Samsun Haber
Giriş Tarihi : 22-07-2012 11:47   Güncelleme : 22-07-2012 11:47

Ali Şeriati'nin kızı Sara Mezinani Şeriati;

İran, kadınların toplumsal hayatta en aktif olduğu müslüman ülkedir ve bu yönüyle diğer ülkelere örnek teşkil etmektedir.

Ali Şeriati'nin kızı Sara Mezinani Şeriati;
Dr. Sara Mezinani Şeriati, Dr. Ali Şeriati’nin dört çocuğundan üçüncüsüdür ve 1964 yılında Paris’te dünyaya gelmiştir. Sorbonne ve Ehess üniversitelerinde sosyoloji alanında lisans, yüksek lisans ve doktorasını tamamlamış ve sonrasında İran’a dönmüştür. Yaklaşık dokuz yıldır Tahran’da yaşamakta ve Tahran Üniversitesi’nde sosyal bilimler alanında öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Ağırlıklı olarak din sosyolojisi üzerinde çalışmalarını sürdürmektedir. Kendisiyle İran’da toplum, eğitim, siyaset ve tarih konularında bir söyleşi gerçekleştirdik.

Sara Hanım, Tahran Üniversitesi’nde akademisyenlik yapıyorsunuz.
Bir kadın akademisyen olarak “İran’da kadın olmayı” nasıl tanımlarsınız?


İranlı kadınların dünya nazarında nasıl göründükleri ve gerçekte durumun nasıl olduğu üzerine söyleyecek birkaç sözüm var. İranlı kadınların pek çok sınırlamaya maruz kaldığı dünya kamuoyunda sıkça dillendirilen bir konudur. Bunun tamamen yalan olduğu söylenemez belki, ama tam olarak gerçeği yansıttığı da söylenemez.  Sınırlamalar mevcut tabii ki, fakat sosyal hayatta veya kamusal alanda kadınlar için özgürlükler, kendilerini “çağdaş” olarak addeden pek çok ülkeden daha iyi durumdadır. Her geçen gün üniversitelerde, kadınların öğrenci ve öğretim üyesi olarak sayıları çoğalmaktadır.
Kadınların toplumda artan öneminin temelinde aslında üç etmen bulunmaktadır; politika, edebiyat ve din. Birinci etmen, Devrim sonrası eğitim politikalarıdır. Günümüzde yükseköğretim önemli oranda yaygınlaşmıştır. Seraseri, Azad, Peyami Nur vb. üniversitelerin açılmasıyla kadın erkek fark etmeden gençlerin tahsil görmelerinin önü açılmıştır. İran’da kadın ve erkeklerin eğitim hakları konusunda herhangi bir cinsiyet ayrımcılığı söz konusu değildir. Hatta öğrenci istatistiklerine göre, sanılanın aksine, üniversitelerde eğitim görenler arasında kadınların oranı erkeklerden fazladır.

İkinci etmen, şiir ve edebiyatın oynadığı roldür ki, meşrutiyetten sonra kadın hakları dâhil toplumsal isteklerin temelinde bu yatmaktadır.

Eskiden şairler aynı zamanda toplumun entelektüel kesimlerini de oluşturmaktaydı ve şiirlerinde yasalar, adalet, özgürlük ve kadınların sorunlarını işliyor ve tartışıyorlardı. Meşrutiyet zamanının şairlerinin rollerini günümüzde entelektüeller iyi bir şekilde yerine getirmekte ve işledikleri edebî konuların çoğunu hukuk ve kadının rolü konuları oluşturmaktadır. Bu sebepten dolayı, toplumun çoğunluğu kadın hakları konusunda bilinçlidir.

Üçüncü etmen ise, dinin oynamış olduğu roldür.

Devrimden önce toplumun büyük bir kesimi özellikle kız çocuklarını şehirlerdeki okullara göndermek istemiyordu. Çünkü onlara göre kız ve erkeklerin aynı okulda okuması ahlakî olarak uygun bir durum arz etmemekteydi ve aileler kız çocuklarına başka derslerine ilaveten dinî konuları da öğretmek istiyorlardı. Devrimin ardından bu toplumsal talep dikkate alınarak kız ve erkek çocuklarının ayrı okullarda eğitim alması sağlanmıştır. Bu düzenlemenin ardından okullaşma oranlarında önemli bir artış olmuştur. Dinsel gerekçelerle kadınları kısıtlayan geleneksel ve muhafazakâr toplum, aslında devrim sonrasında kadının rolünü daha ön plana çıkarmıştır.

Peki, bu bağlamda İranlı kadınların dünyadaki imajını nasıl ele alabiliriz?

İran’a döneli dokuz yıldan fazla oldu ve başlarda kadınların durumu konusundaki düşüncem oldukça negatif idi. Döndükten sonra anladım ki, vaziyet düşündüğüm gibi değil. Toplumsal yaşamda kadınlar daha önce görülmemiş bir şekilde huzurlular ve yaşamlarını belirleme hakkına sahipler. Önemli olan nokta şudur ki, mevcut iktidar ve toplumsal yaşam arasında pek çok fark bulunmaktadır. Dünyadaki İran imajı ve İran’ın basın yoluyla dünyaya verdiği imaj, sadece mevcut iktidarın imajıdır. Dünya, İran toplumu hakkında yeterli bilgiye sahip değil.

Ayetullah Burucerdi’nin ölümünden sonra yerine gelen Ayetullah Humeyni ile siyasal İslam toplumda daha etkili hale geldi. Siyasal İslam, devamında başka şeyler de meydana getirmiş ve kadınların siyasete katılımına sebep olmuştur. İran – Irak savaşı, kadınların ön plana çıkmasını sağlayan diğer bir faktör olmuştur. Savaşla birlikte erkeklerin sayısının azalmış olması ve kadınlara ihtiyaç duyulması, hem savaş zamanında hem de savaştan sonra kadınların toplumdaki rollerinin artmasını sağlamıştır. Savaş sonrası toplumsal alanlarda oluşan boşlukları kadınlar doldurmuştur ve bu durum günümüze kadar devam etmiştir.

İran, kadınların toplumsal hayatta en aktif olduğu Müslüman ülkedir ve diğer ülkelere örnek teşkil etmektedir. Günümüzde, özellikle, birçok Müslüman ülkede kadınların topluma katılımları konusunda sorunlar hâlâ devam etmektedir.

İran yükseköğretiminde fen bilimlerinin önemli bir yer teşkil ettiği bilinmektedir. Yükseköğretimde sosyal bilimlerin durumu nedir ve hangi alanlarda eğitim verilmektedir?

Ders programlarında özel ve genel anlamda farklar bulunmaktadır. Sosyal bilimler çatısı altında bulunan bölümler ve dersler dünyada uygulanan modellerle benzerdir. Ancak genel dersler bakımından İran’da farklılıklar vardır. İran’da uzmanlık alanlarına ek olarak, İslam ile ilgili dersler, İslam Tarihi ve Bilimi dersleri verilmektedir. Bu noktada, yaklaşım olarak dünyadan ayrıldığımızı söyleyebilirim.

Batı ile karşılaştırmalı çalışmalardan kaçınıldığı da söylenebilir bu minvalde. Zaten meselenin aslı şu ki, Batı ile ortak noktaların olmasından korkulmaktadır [gülüyor].  Örneğin İbn Haldun ve Karl Marx’ı ele alırsak (örnek olarak Jean Paul Charnay’ın bir eserinde [Jean-Paul Charnay. Regards, sur l’islam, Freud, Marx, Ibn Khaldun, L’Herne, 2002. France] İbn Haldun, Freud ve Marx karşılaştırılmıştır. Kendi çalışmalarımı değil, Jean Paul Charnay’i örnek olarak verebilirim.) hem Doğu bakış açısında hem de Batı bakış açısında sorunlar bulunmaktadır. Fransa’da İbn Haldun’u bana bir materyalist olarak tanıttılar, İran’da ise İbn Haldun bir molla olarak çıktı karşıma [gülüyor]. Yani her yerde bazı özellikler öne çıkarılıyor.
İbn Haldun’a karşılaştırmalı bir gözle baktığımızda, irfan sahibi Müslüman bir sosyolog görürüz. İbn Haldun isminin sadece “İbn” kısmını dikkate alırsak [gülüyor], buradan Müslüman, doğulu ve “bizden biri”nin ötesine geçemeyiz.

Sosyal bilimlerdeki bu nazar, yeni Ali Şeriati’lerin yetişmesini engelliyor diyebilir miyiz?

Bakın, aynı nehirde iki kez yıkanılmaz. Ali Şeriati kendine özgü bir insandı ve kendi zamanının şartları onu meydana getirdi. Her şeyi kendi zamanının ruhuna göre değerlendirmek gerekir. Marx der ki, “bir toplumun ileriye gitmesi, kadınların toplumdaki durumuyla yakından ilişkilidir.” Bana göre ise, bir toplumun ileriye gitmesi, beşerî bilimlerin toplum nazarındaki yeri ile yakından ilişkilidir. Bu anlamda, pek çok yetişmiş insanın var olduğunu, ancak olması gereken değerli yerlerde bulunamadıklarını ve İran toplumuna ve dünyaya seslerini yeterince duyuramadıklarını düşünüyorum.

Peki, sosyal bilimcilere yönelik bu bakış, reformcu bir hareketi yeniden tetikler mi?

Aslında burada mesele sosyal bilim meselesi değildir. Mesele, genel olarak toplumun ne derece bilinçli ve erdemli olduğudur. Şeriati’nin tabiriyle, “Devrimin zaferi, toplumun bilinçsizliği ile faciaya dönüşebilir!” Sonuçta meselemiz, birinci derecede ne ıslah ne de devrimdir, belki toplumun bilinçsizliğidir. Bu anlamda toplumu bilinçlendirmek, bir toplumda entelektüellerin aslî vazifesidir. Bu bilinçlendirme, devrimi yaşatan ve devamına garanti sağlayan en önemli husustur.

Sara Hanım, bu bağlamda Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da yaşanan halk ayaklanmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Aslında, biraz önce belirttiğim gibi, Arap dünyasında yönetime karşı güçlü bir itiraz bulunmakta ancak toplumun bu taleplerini doğru ifade edebilecek entelektüel bir araç var mıdır? Devrimi istemek, onun baki kalmasını sağlayacak güçlü bir düşünce alt yapısı gerektirmektedir. Öyle görünüyor ki, birçok sebepten dolayı bu hareket maalesef güçlü bir entelektüel altyapıya sahip değildir ve bu endişe vericidir. O nedenle, bu hareketlerin kaderinin, halkların istediği şekilde olup olmayacağı belirsizdir.

Geçtiğimiz ay yapılan seçim ile birlikte İran siyasetinde ve toplumunda birtakım değişimler bekliyor musunuz?

[gülüyor], İran’da seçim olacağı her zaman, dünya İran’dan daha fazla heyecanlanıyor. Eskiden İran toplumunda da seçimler heyecanlı oluyordu ama halihazırda, günümüzde o kadar heyecan yok. Toplumun çoğunluğu fazla önem vermemektedir. Eğer sokaktan birine seçim tarihini sorsanız büyük ihtimalle bilmeyecektir. Örneğin ben de bilmiyordum [gülüyor]. Zaten aday listesi çok homojendi. Yakın zamanda önemli bir değişim yaşanmayacak yani
.
İran’da farklı etnik ve dinî gruplara bakış nasıldır; hem toplum hem de yönetim nazarında?

İran farklı etnik ve dinî grupların olduğu bir ülkedir. Kürt, Lor, Beluç, Fars ve Türk vb. birçok farklı etnik grup yüzyıllardır yan yana yaşamaktadır ve barışçıl bir ilişkileri vardır. Farklı pek çok dinî grup da vardır: Hıristiyanlar, Zerdüştler ve Yahudilerin yanı sıra, Sünniler de çoğunlukla sınır bölgelerinde bulunmaktalar. Bu etnik ve dinî farklılıklar İran’ın tarihsel ve kültürel zenginliğidir ve kıymetlidir. Ancak geçmişte olduğu gibi bugün de milliyetçilik yapanlar vardır ama kanun önünde herkes İranlı vatandaşlardır. Bütün bunların yanı sıra, resmi din İslam’dır ve doğal olarak Şiilerin imtiyazları daha fazladır. İran’da mevcut hâkim siyaset, yekpare ve tek elde toplanmıştır ve farklıkların daha az öne çıkmasına izin vermektedir. Resmi dil Farsça, resmi din Şiiliktir ve bu durum doğal olarak diğer gruplarda memnuniyetsizliklere sebep olabilmektedir.
 
Dünyabizim.com / İpek Coşkun

Çeviri: Ana Rezaie, Zey
adminadmin