Güncel
Giriş Tarihi : 16-11-2014 13:35   Güncelleme : 16-11-2014 13:35

Ali Fuad Başgil’in Gözüyle “Türkçe Meselesi

Konuştuğun dil, benliğinden bir parçadır

Ali Fuad Başgil’in Gözüyle “Türkçe Meselesi
Konuştuğun dil, benliğinden bir parçadır. Benliğinin şerefine saygı gösterilmesini istemek de hakkındır. Hakkını müdafaa et. Unutma ki hak ve hürriyet, bu nimetleri canı gibi seven ve cesaretle müdafaa etmeyi göze alan insanların nasibidir.” (A.F.BAŞGİL)    “Bana gelince –bunu çok kere söyledim- ben, hamdolsun memleketçi, milliyetçi, mâneviyatçı ve terakkici muhafazakârım. Ve bence, bu vasıflar temiz mânâda bir inkılâpçılıkla çatışmaz” (Başgil 2007: 126). Başgil, anlaşılacağı üzere sadece üniversitede meslek icrâ etmiş bir hoca değil; aynı zamanda hassas olduğu ya da yanlış gördüğü konuları da konuşan yazan bir aydındı. Onun hassas olduğu ve yanlış bir mecraya sürüklendiğini gördüğü ve hal çarelerini düşündüğü konulardan biri de dil yani Türkçe idi. Bu konudaki hassasiyetlerini ve önerilerini içeren yazılarını daha sonra bilindiği üzere “Türkçe Meselesi” adıyla kitaplaştırmıştır.2 Kendisinin bir dil bilgini olmadığı halde dil konusunda yazmasını, konuşmasını eleştirenlere şöyle cevap vermektedir: “Dil bahsindeki bilgim, her münevver Türkün bilgisinden fazla değildir. Fakat ne beis var? Ciğerinden yaralı bir insanın acı duyup feryat etmesi için ciğer mütehassısı doktor mu olması lazımdır.” (Başgil 2010: 15) Başgil’i dil hakkında kaygılandıran, bu konuda polemiğe kaçan yazılar yazdırmak zorunda bırakan zamanın siyasi otoritesinin dilde yaptığı düzenlemelerdir. Bilindiği üzere Atatürk, yazı devrimi ile önce alfabe devrimi yapmış; ardından dil devrimiyle aydın dili ile halk dilini birbirine yakınlaştıracak yalın ve zengin bir dil oluşturmayı hedeflemiştir. Ancak, Atatürk’ün ölümünden sonra dilde özleştirme hareketi zamanla hedefinden saparak bir tasfiye hareketine dönüşme tehlikesiyle yüz yüze kalmıştır3. Başgil, Atatürk’ten sonra dilde yaşanan gelişmelerin kendi deyimiyle ‘Hükümet zoru, kanun yasağı ve sansür’ ile desteklendiği bir dayatmaca olduğu inancındadır. O, dile karşı girişilen dayatmacayı yazılarında şu şekilde adlandırmıştır: “Bir talihsizlik”, “bir suikast” (Başgil 2010: 15); “Bir hükümet hatasının kurbanı” (Başgil 2010: 16); “Bu müthiş hata” (Başgil 2010: 16); “Türkçemizi içinden çıkılmaz bir anarşiye dürmekle neticelenen, lüzumsuz zorlama” (Başgil 2010: 21); “Müthiş bir hükümet hatası ve memleketin iç yarası” (Başgil 2010: 35); “Gebeyi tekme ile doğurtmak” (Başgil 2010: 39); “Bu memleket tarihinde irtikâp edilen hükümet hatalarının büyüğü” (Başgil 2010: 72)  Başgil, bu dayatmacayı ve bundan duyduğu kaygılarını ise yalın bir şekilde müteaddid defalar dile getirmiştir: “Ben kendi hesabıma hükmümü çoktan vermiş bulunuyorum. Memleket dilini çengelde asılı ekmek sepeti sanan politikacı yazarlar hücum ededursunlar, dil dâvâsı üzerindeki hükmüm değişmez: Müthiş bir hükûmet hâtâsı ve memleketin iç yarası!” (Başgil: 2007: 173). “Tekrar ediyor ve dünya bilginlerini şâhit tutuyorum: Dil işi, bir hükûmet ve politika işi ve bir kânûn mevzuu değildir. Memleket teşri heyetinin, tek taraflı bir görüşle ve hedefi belli olmayan bir politikanın sözcülüğünü yaparak millet dilini değiştirmeye hakkı yoktur” (Başgil 2007: 173). “Biliyorsunuz ki son zamanlarda millî dilimizde yok yere ihdas edilen buhran devam etmekte ve gittikçe kesif bir hal almaktadır.”Mektep kanun, mahkeme ve her çeşit resmiyet yolu ile zorla tutturulmaya çalışılan uydurma dil daha şimdiden nesiller arasında korkunç bir ayrılık ve milletin mânevî bünyesinde iyileşmesi güç yaralar açmıştır” (Başgil 2010: 9). “Zira bir memleketin dili, o memleket tarihinin ve psiko-sosyolojik varlığının mahsulü ve asırlar içinde nesillerin birbirine devredip emanet ettiği bir ocak mirası ve bir ecdat mülküdür. Bunda kimsenin, hükümet adamı sıfat ve otoritesiyle tasarrufa hakkı yoktur” (Başgil 2010: 17).  2 Türkçe Meselesi (2010) kitabında yer alan Türkçe Meselesi-I (s.13-20), Türkçe Meselesi-II (s. 21-30) ve Türkçe Meselesi-III (s.31-40) bölümleri “Hatıralar (2007)” adlı kitabında da yer almaktadır. Bkz. Hatıralar (2007), Türkçe meselesi I, s.157-162, Türkçe meselesi II, s.162-170, Türkçe meselesi III, s. 170-176.  3 “Uydurmacılar, yalnız bir miktar Arapça ve Farsça kelimeyi değil, dilimizdeki bütün kelimeleri değiştirmek niyetindedirler. Özbeöz Türkçe kelimeler de buna dahildir. Meselâ ‘bütün’ tamamiyle Türkçe olduğu halde, uydurmacıların pek rağbet ettikleri ‘tüm’ün soyu-sopu meçhuldur” (Hacıeminoğlu 1975: 135-136).   “Türkçemizi içinden çıkılmaz bir anarşiye dürmekle neticelenen, lüzumsuz zorlamaların sebebi ve manası bir türlü anlaşılamamıştır. Meseleyi konuşmak üzere kongre ve komisyon toplanmamış değil, fakat bu toplantılarda mevzu ve esas daima karanlık bir esrar perdesiyle örtülü kalmış; ne yapmak, niçin yapılmak istenildiği mutaasıb bir titizlilikle daima gizlenilmiştir. Toplanan bu kongre ve komisyonlarda esasa, prensibe ve gayeye dair ileriye sürülen en çekingen anlama istekleri bile azarlayıcı bir hükümet sinirliliği ile hemen susturulup bastırılmıştır” (Başgil 2010: 21).  “Başvurulan tedbirlerin en orjinali ve muhakka ki, yarının tarihçisini en çok düşündürüp gücendirecek olanı; mektep ve liselerde, üniversite ve enstitülerde öğretme ve yetiştirme vazifesi almış olan memleket seçkinlerinin diline ve kalemine konulan kelime ve tabir yasağı ve zâlim bir sansür baskısıdır“ (Başgil 2010: 31).  O, başkaları gibi etliye sütlüye karışmadan köşesine çekilmek yerine, bütün eleştiri ve risklere rağmen inandığı gerçekleri hayatı boyunca dile getirmekten çekinmemiştir. Bunun altında yatan neden ise kendisini gelecek kuşaklara karşın sorumlu hissetmesidir: “Yarının memleket tarihçisi! Bu sözüm sana armağan olsun. Ta ki bugünün tarihini yazarken bütün Türk bilginlerini bu müthiş hatanın faili olmakla itham etmeyesin!” (Başgil 2010: 16).  “Anlıyorum, uydurma dil âdeta bir tekke oldu. Muhalefet bile el sürüp çarpılmaktan korkuyor” (Başgil 2010: 72).  Başgil, dildeki kelimelere bakarak dili:  “Osmanlıca, Öz Türkçe, beyaz Türkçe, kızıl Türkçe..” (Başgil 2010: 13) diye nitelemez. Fransız dilinin Latince, Grek ve eski Frank kelimelerden oluştuğu halde hiçbir Fransız dilde kelime atmaya taraftar olmamıştır:  “Esasen, Fransız ihtilâlcileri, eski rejimden kalma neler varsa hemen hepsini süpürüp çöplüğe attıkları halde, Fransızcaya el uzatmaktan çekinmişler, çünkü bu milletin dilini, uğruna kan döktükleri millet ve vatan ülküsünün cismi ve cânı telâkki etmişlerdir (Başgil 2010: 29). “Fakat, hiçbir Fransızın, yabancıdır diye, bu kelimeleri atmak ve yerlerine kelime uydurmak, hayalinden bile geçmez” (Başgil 2010: 44). Fakat, ne yazık ki bu işin sonunda nesiller arasında korkunç bir ayrılık ve milletin manevi bünyesinde telafisi güç yaralardan başka hiçbir şey ele geçmeyecektir. Başgil, gelinen noktayı şöyle özetlemiştir: “Netice ne oldu? Evvela, yıkılan dil ile birlikte ilim ve fikir hayatı da yıkıldı. En az yüz seneden önce, bu memlekette ilmin ve ilmî tefekkürün dirilmesine imkân yoktur. Çünkü ilmin yarısı fikir, yarısı da lisândır. Fransızların dediği gibi, ‘mükemmel bir ilim, mükemmel bir lisandır.’ Netice, bundan da ibaret değildir: Bugün Türkiye halkı ikiye bölünmüş durumdadır. Bir tarafta millî dilciler, öbür tarafta uydurmacılar. Birbirini anlamayan, hatta birbirine düşman gibi bakan iki zümre. Gençler, Üniversitede hocalarının, hocalar gençlerin, evde ana baları çocuklarının dilini anlamaz oldular” (Başgil 2010: 45).  Ali Fuad Başgil’in dil konusundaki bir rahatsızlığı da terimlerin -hukuk terimlerinin- özleştirilme adı altında tasfiyeye tabi tutulmasıdır.4 O, bu konudaki rahatsızlığını her ortamda söylemiş, bizzat dönemin Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in de hazır bulunduğu bir toplantıda çekinmeden rahatsızlığını dile getirmiştir:  “Hukukun dili evvelâ kânûn, sonra da millet dilidir ve kânûn ile bağlıdır. Kânûnun dili de millet câmiasının dilidir ve öyle olmak lâzımdır. Çünkü kânûn insanlara merâm anlatmak için yapılır. Binaenaleyh hitap ettiği insanların diliyle yazılması icap eder.” (Başgil 2010: 59). Başgil, bütün ana kanunlarının dilinin değiştirilmesi durumunda hukuk dilinde yapılacak yeni / özleştirilmiş terimlerin, ancak o zaman anlamlı olabileceğini aksi takdirde bir iki terimin değiştirilmesiyle hukuk dilinde bir anlaşmasızlık doğabileceğine dair olan endişelerini her zaman dillendirmiştir. Fakat ne yazık ki endişelerinde haklı çıkmış, 1942 tarihinde Teşkilât-ı Esasiye Kânûnu öztürkçeye çevrilmiş, bir 4 “Yeni özleştirmeci eğilimlerin en kesin belirtisi Türk Anayasasının daha öz bir Türkçeye çevrilmesi idi” (Heid 2001: 40).  kopyası da diğer hukuk hocaları gibi Başgil’e de gönderilmiştir. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini ziyaret eden İsmet İnönü’nün kendisine yeni metni nasıl bulduğunu sorması üzerine:  “Aldım efendim, iyi bulmadım, Türkçemize yazık oluyor” (Başgil 2010: 60). cevabını kendisine vermekten çekinmemiştir. İsmet İnönü, Başgil’in düşüncelerini uygulamasa da kendisine karşı olan saygısından ötürü onu dinler, düşüncelerini kabul ederdi. Meselâ Başgil’in hukuk terimlerinin özleştirilmesine dair şu fikirlerine hak vermiştir: “Paşam, dili sadeleştirelim, halk dili ile aydın dili arasındaki farkı en aza indirelim, evet. Fakat kelime ve tâbir uydurarak dili değiştirelim, halkın dilinden ayrı bir dil icat edelim, hayır. Benim üstünde durduğumnokta budur. Bugünkü gidiş de maalesef ikinci şıktır. Bunun çok acı neticeler vereceğine kaniyim. Bu gidiş yaşayan nesilleri birbirinden ayıracak, yaşlı neslin dediğini genç nesiller anlamayacak, gençler yaşlılara yabancı kalacaktır….Dilin her kelimesi ve tâbiri arkasında bir târih yaşar. Millet ise, târihin yapıp yoğurduğu bir birliktir. Misâl olarak “Büyük Millet Meclisi” tâbirini alacağım. Bu tâbirin arkasında bütün bir millî mücâdele târihimiz ve İstiklâl Harbi sahneleri vardır. Bu tâbir telâffuz edilince bu sahneler göz önünde canlanır. Vatan ve millet sevgisi de bundan doğar. Projede bunun yerine ‘Kamutay’ demişler. Hiçbir tedâisi olmayan, taş, tokaç gibi bir şey” (Başgil 2010: 62,63).  Ancak burada belirtmek lâzımdır ki hukuk dilinde öztürkçe akımının birer ürünü olan ‘oy, önerge, ivedilik, yargıtay, sayıştay’ gibi bazı kelimeler Başgil’in karşı çıkmış olmasına karşın bu sözcükler günümüzde tutunup benimsenmiştir5. Dil konusunda Demokrat Partinin kuruluş aşamasında iken hazırlanmış parti programı için kendisinden görüş almak isteyen Celal Bayar da kendisinden istifade etmiştir (Başgil 2010: 70). Başgil, sadece sorunları gören, gösteren değil; aynı zamanda o sorunların hal olunması için çözümler de üretebilen, çözüm yoları da teklif edebilen bir cumhuriyet aydını idi. O, dilin tabiî seyrinde kendi içinde biten bazı yabancı / zararlı otların zamanla kendiliğinden ayıklanacağına inanmaktaydı:  “Açık olalım ve iyi anlaşalım diller milletlere, mukaddes kitaplar gibi, kasırgalara göğüs gerer demiyorum. İnsan aklının kudretini ve insan himmetinin yüksek kıymetini inkâr ederek, diller, engin ovalarda kıvrım kıvrım akan çaylar gibi, yolunu ve yatağını kendi kendine açar da demiyorum. Sadece hükümet zoru, kanun yasağı ve sansür satırıyla dil budayıp değiştirmek, gebeyi tekme ile doğurtmaktır diyorum” (Başgil 2010: 29).  Kendisi, kelime kıyımına ve uydurmacılığa karşı şu önlemleri önermiştir: a- Uydurma veya, dilimizde karşılığı varken garptan alınma kelimeleri kullanmamak ve bu husustaki resmî tazyiklere direnmek, b- Bu türlü kelimelerle yazılmış kitap, mecmua ve gazeteleri satın alıp okumamak, c- Radyoda uydurma kelimelerle yapılan neşriyatı dinlememek, d- Mümkün ise, evde çocukların mektep kitaplarındaki uydurma kelimelerin memleket dilimizdeki karşılıklarını ihtimamla öğretmek, e- Yaşayan Türkçemizi her yerde ve herkese karşı cesaretle müdafaa etmek, f- Dil bahsindeki umumi küskünlüğü Büyük Millet Meclisine mümkün olabilen her vasıta ile duyurmak. Aziz Vatandaş! Dilin, benliğinden bir parçadır. Benliğinin şerefine saygı gösterilmesini istemek de hakkındır. Hakkını müdafaa et. Unutma ki hak ve hürriyet, bu nimetleri canı gibi seven ve cesaretle müdafaa etmeyi göze alan insanların nasibidir” (Başgil 2010: 91). Dil konusunda aynı hassasiyet taşıyan kimi bilim adamları ve aydınlarla birlikte özellikle Türk Dil Kurumunun aşrı özleştirmeci yazarlarına tepki olarak yazdıkları makaleleri 1966- 1968 yılları arasında Türk Kültürü Araştırmaları Enstitüsü tarafında yayımlanan 4 ciltlik ‘Türk Dili İçin’ adlı kitapta da yer almıştır. Bu 5 “Türkçeyi özleştirme hareketinin en önemli ve başarılı yanlarından biri Arapça-Farsça esaslı eski terim sistemimizin hiç yokmuş gibi bir yana bırakılarak yerine Türkçe terim sisteminin getirilmesi olmuştur. Gerçekten, ‘Dil devrimi’ adının yerinde ve uygun olduğu tek alan terimlerdeki veya bilim dilimizdeki bu toptan veya kökten değişme veya değiştirmedir” (Tekin 1990: 1043).  yazılar Türk Dil Kurumunun özleştirme hareketine karşın dönemin “en ayrıntılı ve ısrarlı” tepkileriydi (Aksan 2007: 96).  Ali Fuad Başgil çok cepheli bir cumhuriyet aydınıdır. O, sadece bir Hukuk hocası ya da bir siyasetçi değil; aynı zamanda millî kültüre de vakıf bir aydındır. Pek çok insanımız gibi gidip eğitim aldığı ülkenin kültürüne hayran olup kendi millî değerlerine yabancı kalmamıştır. Ülkesinin yararı için ne pahasına olursa olsun hiçbir sorumluluktan kaçınmamıştır. Kendi düşüncesine göre dilde yaşanan gelişmeleri adı bir tasfiye hareketi idi ve o bu gelişmelere bir aydın sorumluluğuyla kayıtsız kalmayarak döneminin en tepkili yazılar kaleme alanların başında geliyordu. Ali Fuad Başgil, konuşma dilinde ve hukuk dilinde yapılacak değişiklerin bir ihtiyaçtan ileri gelmesi gerektiğine inanıyordu. Ayrıca Başgil, sırf yabancı kökenli oldukları için dilden kelime atılmasına şiddetle karşı çıkıyordu. O, dilde tasfiyeye ve öztürkçeciliğe karşı çıkmıştır. Ona göre dile müdahaleye ne dilcilerin ne de parlamentoların hakkı vardır. Ona göre gereksiz yere çıkarılmış bu dil buhranının çözüm yolu halkı kendi dilinde serbest bırakmaktır. Başgil’e göre teklif edilen kelimeler kuvvetin gölgesine sığınılarak yaşatılmaz; aksine edebî eserlerde kullanılmak suretiyle halkın beğenisine sunularak yaşatılabilir.  SAMSUN SEMPOZYUMU - Yrd. Doç. Dr. Salih DEMİRBİLEK Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi  
adminadmin