Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 16-07-2013 08:17   Güncelleme : 16-07-2013 08:17

ALLAH'I ALDATTIĞINI ZANNEDENLER

İnsan yaşamını düzenleyen kurallar ilahi veya beşeri kökenlidir

ALLAH'I ALDATTIĞINI ZANNEDENLER
İnsan yaşamını düzenleyen kurallar ilahi veya beşeri kökenlidir. Toplumu oluşturan her birey inancı doğrultusunda bu kurallar çerçevesinde hareket eder. Kurallara uymadığı durumda yapılan hata, yanlış veya suçun cezası, bu kuralları düzenleyen sistemin ceza kısmı tarafından verilmektedir. Beşeri kökenli sistemlerde ceza olayı tamamen bu dünyaya yönelik olup yasal mercilerin suçu kanıtlaması durumunda yargı sistemi gerekli cezayı çeşitli kriterleri göz önüne alarak vermektedir. Beşeri sistemlerde yakalanmadığınız sürece yaptığınız suçun karşılığını görmek olası değildir. Yapanın yaptığı yanına kar kalır. İlahi kökenli olan dinsel sistemlerde ise olay çok daha farklı boyutta gerçekleşmektedir. İlahi sistemlerde, yapılan yanlışların toplumdaki diğer bireyler veya toplumsal sistem tarafından fark edilip edilmemesine bakılmaksızın tanrı tarafından cezalandırılacağı ve zerre miktarı da olsa karşılığının verileceği bilinmektedir.

Merkezinde Allah'ın ve Ahiret Gününün bulunduğu ilahi sistemlerde bireyin irade ve vicdanı, en önemli karar alıcı, hesap verici ve uygulamaya geçirici olarak rol alır. Zira bir eylemi gerçekleştirmeden önce vicdan ve irade ikilisi çerçevesinde olay değerlendirilmektedir. Vicdan ve irade doğrudan Allah'ın muhatabı olarak bu süreç gerçekleştirilmektedir. Bu aşamada toplumda egemen olan yasaların varlığı ve olayın dünyevi yönü kesinlikle belirleyici değildir. Önemli olan Allah'ın emirleri doğrultusunda ve Kıyamet Gününde hesap verilerek aklanabilecek şekilde uygulama yapmak ve sonuca ulaşmaktır. Allah'a verilen sözlerin tutulması ve emirlerin yerine getirilmesi, bireyin kendi iç dünyasındaki muhasebenin sonucudur. Bu sonuca hiçbir dünyevi kurum etkide bulunamaz, cezalandırma yapamaz. Tıpkı Allah'a yapılan bireysel ibadetlerin karşılığını Allah'tan başkasının takdir edip karşılığını veremeyeceği gibi. Dinlerin özgün tarafı da, bireyin yaptığı davranış ve uygulamalarda doğrudan Allah ile muhatap olmasıdır. Kişinin karakterinin sağlam, nefsanî isteklerinin gemlenmiş olması, bireysel çıkarlarının hiçbir zaman ön planda olmaması, toplumsal faydanın Allah'ın emrettiği doğrultuda sağlanması bu yapının gerçekleşmesinde etkendirler. Hiçbir yazılı belge, kolluk kuvveti ve kurumsal yapı insan üzerinde bu düzeyde etkili olamamaktadır.

Bireyin doğrudan bu sorumluluk düzeyine sahip bir şekilde hareket etmesi oldukça zordur. Ancak olanaksız da değildir. Beşer aşamasından insan olma aşamasına geçmiş ve bu konuda mesafe almış bireyler için bu olay çok sıradandır. Bu süreci tamamlayamamış, dünyevi makam ve mevki edinme, mal kazanma, otorite kullanarak bireysel tatmin sağlama, kendisine yapıldığına inandığı zulmün karşılığında uygulamaya gitme gibi hastalıklara yakalanmış kişiler bu davranışı gerçekleştiremezler. Aksine mevcut konumlarını korumak ve hırslarını tatmin etmek için dünyevi işlerini kanunlara uydurdukları gibi dinsel işlerini de aynı mantıkla dünyaya uydurma cihetine gitmektedirler. Bu bağlamda tarihte başvurulan ve hile-i şeriyye olarak nitelenen uygulama sıklıkla kullanılmaktadır. Hile-i şeriyye kavramı, Allah tarafından emredilen fakat sonuç olarak işimize gelmeyen herhangi bir uygulamada dünyevi kaygıları giderici ve çıkar sağlayıcı, ancak Allah karşısında sorumluluğu gideremeyen, şeklen kanunlara uyan sahte uygulamadır. Olayın en kötü tarafı ise bu tip uygulama yapanların Allah'a inanması ve Allah'ın emirlerini dinlediğini öne süren bireylerin Allah'ı da aldattığını sanmasıdır. Oysa Allah, tüm kalpleri ve kimin ne yapmak istediğini en ince ayrıntısına kadar bilmektedir. Kişinin çevresindekileri kandırmış veya ikna etmiş olmasının Allah nezdinde zerre kadar değeri olmadığı gibi, kötülüğün de zerre miktarının hesabının verileceği gerçeğinden kişiyi kurtaramamaktadır.

İçinde yaşadığımız toplumumuzda özellikle boşanma konusunda hile-i şeriyye yöntemi sıklıkla kullanılmakta, yapılan kelime oyunları ile olay sulandırılmaktadır. Sonucun kişinin ve toplumun hoşuna gitmesi olayın yanlışlığını ortadan kaldırmaz. Allah'a karşı sorumlu, ciddi, adil ve dürüst olmak gerekirken, insanlar Allah'ı aldatmanın yollarına başvurmaktadırlar. Evlilik ve boşanma konusunda herkesin duyarlı olması ve nefsine kapılıp hata yapmaması için konulan katı kural altüst edilmekte, bu kurumlara karşı olan duyarlılık yok edilmektedir.

Aynı durum vicdanen rahatsız olunan tüm konularda alınması gereken doğru tavrın, dünyevi çıkar ve kaygılarla yerine getirilmemesi durumunda da ortaya çıkmaktadır. Bir uygulamada adaleti gerçekleştirmek için gerekeni yapamayanların, şeklen çıkış yolu arayarak sorumluluğu başka bireylerin üzerine atmasında da bu yaklaşım görülmektedir. Oysa yapılan iş veya eylem yanlış ise, Allah da bu konuda koyduğu emirler doğrultusunda adaletten ayrılmamayı emrediyorsa, yapılacak ilk iş Allah'ı hoşnut etmektir. Kulların gönlünü alacağım, makam başta olmak üzere dünyevi kazanımlarımı koruyacağım düşüncesi ile adaletten ayrılmak, yanlış bir uygulamaya göz yummak, dünyevi cezalandırma mekanizması karşısında diğer bireylere sorumluluk yüklemeye çalışmak, ahlaki olmadığı gibi Allah katında da sorumluluğu giderici bir davranış değildir. Sonuçta suç veya hata net bir şekilde gerçekleşmektedir. Uhrevi ve dünyevi cezalandırma mekanizmalarından kaçılması da söz konusu değildir. Ancak beşeri adaletten, olayın göz ardı edilmesi veya sırtın dayandırıldığı egemen güçler sayesinde kurtulmak olasıdır. İlahi adaletten ise kurtulmak hiç bir koşulda mümkün değildir. Kâğıt üzerinde yazılı veya kapalı kapılar ardında sözlü olarak yapılan hile-i şeriyye olarak nitelendirilecek yanlış uygulamaların hesabı Kıyamet Gününde kesinlikle verilecektir.

Gerçek inanan ve nefsini ıslah etmiş olan kişi, Allah'ın peygamberleri vasıtasıyla gönderdiği ilahi emirler doğrultusunda başkalarının kınamasına ve yermesine bakmaksızın doğru olanı yapar. Adaletten ayrılmadığı gibi ayrılanları da adalet çizgisine çekmeye çalışır. Hele hilelere başvurup sorumlusu olduğu kişilerin adaletten ayrılmasına zemin hazırlayarak kendi sorumluluğunun gittiğini zannetmez. Aksine sorumluluk duyulan muhatap kitlenin sayısı arttıkça sorumluluğun yükü de o denli artmaktadır. Bu nedenle ağır sorumluluk gereken noktalarda görev alacak kişilerin kendi yapılarını dikkate alarak talip olmaları ya da kendilerine layık oldukları noktada durarak haddi aşmamaları gerekmektedir.
Dinini ve dinsel kimliğini kullanarak, çevreyi Allah'la aldatarak elde edilen makamlarda biraz daha fazla kalabilmek için duranlar ile yönetim mekanizmasında bulunmanın dünyevi fayda sağlamasına aldanarak yönettiği kişilere ve hizmet verdiği kitleye karşı sorumluluktan kaçan, yasaları aldattığı gibi Allah'ı da aldattığını sananlar şunu unutmamalıdırlar. Sadece kendilerini ve çevrelerindekileri kandırabilirler, Allah'ı asla! Belki bu dünyanın adaletinden kaçabilirler, ancak Kıyamet Günü yapılacak olan yargılamadan ve Allah'ın adaletinden asla! Bu nedenle hileli yollarla Allah'ı ve kullarını aldatmaya çalışmaktansa, nefsin dünyevi isteklerine uymayarak sorumluluk duymak, vicdan ve irade sahibi olmak gerekir. Engizisyon tarafından ölüme mahkûm edilen bir orta çağ aydını Bruno "Tanrı, iradesini egemen kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır. Yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini egemen kılmak için Tanrı'yı kullanırlar" diyerek olayı net bir şekilde açıklamıştır.

İrade sahibi olan ve yaşamı süresince bir imtihan dünyasında olduğu sürekli hatırlatılan kişinin önünde iki seçenek bulunmaktadır. Ya her şeyden önce Allah'a karşı sorumluluk duyan peygamber gibi hakkın ve adaletin temsilcisi olmak, ya da yaptığı yanlışlarla kulların arasını açan ve sonuçta bu suçunu Allah'ın üstüne atan şeytan gibi olmak. Sınav seçeneklerinden doğru şıkkı seçenlere ne mutlu!
adminadmin