasında kullanılamamış. “Âkif”e çevirmişler. Nüfus kâğıdına da Âkif geçmiş. İşte bu suretle adım “Mehmed”, mahlâsım da “Âkif” kalmıştır. Fakat babam hep “Ragıyf” derdi. Ragıyf, tevellüd târihimi de ifâde eder.

İlkokula kaç yaşınızda başladınız, nerede okudunuz? 
İlk tahsile, Fâtih civarında emir Buhârî mahalle mektebinde ve dört yaşında başladım. Hocamı şahsen hatırlarım. Fakat ismini hatırlayamıyorum. Burada iki sene kadar bulundum. Fâtih’te Muvakkithâne’nin yanındaki iptidâî mektebinde ilk tahsile devam ettim. Bu, Maarif Nezâreti’ne bağlı resmî bir mektepti. Birçok hocaları vardı. Hem bu mektebe gidiyordum, hem de pederim bana yavaş yavaş Arapça okutuyordu. Bu mektebe üç sene devam ettim. O zamanki programa göre ders gördük.

Ortaokula nerede devam ettiniz, hocalarınızdan hatırladığınız kimse var mı? 
Rüşdiye mektebim, Fâtih’te Otlukçu Yokuşunda bulunan Fâtih Merkez Rüşdiyesi’dir. Buradaki hocalarımdan hatırladıklarım, başmuallim Hoca Süleyman Efendi, ikinci muallim Mustafa Efendi, üçüncü muallim Hafız Osman Efendi. Bunlardan Süleyman Efendi Arnavut, Mustafa Efendi Anadolulu idi. Osman Efendi sarı sakallı bir zattı. Diğer hocalar seyyar idiler. Bu seyyar hocaların en mühimmi son sınıfta kendisinden Türkçe okuduğum, Hoca Kadri Efendi’dir.

İlkokula devam ederken babanızın sizi Arapçaya başlattığını söylemiştiniz. Bu dersler ortaokul yıllarında da devam etti mi?  
Rüşdiye tahsiline devam ederken, babamdan yine Arapça okurdum ve epeyce ilerlemiştim. Seviyem mektep programından çok yüksekti. Babam okuturken o zamanın usûlünü ve kitaplarını tâkip ediyordu.

Farsçayla ve yabancı dillerle aranız nasıldı? Okul dersleri dışında bunlara da çalıştınız mı? Şiire olan ilginiz bu sıralarda henüz uyanmamış mıydı? 
Mektepte okunan Fârisî ile iktifâ etmezdim. Fâtih Câmiinde ikindiden sonra Hâfız Dîvânı gibi Gülistan gibi, Mesnevî gibi muhalledâtı okutan Esad Dede’ye devam ederdim. Rüşdiye tahsilimde esasen en çok lisan derslerine temâyülüm vardı. Dört lisanda da, Türkçe, Arapça, Acemce, Fransızca, birinci idim. Şiiri çok severdim.

İlk okuduğunuz şiir kitabı hangisidir? Babanız şiire olan ilginizi nasıl karşılıyordu? 
İlk okuduğum şiir kitabı, Fuzûlî’nin “Leylâ ve Mecnûn” olmuştur. Babam bu temâyülüme ses çıkarmazdı.

İlk dinî terbiyenizi nereden aldınız? Büyükleriniz dindar kimseler miydi? Tarikat ve tasavvufla ilgileri var mıydı? 
İlk dinî terbiyemi veren, ev ve mahalle, iptidâî, rüşdî tahsilde aldığım telkinler olmuştur. Bilhassa evin bu husustaki te’siri büyüktür. Annem çok âbid ve zâhid bir hanımdı. Babam da öyle. Her ikisinin de dînî salâbetleri vardı. İbâdetin vecdini, zevkini, heyecanını tatmışlardı. Pederim, Hacı Feyzullah Efendi merhumun müridlerindendi. Nakşî şeyhlerinden olan Feyzullah Efendi o zaman hayatta idi. Annemin tarikate intisâbı yoktu. Babam bana tasavvuf telkininde bulunmamıştır.

Şiir yazmaya ilk ne zaman başladınız? 
Rüşdiyede vezinsiz, kafiyesiz özenme kabilinden nazım parçaları karalardım.

Ortaokulu (rüşdiye) bitirince nereye girdiniz? 
Rüşdiyeyi bitirince pederim, mektep ve meslek seçimini bana bıraktı. Ben de o zamanlar parlak bir mektep olan Mülkiye’yi tercih ettim. O vakit Rüşdiyeden Mülkiye’ye talebe alınırdı. Fakat tam benim Rüşdiyeden çıktığım sene mülkiye teşkilâtı tâdil olundu. Beş senelik tahsil müddeti ikiye ayrıldı: Üç senelik idâdî, iki senelik âlî kısım... Rüşdîyeden çıkınca işte bu teşkilâta göre Mülkiye’nin idâdî kısmına girdim. Üç sene sonra şehâdetnâme aldım, âlî kısma geçtim. 

Burayı bitirdiniz mi?
Âlî kısma geçtim, ancak ben bu dördüncü seneye devam ederken, pederimin vefatı, sonra yegâne me’vâmız olan evimizin yanması üzerine zarûret içinde kalmıştım. İki sene sebât edip Mülkiye’yi bitirmek kabildi. Lâkin o aralık mezunlara ya hiç vazife vermiyorlar, yahut onları gayet cüz’î bir maaş ile istihdâm ediyorlardı. 

Demek ki Mülkiye’nin yüksek kısmını bitirmenize “istikbal endişesi” mâni oldu. Fakat tahsili bırakmadınız... 
Bu sırada idi ki, ilk defa olarak Mülkiye Baytar Mektebi ihdâs olundu. Birkaç arkadaş, “Bu mektep yenidir, çıkanlara me’mûriyet vereceklerdir” diye, Baytar Mektebi iki senesi nehârî, iki senesi leylî olmak üzere dört senelik idi. Biz nehârî kısmını bitirince Halkalı’daki leylî kısma geçtik. 

Bu sıralarda derslerdeki, bilhassa lisan derslerindeki başarınız devam ediyor muydu? Şiire olan ilginiz arttı mı? Hangi konularda yazıyordunuz? 
İdâdî’de, Mülkiye’de, Baytar Mektebi’nde yine en çok lisan derslerinde iyi idim. Şiirle iştigâlim Baytar Mektebi’nin son iki senesinde hızlandı. Çok manzum parçalar yazdım. Sonra bunların hepsini mahv ettim. 
Şiir ile alâkamı arttırmak için orta ve yüksek tahsilde yeni bir müessir çıkmamıştır. Eski temâyülüm inkişâf etmiştir. 

Sevgili üstad, Kur’ân’ı ezberler, şiirler yazar ve okul birincisi olursunuz... Fakat aynı vakitler içinde yaptığınız bazı şeyler daha var. Bunlarla onları nasıl olup da birlikte yürütebildiğinizi anlamak gerçekten zor oluyor. Sporculuğunuzdan da biraz bahseder misiniz? 
Bedenî mümâreselere çok meraklı idim. Güreş de ettim; kısbet giyerek, zeytinyağı kullanarak. Pek İstanbul içlerinde güreşemezdim amma, Çatalca taraflarında köylerde güreşirdim. 

Üstâdım da kendisiyle bir mahalle çocuğu bulunduğumuz Kıyıcı Hacı Osman Pehlivan’dı ki benden beş altı yaş büyüktü. Bu adam sonra pehlivanlığın müntehâsına kadar yükseldi. Hacı Osman’ın pehlivanlığı da, insanlığı da mükemmeldir. Hâlâ dünyada en hürmet ettiğim adamlardan biridir. Hayattadır. 
Pehlivanlığım, onaltı onsekiz yaşlarında oluyor. Hattâ Halkalı’da Baytar Mektebi’nde iken Cuma’ları, başka tâtil günleri savuşur, etraf köylerde düğünlerde güreşirdim. 
Yüzmek, atlamak, taş atmak, koşmak gibi bedenî mümâreselerle de meşgûl oldum. 

Mûsikî ile de meşgul olmuşsunuz... 
Tahsili bitirdikten sonra ney üflerdim. Kulağım sesleri iyi ayıramadığı için muvaffak olamadım. Bıraktım.  

Baytar Mektebi’ni bitirince, herhalde me’mûriyet hayatınız başladı... 
Mektepten çıkınca beni ve benden sonra gelen ikinciyi —ki Simon isminde bir Ermeni gencidir— Zirâat Nezâreti Umûr-i Baytariye Şubesi’nde alıkoydular; yediyüz elli kuruş maaşlı bir memuriyete tâyin ettiler. Vazife merkezi, Nezâret olmakla beraber, üç dört sene kadar Rumeli’de, Anadolu’da, Arabistan’da sâri hayvan hastalıkları işi üzerinde hayli dolaştım. Köylü ile bu müddet zarfında gâyet sıkı temas ettim. 
En son me’mûriyetim Umûr-i Baytariye müdür muâvinliğidir. Bir taraftan da Halkalı Mektebi’nde kitâbet, Dârülfünûn’da edebiyat dersleri veriyordum. Balkanlar Harbi’nden sonra Ziraat Nezâreti’ndeki me’mûriyetimle Dârülfünûn’dan istifa tarîkıyle çekildim. Uhdemde yalnız Halkalı kaldı. Çünkü oraya hatıralarla bağlı idim. Bu vazifemin maaşı pek azdı. 
“Dârü’l-Edeb” ismindeki hususî mektepte de fahri olarak dört beş sene ders verdim.  

Sohbetinde bulunduğunuz ve kendisinden istifâde ettiğiniz kimseler var mı? 
Emrullah Efendi’nin sohbetlerinden çok müstefîd oldum. Baytar Miralayı İbrahim Bey de sohbetinden müstefîd olduğum zatlardan biridir. Kendisiyle Şam, Adana taraflarında bir sene kadar dolaştım. 

Okulun son yıllarında çok miktarda manzum parçalar yazdığınızı söylemiştiniz. Bir kısmını yayınladığınız biliniyor. Nerede çıkmışlardı, konuları nelerdi? 
İlk şiirlerim “Resimli Gazete”de çıktı. Takriben 313, 314 Rûmî senelerinde. 
O şiirler Safahat’ta yoktur. Bunlar kemiyet itibâriyle Safahat’a muâdildir. Mevzûları muhteliftir. En çok ahlâkî, dînî, hikemî, pek az garâmî idiler. 

Şiir sahasında, beğendiğiniz ve kendinize örnek edindiğiniz veya faydalandığınız şâirler var mıdır? Size en çok kim te’sir etti? 
İlk şiirlerimde birkaç şâiri kendime nümûne aldım: Evvelâ Ziya Paşa gelir. Nâci’nin nazmı da pek hoşuma gitti. Âdeta onu kendime meşk ettim. Kemâl’den, Hâmid’den de fikren çok müstefîd oldum. Eskileri de çok okumuş, sevmiştim. İlk eserlerimde onların büyük izleri görülürdü. 
Zannediyorum ki okuduğum Şark ve Garp muhalledâtı içinde Sa’dî’nin eserleri kadar üzerimde hiçbiri müessir olmamıştır. 

Türkçe’ye verdiğiniz önemin sebebi de nereden geliyor?
Bence iki şey mukaddestir: Din, dil... Din, bütün kudsî duyguları, düşünceleri insana telkin eder. Bu duyguların, düşüncelerin mümkün olduğu kadar vâsıta-i tebliği olan da dildir. Benim dile olan îtinâ-yı fevkalâdem, işte Arapçaya gösterilen bu ihtimamları anlayışımdan doğmuştur. 

Farsçayı ve Fransızcayı da çok iyi bildiğiniz söyleniyor. Nasıl öğrendiniz?
Fârisiyi de kendi kendime ilerlettim. Evvelâ şerhli kitapları, sonra şerhsizleri okudum. Fransızcayı mektepte öğrendiklerime eklemek suretiyle kendi kendime öğrendim: Fransız şâirlerinden Hügo, Lamartin ile, klâsiklerle çok uğraştım. Dode ile Zola’yı fazlaca okudum.

Tarihimizin en buhranlı devrinde yaşadınız. Hâdiselerin içinde bulundunuz. İslâmcı hareketin fikrî önderi oldunuz. Dâvânıza erişmek için, yayınlarınız ve konuşmalarınıza ilâve olarak siyâsete de girdiniz mi? 
İstiklâl Harbinde, Büyük Millet Meclisi âzâlığına intihap olununcaya kadar siyâsiyât ile geniş bir alâkam yoktur.  
1908’den beri şiirler, makaleler yazdınız; vaazlar verdiniz; haftalık bir mecmuayı yıllarca idare edip, başyazarlığını yaptınız. Bütün bu zaman içinde belli bir gâye için çalıştınız. Osmanlı Devleti yıkıldı. İslâm dünyası değişti. Türkiye’de milliyet esasına dayalı lâik bir cumhuriyet kuruldu. Siz de vatanınızdan on yıl ayrı kaldınız. İlk yıllardan bu yana 28 yıl geçti. O zaman 35 yaşında idiniz, şimdi 63 yaşındasınız. Fikirlerinizde bir değişme oldu mu? Din ve milliyet hakkındaki son görüşleriniz nedir? 
Yazılarımdaki esaslarda bir değişiklik olmamıştır.

Bazı seyahatler yaptığınız biliniyor. Acaba nerelere gitmiştiniz? 
 
Tahsili bitirdikten sonra me’mûriyetle iki sene kadar Rumeli’nde, iki sene kadar da Arnavutluk’ta Arabistan’da, Adana havâlisinde dolaştım ve hasbelmeslek köylerle, köylülerle gayet sıkı temâs ettim. Harb-i Umûmî esnasında me’mûren Almanya’ya da gittim. Yine Harb-i Umûmî içinde siyâsî vazife ile Medine’ye ve Necid’e seyahatim vardır. Harb-i Umûmî’den evvel de Medine’ye gitmiş, Mısır’da gezmiştim. 

Esad Eseoğlu / Dünya bizim. com
adminadmin