Fikir
Giriş Tarihi : 11-03-2020 12:59   Güncelleme : 11-03-2020 12:59

Ali Hocam Yazısı

Hazreti Peygamber Efendimiz’e ümmet olmuş, İslâm medeniyetinin içinde erimiş Türk, Kürt, Arap, Pakistanlı, Afganlı, Mağribli, Habeşli olarak Ali isminde insanlar var. Herkes bir cihetten Ali ismindeki kişilere bir ünsiyet ve bir kurbiyetle bağlıdır. Ali isminin çağrışımı her insan ve cemiyette farklı olabilir.

Ali Hocam Yazısı

Kimine göre bir mübarek zâtın, bâzısına göre bir gönül dostunun ismidir. Bazen de gönülden bağlanılan sâhil-i selâmet bir âlim ve fâzıl kişidir.

Malûmdur ki, Ali isminin necip milletimizde ilim, irfan ve fazilet sahipliği bakımından isim ve sıfat olarak değeri yüksek. Milletimizin ilk dönem Müslüman ceddimizden neşet eden Ali isminin hususiyetlerine gönül bağı edebiyatımızda cezbe ile anlatılır.

 

Bu millet Ali ismine meftundur. Sâlih ameliyle temayüz etmiş Ali ismindeki her kişiye meftun olunabilir, yakınlık duyulabilir. Hz. Ali Efendimiz’den başlar bu sevgi ve ta’zim. Mescid-i Haram’ın kırk yedi giriş kapısından biri de “Ali Kapısı”dır. Ali ismi, ilmin ve sadâkatin kapısı olarak Efendimiz Aleyhissalâtüvesselâmın mübarek şahsiyetinde sembolleşmesiyle ümmet mensupları, mürüvvet sahibi olsun, Ali gibi cömert ve murtaza olsun, âliabâ’nın ve ehlibeyt’in mânevî sulbünü taşısın, faziletli ve ilim sahibi olsun diye çocuklarına Ali ismini koymuşlar. “Cömertlikte Ali’sin sen” mânasında sayısız şiirler, mesneviler yazılmış, türküler yakılmıştır.

 

İsmi Ali olan her insan mutlaka iyi ve güzel yaratılışa sahiptir şeklinde dogmatik bir anlayış içinde değilim. Üstad Necip Fazıl’ın ifadesiyle, “İstiklâl Mahkemelerinin reislerinden Kel Ali, Kılıç Ali, Necip Aliler... Ali isminin mânada ve kelimede delâletine ters tarafından mazhardır.”

 

Ali isminin İslâm tasavvufundan ilham alan mânaları gönüllere şifa veren başlıbaşına edebî bir metindir. Ali, ululuğu, yâni yüceliği ve seçkinliği olandır. Bu isim ve mânaya bağlı birçok güzide sıfatlar ehl-i irfan sahibi ve mübarek şahsiyetlere atıf yapılır: Âlibaht: Tâlihi yüksek, Âlicâh: Yüksek rütbeli, Âlifıtrat: Yüce yaradılışlı ve güzel huylu, Âligüher: İtibarlı ve değerli, Âlihimmet: İyiliksever ve yüce himmetli, Âlimekân: Yeri ve rütbesi yüksek olan, Âlinazar: İleri görüşlü, Âlinesep: Soylu, Âlişan: Şan ve şerefi yüksek, Âlikadir: Kıymeti yüksek, Âlitebâr: Mübarek soylu, Âlicenap: Yüksek karakterli, haysiyetli, cömert ve küçüklüğe meyli olmayan.

 

“Ali gibi er gerek işbu sırra eresi”

Ali ismine meftunluğumun, İslâm akaidi ve ehl-i sünnet dışına çıkmış bâzı âdet ve anlayışları olan belli bir toplulukça özünden uzaklaştırılan anlayışla alâkası yok. Bu hâl içerisinde büyük gönül dostum âlim ve ârif insan Ali Hocam’ın şahsiyetinden ve dostluğundan mülhem bir dost yazısı yazmaktır maksadım.

 

Tarihten bugüne şiir ve türkülerimizde Ali isminin tedaîleri, bu isimle yapılan tamlamalar ve sıfatlarla yapılan yüceltme duygularının gönüllerdeki tesirini öğrendikçe düşündüğüm yazının değeri daha da büyüdü. Ali isminden gâyem, derûnumda fikirli ve irfanî izler bırakan, karakter âbidesi Ali Hocam’ın yürekten kuşatıcı dostluğudur. Haddim olmasa da hep ona benzemeye, onun meziyetlerini kuşanmaya çalışırım. Yüreğimde daima ona meftuniyet ve imrenme vardır. Fakirin onun makamına erişmesi ne haddine. Yunus Emre hazretlerinin dediği üzere: “Yürü, var ebkem ol ey ne sâlûsluk satarsın? / Ali gibi er gerek işbu sırra eresi.”

 

Diyor ki: Sen daha hamsın, ilim ve irfan sahibi değilsin. Vakti gelmeden konuşma, dilsiz ol (ebkem), irfan yolunun müdavimliğinde sebat et. Tâ ki, o dost gibi irfan ve hakikat sahibi olana, yani sırra erene kadar. O ulu kişi, bu mısralarıyla şakirtliğimi pekiştirmemi istiyor. Eyvallah.  

 

Ali üstüne türküler dinler, şiirler okurum

Gönlümüzü nağmelendiren türkülerimiz ve ağıtlarımızın yanında tekke edebiyatımızdaki miraciye ve mersiyelerde Hazreti Ali Efendimiz’in mâneviyatından başlayan gelenekle Ali ismine atıflar yapılır: “O cihanda bu cihanda / Ali’ye saydılar bizi”, “Ali’yi gördüm Ali’yi” ve “Ali imdadıma gel yetiş” gibi türkü sözlerinin yanında “Derdimi desem Veliye / Derdimden döndüm deliye / Neler ettiler Ali’ye / Gam yeme gönül gam yeme” gibi Ali üstüne söylenmiş türküler fakîri pek mahzun eder.

 

“Aynaya baktım Ali göründü gözüme” sözünü, ehl-i sünnete olan aidiyetimden âri düşmeksizin vecdle söyleyerek manevî bir hoşnutluk duyarım. Sezai Karakoç’un “Çocukluğum” adlı şiirini Ali ismi geçiyor diye coşkuyla okurum. “Babamın uzun kış geceleri hazırladığı cenklerde / Binmiş gelirdi Ali bir kırata / Ali ve at gelip kurtarırdı bizi darağacından / (...) Çocuklarla oynarken paylaşamazdık Ali rolünü / Ali güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar kahraman / Ali olmaktan bir sedef her çocukta.”

 

Üstad Necip Fâzıl’ın bir şiirindeki “Bir idamlık Ali vardı / Kaydını düştüler mühür basıldı” mısralarına gelince kalbime sızı düşer. Nerede bir ilim ve irfan aşkından kemâle ermiş karakter âbidesi birini tanısam; hangi yörede yetim ve garip sıfatını taşıyan bir gönül insanı görsem, isminin Ali olabileceği inancı var içimde.

 

Köy ve kasabalarımızda adını sorduğum birçok ihtiyar ve eski zaman adamlarının adlarının çokça “Yetim Ali”, “Garip Ali” olduğunu öğrenince yüreğim sızlar. Büyüklerimiz anlatırlardı, Anadolu’da babası Yemen Harbine gittikten sonra doğan oğlan çocuğuna, babası dönsün veya dönmesin “Yetim Ali” ismini koyarlarmış. Birçok ismin başında ve önünde hep Ali ismi çıkar karşımıza. Ali Osman, Ali Haydar, Ali Kemal, Mehmet Ali, Hacı Ali, Hasan Ali gibi nice isimlerimizin ahenk ve hecesine “Ali” sesi hâkimdir. Bu insan manzaralarıyla bütünleşen gönlüm, Ali Hocam’ın dostluğundaki mânaya doğru yöneldikçe daha bir kavîleşiyor.

 

Hem ilimden gelmiş, hem irfandan…

Sadece iyi meziyetiyle anlatılamaz Ali Hocam; güzel dost, ince dosttur o... Aynasında kalp huzurunu ve iki dünya hayatımın dengesini bulduğum efendi dosttur. Efendi kelimesi tek başına onu ifade etmeye yetmez. Süssüz, şöhret âfetinden uzak, bu çağın dervişidir. Hem irfandan gelmiş, hem ilimden… “Hem aşktan gelmiş, hem kitaptan…” Akıcı, sarih ve sâde bir üslûbu var. Derûna işleyici, sâkin, vakarlı ve itimat telkin eden bir sesle konuşur. Sohbetlerde durduk yere söze karışmak âdeti yoktur.  Mevcudiyetiyle, sükûtu ve bakışlarıyla da bulunduğu meclisi doldurur. Sohbetlerinde kelimeler ve cümleler, “hendesî bir disiplin içerisinde” birbirine boşluk yapmadan bağlanarak zengin fikir ve mânalardan örülü bir metin meydana getirerek âsudeliğin ve derinliğin fikirle terkipleştiği bir mûsikî ahengi oluşturur. Sarahat ve selâset ihtiva eden sohbetlerinde boş ve klişe sözler duyamazsınız. 

 

İlmini ve irfanını hayatlaştıran insan

Asırlardır cemiyetimizde önder olarak iki türlü insan tipi hep var olmuştur: “Değerliler” ve “Önemliler.” “Değerliler”, bizzat kendi varlık ve meziyetlerinden dolayı ortaya koyduklarıyla bütün insanlığa faydalıdırlar ve geçici değildirler. İrfanımızda bu tipe insan-ı kâmil denir. “Önemliler” ise sadece rütbelerinden ve atanmışlıklarından dolayı devletten geçinen ve oradan sağladıkları yetkiyle hükmeden bürokrat, asker vb. zümredir ki, bu sayede kendilerini “önemli” olarak cemiyete dayatırlar. “Önemlilik” geçicidir ve ondan insanlığa bir şey kalmaz. Ali Hocam, ilminden ve şahsiyetinden herkes istifade ettiği için “değerlidir.”

 

“Kâbusnâme”de faydalı insan şöyle târif ediliyor: “Hüner artırmak, güher (cevher) artırmaktan yeğdir. Güher, insanın aslında (yaratılışında) var olan öz, asâlettir. Hüner ise sonradan çaba ile kazanılandır. Hünerden herkes faydalanır.”  Ali Hocam, hem hüner, hem de güher sahibi bir şahsiyettir.

 

Bu mânada yine iki tür insandan bahsedilebilir: “İnşa Edici” ve “Etkileyici” İnsan... “İnşa Edici”, sahasında ortaya koyduğu ve ürettiğiyle insanın halihazır durumunu sürekli yukarıya, yâni iyiye doğru yükseltir. Bunu yaparken sosyal rütbesini kendinden önce etrafa salmaz; diliyle, suretiyle hiçbir tesir metodlarına ve albeniye başvurmaz. Bu vasfın irfanımızdaki diğer adı “Muhsin”dir; ilmiyle, irfanıyla birlikte “etraf yapan, hayatlaştıran ve medeniyetleştiren...”

 

“Etkileyici” ise, müsbet olmasına rağmen ortaya koyduklarıyla şimşek gibi çakar, yıldız gibi parlar ve gerçekten bir an veya bir müddet cezbeder, karizma ve hoşluk yayar. Fakat bir süre sonra etkileyiciliği kaybolur ve verdiklerinden pek bir şey kalmaz ortada.

 

Tesbit ve târiflerimdeki indî bakış ve hatâdan Allah’a sığınarak söylerim ki, Ali Hocam inşa edicilerden. Âlim olduğunu belli etmez ve göstermez. Faydalı olacağını bildiği anda ve yeri geldikçe ilminden verir. Asla ilim ve fikir adamlığını kibir ve üstünlük vasıtası yapmaz. Bu erdemlerine rağmen görünmek değil, olmak peşindedir. Olmadan görünen âllâmelerden değil. İlminin ağırlığı ve yazdıklarıyla takdir toplayıp sevilmeyen insan da var, sevilen de... Bâzı âlim, şair, fikir erbabı yazdıkları ve anlattıklarıyla takdir edilir, faydalanılır, fakat sevilmez. Bâzıları da bu hususlarına rağmen ortalıkta görünmez, fakat çok sevilir.

 

“Kendini ‘sevilmeye bırakan’ hayırlı bir dost

Kendini “sevdirmeye çalışmayan, sevilmeye bırakan” hayırlı bir dosttur Ali Hocam. Hem âlim ve ârif vasıflara sahip olmak, hem de bütün insanî veçheleriyle sevilmek ne büyük saadet. Kalbimin ve gönül dostlarımın şahitliğiyle ifade ediyorum ki, Ali Hocam hem sevilen, hem de ilmiyle takdir toplayan vasıflara sahip. Yaptıklarının, bildiklerinin karşılığını istediği vâki değildir. Ahlâklı bilinmeye, imtiyazlı olmaya ait tek bir an ve fiil görmedim hayatında. Dostlarının, dostluğuna inandığı insandır o. Dost bir ses, inandıran bir kelâm.

 

İlim ve irfan erbabının hususiyetlerinin onda meczedilmiş olduğunu anladıkça, yanında malâyanî konuşmalardan edep ederek uzak durmayı öğrendim. Onun münevver, mûtena, tedbirli, disiplinli, azimli, mutedil, muteber, mütefekkir, mümeyyiz, müeddep, muvakkit, cömert ve hayır söyleyen dili ve amelleri sayesinde fakîr ve dostları istikâmetlerini “hâl adamı” olmaya doğru çevirmişlerdir. Merhametsiz ve maddeci dünyanın birçok değeri yıktığı bir zamanda onu dinledikçe kendi içimizde yeniden doğduk. Şâkirtlerinden İsmail Göktürk’ün mısraları derûnumuzu ifade eder: “Bunca yıl kapındayım, yine ağyarım Ali / Nâçârım, eşiğinden geçmedi âhu zârım Ali.”  Kalplerimizi tezkiye edici sohbet ve yazılarında bize ait bilgiyi nasıl kullanacağımızı da öğreterek hayatımız ve medeniyetimizle irtibatlandırır hep. Öyle ki, onu şu mısraların anlattığı bir hâl içinde görmeye başladık: “Her derde derman Ali / İlimde umman Ali...”

 

Ezelden âşina bir dostluk bu      

“Kişi, dostunun dîni üzeredir” buyuruyor bir hadis meali. Onunla olan dostluğum sınırlı sorumlu ve gâyeli değildir. Gâye tamam olunca sona eren dünyalık bir dostluk değildir. Bir yazar muhabbet duygusunun “üç amacından” bahseder: “Haz, fayda ve iyi. (...) Tek başına hazza duyulan muhabbet, tez gelip tez gider. Buna mukabil menfaate yönelik muhabbet, geç gelip tez gider. İyiye düşkün kimsenin muhabbeti ise, özü gereği tez gelip geç gider.”

 

Fakîrin muhabbeti Ali Hocam’a şüphesiz “iyi” mertebesindedir. Onunla olan dostluğum kalûbelâ’da başlayan inanışın ve meşrep birlikteliğinin oluşturduğu bir cezbe hâlidir ki, hiç bitmeyen bir dostluktur bu. Ezelden bir âşinalıktır. Bütün inancımla söyleyebilirim ki, âcizâne hayatımı “Ali Hocam’dan önce, Ali Hocam’dan sonra” diye ayırabilirim. Ali Hocam’dan evvel hamdım. Ali Hocamdan sonraki hayatımda onun kazanında fikirleriyle, ahlâkıyla pişmeye devam ediyorum.

 

Ali Hocamla aynı zamanda yaşadığıma seviniyorum

Sükûnetin, ferahlığın, emniyetin ve huzurun vücut bulduğu bir insandır. Ehl-i irfanın sözüdür: “İnsan kendini insanda bulur.” Fakîr de kendini Ali Hocam’da bulur. Kendimi görmeye çalıştığım aynadır o. Onunla dostluğum aynı zamanda lisanî ve meşrebîdir. Muradım onun künhüne vâkıf olup gösterdiği dil kapısının müdavimi olmak ve bu kapının icap ettirdiği her şeyi tâlim etmek... Mertebem hayli düşük olsa da benzer tavır, hareket ve iştigâl içinde olmak... Dışarıdan bakanlar fakîrin muhabbetinin sınırlarını fazla geniş bulabilirler. Allah şahittir ki, ona olan muhabbetimin hiçbir safhasında riya yoktur. Tasavvuf erbabı Tuğrul İnançer’in ifadesiyle “hürmette riya olur, muhabbette riya olmaz.”

 

Fatih Sultan Mehmet’in, hocası Akşemseddin için söylediği sözü, yüreğime ve inancıma dayanarak söylerim ki, Ali Hocam’la aynı zamanda yaşadığıma ve onun fakîrle arkadaşlık ettiğine seviniyor ve Yaradan’a şükrediyorum. Bütün dâvam Ali Hocam’ın yüreği, ahlâkı ve irfanıyla bütünleşmek...  Bu milletin kurtuluşu için Ali Hocam’lar çoğalmalıdır.        

Recep YAZGANRecep YAZGAN