Kültür
Giriş Tarihi : 12-08-2018 14:00   Güncelleme : 12-08-2018 14:00

Allah Rasülü'nün Çilelerine Örnekler

Allah Rasülü'nün Çilelerine Örnekler

Âlemlerin Yüce Rabbi Allah’a hamd, O’nun Sevgili Rasûlü’ne de salât ve selâm olsun!

Hepimiz çok iyi biliyoruz ki davaların en yücesi ve en kutsalı Allah’ın (cc) davası, insanların en seçkinleri ise, O’nun davasını insanlığa anlatan Nebî’leridir. Onların ardından da bu davaya gönül vermiş, bunun için çırpınmış, bu sevda ile yanmış, derdiyle dertlenmiş, ”bir insanın hidayetine vesile” olmanın çabasına düşmüş, ümmet için çırpınmış, gözyaşları dökmüş “Allah Sevdalıları” gelir. Bunlar sırasıyla, Peygamberlere en yakın insanlardan başlamak suretiyle, bugüne dek bu yolda gayret gösteren kimselerdir. Allah’ın izniyle kıyamet sabahına kadar da bu böyle devam edecektir.

Onlar, “peygamberlerin varisleri”dir.

Onlar toplumların dirilişine vesile olmuşlar; hayatlarını bu davaya hasretmişler, ömürlerini bu yola vakfetmişlerdir.

Onlar bu hakikat ışığında İslâm’ı canlı bir şekilde yaşamışlar ve insanların da yaşamalarını sağlamaya çalışmışlardır.

Şüphesiz ki bu ince ve hikmetli yolun bizler için biricik rehberi Allah’ın sevgili ve seçkin Peygamberi Hazreti Muhammed Mustafa Sallallahü Aleyhi ve Sellem Efendimiz’dir. O, Allah’ın emrettiği hususları nasıl hayata geçirmiş ve insanlığa nasıl tebliğ etmiş? İşte bizim için daima araştırılması, üzerinde durulması ve uygulanması gereken konu budur. Din tebliğcisinin yegâne hedefi bu olmalıdır.

O’nun bu uğurda çektiği çileler ise satırlara sığmaz aslında. Ancak bir miktarıyla bizler onun bu gayret, çaba, sabır ve çilesinden örnekler alabiliriz.

Bütün peygamberler çile çekmiştir. Hem de yıllarca bitmeyen çileler. Bir kısmının kıssaları bize Kur’an-ı Kerim’de anlatılır. Bir Yusuf aleyhisselamın çocuk yaşta başlayan çilesi hakikaten insana hayretler verir. Nuh aleyhisselamın 950 yıllık tebliğ hayatı bizler için nasıl da büyük bir ibrettir.

Daha niceleri. Ama hemen yanı başımızda bulunan Peygamber (sav) Efendimizin hayatı yetiyor bizlere.

Mekke’deki 13 yıllık çilesi. Hanımı Hatice annemizin ve amcası Ebu Talibin vefatları.

Kendi üzerine namaz kılarken konulan deve işkembesi. Mübarek dişinin kırılması vb.

Müslümanlara uygulanan ambargolar. Daha neler neler… Yasir ailesi ve Bilaller… Neler çektiler neler. Kimileri şehadete uçup gittiler.

Evet. Rasûlullah (sav), Mekke’de tebliğ ve davet ortamının iyiden iyiye sıkıştığını görmüş ve bir çare arayışı olarak Taif’e yönelmişti. Ama Taif zorbaları Peygamberimizi reddetmekle kalmadılar, O’nu taşlatarak her tarafını yara-bere içinde bıraktılar. Taif’ten geri dönen Peygamberimiz (sav) bitkin ve yorgun bir halde, doğduğu şehrin yakınlarına geri geldi. Ebû Leheb kendisini yasa dışı ilan etmişti; bu durumda Rasûlullah (sav) şehre girmeyi uygun bulmadı. Önce, Mekke’nin ılımlı liderlerinden biri olan Ahnes b. Şerik’e kendisini himaye etmesi için bir haberci gönderdi, ama o bu teklifi reddetti. Bunun üzerine bir başka lider Süheyl b. Amr’a haberci gönderdiyse de yine sonuç alamadı. Nihayet üçüncüsü, Mut’im b. ‘Adiy O’nu korumayı kabul etti: Yanında silahlı oğullarıyla birlikte Hz. Muhammed’i (sav) karşılayıp, önce tavaf etmesi için Kâbe’ye, sonra da kendi evine kadar götürdü ve tüm şehre, Muhammed’i (sav) kendi himayesine aldığını ilan etti. Mut’im bin Adiyy’in işte bu iyiliği yüzündendir ki, Rasûlullah (sav) Bedir Savaşı’nda esir düşen Kureyşliler’le ilgili olarak şunları söylemişti:

“Eğer Mut’im hayatta olsaydı ve benden bu iğrenç adamların serbest bıra­kılmasını istemiş olsaydı, ben onun hatırı için bunları serbest bırakırdım.” (Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi )

O, bütün bu gayret ve çaba içerisindeyken hedefi neydi acaba? Bakınız bu konudaki şu ifadelerine:

"-Benim ve sizin benzeriniz; ateş yakan, içine çekirge ve pervaneler (böcekler) düşmeye başlayınca onları ateşten uzaklaştırmaya çalışan adamın benzeri gibidir.

Ben sizi ateşe düşmekten korumak için eteklerinizden tutup (asılıyorum). Hâlbuki siz elimden kurtulup ateşe koşmaya çabalıyorsunuz.” (Müslim, fezâil 19.)

Ne güzel bir temsil değil mi? Gerçekten de Cevamiu’l-Kelîm olan Efendimiz’in (sav) bu şekilde pek çok anlatım ve izah kabiliyetleri vardı.

TEBLİĞ GAYRETİ VE ÇİLESİNE ÖRNEKLER

Müdrik el-Ezdî şöyle anlatmaktadır:

“Babamla birlikte hac yapıyordum. Mina'ya gelip konaklayınca, bir toplulukla karşılaştım. Babama:

-Bu cemaat ne için toplanmış, diye sordum. Babam:

-Kavminin dinini terk etmiş olan şu kişi için, dedi.

İşaret ettiği tarafa bakınca Rasûl-i Ekrem Efendimiz'i gördüm:

”-Ey insanlar! Lâ ilâhe illâllah, deyiniz de kurtulunuz!” diye sesleniyordu.

İnsanlardan kimi onun yüzüne tükürüyor, kimi başına toprak saçıyor, kimi de ona sövüp sayıyordu. Öğleye kadar bu hâl devam etti. O sırada, yakası açılmış bir kız, içinde su bulunan bir kap ve elinde bir mendil olduğu hâlde geldi. Ağlıyordu. Fahr-i Kâinât Efendimiz kabı alıp sudan içti, elini yüzünü yıkadı. Başını kaldırıp:

“-Kızcağızım, yakanı başörtünle ört! Baban hakkında tuzağa düşürülüp öldürülecek ve zillete uğrayacak diye korkma!” buyurdu. Bunun kim olduğunu sorduk. “Kızı Zeynep!” dediler.” (Heysemî, Nureddin, Mecmeu’z-Zevaid, Beyrut, 1994, VI, 21.)

Sahâbe-i Kiram’dan Abdullah b. Amr b. As’tan (ra), müşriklerin Hz. Peygamber’e (sav) yaptıkları eziyetlerin en ağırlarını anlatması istendiğinde şu olayı anlatmıştı:

Ukbe b. Ebî Muayt, Hz. Peygamber (sav), namaz kılarken elbisesini boynuna sararak onu boğmaya çalıştı. Ukbe’nin bu saldırısından Rasûlullah’ı (sav)  Hz. Ebû Bekir (ra) kurtardı. Sonra da: “Rabbim Allah, diyor diye bir adamı öldürecek misiniz?” mealindeki Mü’min Suresi’nin 28. ayet-i kerimesini sonuna kadar okudu. (Buhârî, “Fezailü Ashabi’n-Nebî”, 5.)

 Yine bir gün Peygamberimiz(sav), Beytullah’ın yanında namaz kılıyordu. Etrafında da Ebû Cehil ve arkadaşları oturuyorlardı. Bu sırada Ebû Cehil : “Hanginiz falanların deve işkembesini getirip secde ettiği zaman Muhammed’in sırtına koyar?” dedi. Oradakilerin en şerlisi Ukbe b. Ebî Muayt, ben getiririm diyerek deve işkembesini getirip Peygamberimiz secdeye vardığı sırada sırtına koydu. (Buhârî, “Salât”, 21; “Menâkıbü’l-Ensar”, 29.)

Ukbe’nin bu hareketi üzerine oradakiler gülmeye başladılar ve gülmekten birbirlerinin üzerine yıkıldılar. Rasûlullah, mübarek başını deve işkembesinin ağırlığından dolayı secdeden kaldıramıyordu. Nihayet Fatıma (r.anh) geldi ve sırtındaki deve işkembesini yere attı.

Hz. Peygamber: “Allah’ım Ebû Cehil’i, Utbe b. Rabia’yı, Şeybe b. Rabîa’yı, Velid b. Utbe’yi, Ümeyye b. Halef’i, Ukbe b. Ebî Muayt’ı sana havale ediyorum!” buyurdu. (Buhârî, “Cizye”, 21.)

Allah’ın takdiriyle bunların hepsinin leşleri Bedir kuyularına atılmıştı.

Allah’ın seçkin Peygamberi, insanların ebedî kurtuluşu için gayret ederken onlar tarafından nasıl da işkencelere tabi tutuluyordu. Nefsin ve şeytanın esiri olan bu kimseler, ölümle birlikte bu gerçeği anladıkları zaman, iş işten çoktan geçmiş olacaktı. Halbuki Allah’a teslim olmak cennetlere uçmaktı. Hani Yasin Sûresi’nde anlatılan o zat gibi. Kavmi tarafından öldürüldüğü zaman kendisine:

"Haydi gir cennete!" denildi. O da dedi ki: "Ne olurdu kavmim bilseydi! Rabbimin beni bağışladığını ve beni kendilerine ikram edilen kullarından kıldığını." (36 Yasin 26, 27)

İşte gerçek mü’minlerin güzel sonucu! Rabbimiz cümlemize böylesine bir sonuç ihsan eylesin!

Bu güzel insanlar ölüm anında bile o inkâr eden kavimlerini düşünüyor ve ‘keşke onlar da iman etseydi de bu güzel cennetlere kavuşsaydı’ diye üzülüyorlardı.

Bugün onlarca günah, haram içerisinde yaşayarak ahiret hayatını mahveden insanlara üzülmez miyiz? Başta kendimiz ve aile efradımız için çabalamalı ve tabii ki bu arada diğer kardeşlerimizi de düşünmeliyiz. Nemelazımcılık zaten yok inancımızda.

Ne acıdır ki günahlar küçüldü gözlerimizde. Hatta alıştık onlara. Eskiden bir “açıklık” vardı ki abes karşılanır ve günah olarak görülürdü. Şimdi normalleşti ne yazık ki! Evvelce ‘haramdır, günahtır, cezası vardır’ derken şimdi hepsi unutuldu. Tabii hayâsızlık da aldı başını gitti. Ne yazık ki genç kız ve erkeklerimiz şortla dolaşır oldu. Böyle bir hayatın içerisinde acaba nasıl ibadet ve kulluk yapılabilir ki? Yüz kızarması diye bir değerimiz vardı ki atıldı, yok oldu gitti.

Yanıyor içimiz… Sokakları gördükçe. Acil çareler düşünülmeli. Nesiller mahvoluyor. Düşmanlarımız kesinlikle bu duruma seviniyor. Aile yıkımları gün geçtikçe artıyor. Evlilikler geç kaldıkça zinalar artıyor. Kadına maddi imkânlar artırıldıkça evlilik istemiyor ya da kolayca ayrılıyor. Herkes lise ve üniversite okumak mecburiyetinde mi? Başka sahalarda elemana ihtiyaç yok mu? Sanayiler ve inşaatlarda çalışan insanımız kalamadı neredeyse.

Allah Rasûlü (sav) Efendimizin çilelerine bakıp O’nun tebliğ, irşad ve insanları cehennemden kurtarma gayretlerini gördükçe, ‘Acaba bugün içimizde dolaşsa ne der, nasıl bir davranış sergiler’ diye düşünmemiz gerekmez mi?

Muzaffer Dereli / Diriliş Postası

adminadmin