Kültür
Giriş Tarihi : 09-09-2018 10:00   Güncelleme : 09-09-2018 10:00

Allah ve Rasûlü'nün çağrısına kulak vermek

Allah ve Rasûlü'nün çağrısına kulak vermek

Yaşadığınız hayat içerisinde çok çeşitli insanlarla ve pek farklı durumlarla karşılaşıyorsunuz. Belki çok güzel şeyler beklediğiniz bir insandan, tam zıt şeyler görüveriyorsunuz. Bu durum ise en belirgin olarak, bir ticarette, bir menfaat noktasında kendisini gösteriveriyor. Ve diyorsunuz ki;

 “İyi bir kul olmak, övgüye lâyık olanlar arasına girmek kolay değilmiş.” İşte o zaman cennet ehli insanların ya da hesapsız olarak oraya gireceklerin neden az olduğunu anlayıveriyorsunuz.

Gerçekten de öyle! Hayat baştanbaşa bir imtihandır. Bu imtihanı kazanmak da kolay değildir. Menfaatlerle Allah’ın rızası çakıştığı zaman, Allah’ı tercih etmek... O’nun ve Rasûlü’nün çağrısına kulak vermek... Hakikaten her kişinin işi değil, er kişinin işidir bu. Keşke bizler de o kervandaki kullara, o güzel erlere katılabilsek.

Onlar ki; Allah ve Rasûlü’nün çağrısına hemen kulak verirler.

 “-Aralarında hükmetmesi için Allah’a ve Elçisine çağrıldıkları zaman, inananların sözü ancak; ‘işittik ve itaat ettik’ demeleridir. İşte umduklarına erenler bunlardır, bunlar.” 24 Nûr 51.

Ne güzel sevgi ve ne güzel itaattir bu kardeşlerim! Ama onların gıdası budur. O’nu anmak, O’nu zikretmek... O’nun için ağlayınca huzur bulur gönülleri... Başka hiç bir şeyden bu hazzı alamazlar:

 “-Onlar îman etmişlerdir ve kalpleri, Allah’ı anmakla yatışır. İyi bilin ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” 13 Ra’d 28.

Bir kul ki; ona bütün nefsani arzu ve istekler kendisini arz ederken o, Allah’ı ve Rasülü’nü tercih ediyor. Rabbi onu sevmez mi?

Ona melekler hayrandır, hem cennet de müştak,

 Kulluğundan razıdır, lûtfeyler Cenab-ı Hakk,

 Tek sevgi vardır gönlünde, gayriyi atmıştır,

 Zira Allah, bedende bir tek kalp yaratmıştır.

Ahzab sûresi dördüncü âyet-i kerîmede bu manâ şöyle dile getirilir:

“-Allah, insanın içinde iki kalp yaratmamıştır.” 33 Ahzab 4.

İşte kulluğun farkı burada. Tek kalbe, tek sevgi... Bunun karşılığını orada görecekler. Sevgiye göre Allah’ın cemalini seyredecekler. Bu ne büyük mutluluk! Kâfir ve münafıklar ise, Allah’ın cemalini görmekten ebedi mahrum kalırken, mü’minler, dünyada Allah’a olan muhabbetlerinin derecesine göre O’nun cemaline bakacaklar. Hem de ayın on dördünü seyreder gibi sıkıntı çekmeden… Kimileri sık sık, kimileri de aralıklarla. İşte o gün insan daha çok göremediğine üzülecek.

SEVGİYLE İBADET

Bu güzelliğe ulaşmaksa ancak, sevgiyle ve aşkla Allah’a ibadet etmeye bağlıdır. Sevgiyle ibadet etmek o kadar önemlidir ki kardeşlerim; onu tarif etmeye imkân yoktur. Hani bir insanın sanatını, sanat eseri meydana getirmekle, para kazanayım kabilinden yapması arasındaki fark gibi...

Allah’a kulluk ifasında da; namaz kılayım, borcumu ödeyeyim, diyerek kılmak nerede; Rabbimize ibadet edeyim, zira bu, O’na çok daha lâyıktır, diyerek kılmak nerede?

 Birisinde geçiştirme akla gelirken diğerinde; istek, arzu ve aşk akla gelir. Böyle ibadet eden kulun kalbi de, Rabbinin harici olan her şeyden arınma yolundadır. O’nu koyar kalp âlemine... O’nun muhabbetiyle doludur gönlü... Bakışı, görüşü, düşünüşü O olur daima.

İşte böyle bir kulun hali Kudsî hadiste şöyle belirtilir:

Efendimiz (sav) dediler ki;

“- Yüce Allah şöyle buyurdu:

Kim benim velilerimden birine düşmanlık ederse, ona harp ilân ederim. Kulum kendisine farz kıldıklarımdan, Bana göre daha sevimli hiç bir şeyle bana yaklaşamamıştır.

Kulum nafile (ibadet)lerle Bana yaklaşmaya devam eder. Nihayet Ben de onu severim.

 Onu sevdiğim zaman işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, ve yürüyen ayağı olurum. Benden bir şey dilerse onu veririm. Bana sığınacak olursa onu elbette korurum.” Buharî, rikak 38.

Cenab-ı Hakk’ın kulunu sevmesi ve sevdiklerine düşman olanlara da harp ilan etmesi... Bu, o kimseler için ne büyük bir saadet! Rabbimizin bu sevgiyi, onlara bu yakınlığı ifade ettiği cümlelere tekrar bakınız;

“İşiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum.”

Bu manâyı bir düşünelim;

Evet, bu manâ Allah’ın insana; “şahdamarından daha yakın” olduğunun bizzat ispatıdır ki; her kul bu manâya ulaşmak ve onu yaşamakla yükümlüdür. Ne mutludur bunu yaşayanlara!

Kudsi hadisten netice çıkarabilmek için, onu iyi tahlîl ederek anlamak gerekir. Cenab-ı Hak evvela, Kendisine dost seçtiği kullarından bahsediyor. Sonra da onların sıfatlarını sayarken; farzları mutlaka en iyi şekilde yerine getirerek ilk ve en önemli yaklaşımı bununla elde ettiklerini haber veriyor. Buradan, Rabbimiz katında en sevimli ve en kıymetli ibadetlerin farzlar olduğunu anlıyoruz.

Ama Allah’ın sevgisini elde etmek bunlarla yeterli olmuyor. Bu sevgiye kendisini adayan kul, Rabbine ibadetlerini artırıyor. Efendimiz’in (sav) Sünnet-i Seniyyesine sarılarak, nafile ibadetlerini sürekli bir halde devam ettiriyor. Namazı, orucu, tefekkürü, zikri ve gece ibadeti çoğalıyor. Seherlerde ibadet ve zikir ederken Ümmet-i Muhammed’e dua etmeyi de ihmal etmiyor. Maksadı Rabbinin yolu olduğu için, kulları bu yola davet etmek de onun vazifesidir. Ahlâken de Efendimiz (s.a.v.)’e uyma gayretinde olduğu için Rabbine yaklaşmış ve Yüce Rabbi de onu sevmiş oluyor.

Hadisin son bölümünde ise bu sevginin mecazi ifadesini görmekteyiz. Rabbimiz kulunu öyle seviyor ki; onun eli, ayağı, gözü, kulağı oluverdiğini haber veriyor. Bu ifadeler, kulun Rabbine ne kadar yakın olduğunun işaretleridir. Tabii ki bunları mecazen düşünmelidir. Yoksa Cenab-ı Hakk’ın insan gibi eli, ayağı düşünülemez.

Bu kullar; ticaretlerini yaparken O yüce Allah’ın hükümlerini gözeterek yaparlar. Hakka ve hukuka riayet ederler. Ticaretin, maddenin ve para sevgisinin, kalplerine girerek kendilerini Cenab-ı Hakk’tan alıkoymasına asla müsaade etmezler.

Sahabenin büyüklerinden Abdurrahman b. Avf Hazretleri, namazdayken aklına gelen kervanını, kendisini Rabbinden alıkoydu diyerek bütün teferruatıyla tasadduk etmişti.

Bu seçkin kullar; namazı Rabbiyle muhabbet bilirler. İşi için, ticareti için onu kesinlikle terk etmezler. Gerekirse dükkânını kapatır, makinasını durdurur ve Rabbinin davetine icabet ederler. Zira onlarda Allah aşkı vardır.

Bu seçkin kullar; mal sevgisinin kendisine galip gelmesiyle zekâtlarını asla aksatmazlar. Allah’ın kendisine verdiği rızıktan, emredilen şekilde ve emredilen yerlere verirler. Çünkü bilirler ki; vermedikleri her zekât hakkı dünyada da, âhirette de kendileri için felâket olacaktır.

Ve o kullar ki; her zaman ve mekânda Rabbini zikrederler. Elleri işindeyken, gönülleri O’nu zikreder. Gözyaşları O’nun için akar seherlerde, tenhalarda... Evet kardeşlerim, ne güzel kullardır onlar. Rabbimiz o salih kullarının içine bizleri de dahil eylesin. Her ne kadar onların amellerini işleyemiyor isek de, onları seviyoruz ve biliyoruz ki; “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” Müslim, birr 165.

GERÇEK KULLARIN GIDASI

Allah’ı anınca gönülleri rahat ve huzur bulan o kulların gıdası Allah sevgisidir... O anılınca gönülleri kıpırdanır, göz pınarları çağlar ve O Sevgili’nin sevgisini kaybetmekten dolayı korku duyarlar onlar...

Rabbimiz, bizlere de bu sevgini nasip eyle!

Bazen bir sohbet, bir vaaz dinleriz de, gönüllerimiz yatışır; huzur ve saadete ereriz. Hele bu sohbeti yapan zat ilmiyle amil, aşk ve muhabbet eri bir kimse ise, kalplerimize Allah sevgisinin şırıl şırıl aktığını ve iliklerimize kadar titrediğimizi hissederiz.

Pekâla, bu sohbeti, bu nasihati yapan kimse Kâinatın en sevgilisi olan Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz ise... Haydi, biz de dinleyici isek... Keşke olsaydık değil mi? O güzeller güzeli insanlık önderini ve Kur’an timsâlini görseydik, dinleseydik, beraber olsaydık... O’na bir bende de, biz olsaydık... O’nun için bir “kılıç darbesi de, biz alsaydık”... Ama bütün bunlar O’nun davasına sahip çıkmakla bugün de olabilir sevgili kardeşlerim! Evet, sahabeden İrbad b. Sariye der ki:

 “-Rasûlullah (sav) bize bir gün sabah namazından sonra tesirli bir vaaz etti. (Öyle ki) o nasihatten gözler ve kalpler ürperdi.” Tirmizî, ilim 16.

Sevgi, saygı ve muhabbet... Kin ve garazdan uzak bir gönül temizliği... Emredileni yapmak ve hürmetle teslim olmak... Onların özelliklerinden bir kısmıdır bunlar. Rabbimiz bunlara şöyle işaret buyurur:

 “-Onlar ki, Allah’ın ulaştırıp (yerine getirilmesini) emrettiğini ulaştırırlar. Rablerinden derin bir saygıyla korkarlar ve hesabın kötüye gitmesinden endişe duyarlar.” 13 Ra’d 21.

Bu güzel kullar, o salihler, o dostlar... O gönüllerinde hüzün ve endişe bulunan kimseler... Gerçekten onlar Rablerinden korkar, titrer ve bu korkuyla gözyaşı dökerler. Onların bu korkuları kendilerini dünya zevklerinden ve rahatlığından alıkoyar. Allah için çileye, uykusuzluğa, açlığa razı olurlar. O’na yakarır, O’ndan ister ve O’na sığınırlar. Yine O’nun için kendilerine verilen rızıktan infak ederler.

Bütün bu gerçekleri Cenab-ı Hak bir ayet-i kerîmesinde şöyle haber vermektedir:

 “-Onların yanları yataklarından kalkarak korkuyla, umutla Rablerine yalvarırlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar.” 32 Secde 16.

Pekâlâ! Onlar niçin bu ıstıraplara katlanıp, nefislerine eza ve cefa ediyorlar acaba? Bir kere nefsin şerrinden Alah’a sığınırlar. Çünkü “nefis kötülüğü emredicidir.” 12 Yûsuf 53

Bir de onlar bizim bilmediğimiz, görmediğimiz, idrak edemediğimiz şeyleri biliyorlar.

 “-De ki! Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.” 39 Zümer 9.

Peygamberimiz (s.a.v.) de bunun için çok ağlarlar, az gülerlerdi. O da çok zaman yatamaz, ayetler nazil oldukça korku duyar, haşyetle ağlar ve ümmetine nasihat buyururlardı. Ve O şöyle diyerek bu hallerini ve ıstıraplarını dile getirirlerdi:

Enes (r.a.) anlatır: Rasululah (s.a.v.) bir hutbe îrad etmişti. Onun benzerini hiç işitmedim. Buyurdu ki; “- Şayet siz, benim bildiğimi bilmiş olsaydınız; elbette az güler, çok ağlardınız.” Tirmizî, zühd 9.

“Bunun üzerine Rasululah (s.a.v.)’in ashabı, ağlayarak yüzlerini örttüler.”

O’nun bildiklerini tahmin etmek mümkün değil kardeşlerim. Sonra O’nun Rabbinden korkusu, O’na olan saygısı ve ürpertisiyle, sevgisi de ölçülemez. O, şüphesiz ki Alemlerin Efendisidir. O, eşsiz bir insandır. O’nun namazı da, orucu da, dua ve niyazları da bambaşkaydı.

ALLAH’I HATIRLATAN KULLAR

Gerçek mü’minler de O’ndan örnek alırlar hayat tarzlarını... İbadetleri şuur ve idrak doludur. Kimin diyarında ve kimin huzurunda olduklarını düşünürler daima. İşte bunun için namazlarında saygı ve korku içindedirler. Ve bunun için de kurtuluşa ermişlerdir:

 “-Mü’minler gerçekten korktuklarından kurtulup, umduklarına kavuşmuşlardır. Onlar ki, namazlarında saygı dolu bir korkuyla eğilirler.” 23 Mü’minûn 1-2.

Onların bu korkulu halleri bir başka ayet-i kerimede şöyle belirtilir:

 “-Şüphesiz o kimseler ki, onlar Rab’lerinin korkusundan dolayı, daima haşyet üzere bulunan kimselerdir.” 23 Mü’minûn 57.

Gerçekten de kardeşlerim, onların övülen bu halleri hayrete şayandır. Daima korku üzere, Cenab-ı Hakk’la olabilmek kolay mıdır?

Bakınız onların bu durumları hayatta kendisini nasıl tezahür ettiriyor:

 “-O kimseler ki; ayakta iken, otururken ve yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerlerin yaratılışı hakkında iyice düşünürler. Şöyle derler:

Ey Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın, Sen batıl şey yaratmaktan münezzehsin. Bizi cehennem azabından koru!” 3 Al-i İmran 191.

Demek ki onların özelliklerinden biri de Rablerine dua ve niyaz ederek O’nun azabından yine O’na sığınmalarıdır.

İşte yalvarma ve anma yine bir ayet-i kerimede şöyle bir araya getirilir:

 “-Rabbını sabah-akşam içinden; yalvarıp yakararak, ürpererek; yüksek olmayan bir sesle an, gafillerden olma!” 7 A’raf 205.

Âlemlerin Sultanı Rabbine dua ederken, korku duymayan bir kalpten O’na sığınıyorlardı. İşte bu hakikati dile getiren duaları şöyledir:

“- Ey Allah’ım! Faydasız ilimden, korkusuz kalpten, doymayan nefisten ve kabul olunmayan duadan Sana sığınırım.” İbn Mace, zühd 4.

Bütün bunlar gösteriyor ki; gerçek mü’minler Rab’lerine gönülden bağlıdırlar. O anılınca gözleri yaşarır, kalpleri ürperir. O’ndan haberler ulaşınca yani O’nun ayetleri okununca O’na imanları ve bağlılıkları bir kat daha artar.

Aslında bütün ayet-i kerime ve hadis-i şerifler mü’minin tarifini veriyorlar bizlere. Yani, ölçü ortaya konuyor. Bizler anlatıldığı şekilde olmalıyız. Çünkü mü’miniz diyoruz. Demek ki, bizden bu özellikleri taşımamız isteniyor. O halde, gösterilen hedefe doğru ilerlemek, mü’minler olarak bizim en büyük gayemiz olmalıdır. Bu özellikleri yakaladığımız zaman Rabbimizin istediği ve sevdiği bir kul olacağımızdan ,“ görüldüğü zaman Allah’ı hatırlatan kullardan” sayılmamız mümkün olacaktır. İşte Rasul-i Ekrem (sav) Efendimizin şu hadis-i şerifleri bu hakikati dile getirmektedir: Rasulullah (sav) bir gün;

“-Size en hayırlınızı haber vereyim mi?” diye sordular. Ashab: -Evet, ya Rasûlallah, dediler. Buyurdular ki: “Sizden o kimseler en hayırlıdır ki, onları görenler aziz ve celil olan Allah’ı hatırlarlar.” Müslim, zikir 73.

Muzaffer Dereli / Diriliş Postası

adminadmin