Kültür
Giriş Tarihi : 15-12-2019 09:00   Güncelleme : 15-12-2019 09:03

Anadolu’da Büyük Yağma

Anadolu medeniyetlerine ait birbirinden kıymetli arkeolojik eserler, inşaat veya maden arama bahanesiyle yağma edilerek Avrupa’ya götürülmüştür.

Anadolu’da Büyük Yağma

Anadolu, medeniyetlerin beşiği olmuş; nice eserler bina edilmiş, nicesi yok olmuş, eseri bile kalmamıştır. Zelzeleler ve sair tabii afetlerden sonra, Hıristiyanların hâkimiyeti ile, eski cemiyetlere ait mamureler tahrip edilmiş; kalanlar da Haçlı istilalarından nasibini almıştır.

Eski eser yağma ve kaçakçılığında Avrupalılar açık ara öndedir. Yunan ve Roma medeniyetine alakanın arttığı XIX. asırda, arkeoloji de ehemmiyet kazandı. Eski medeniyetlere beşiklik etmiş mıntıkalarda kazılara başlandı. Bulunan eserler yurt dışına kaçırılarak müzelerde teşhire kondu veya hususi koleksiyonların eline geçti.

Mesela Burdur’da Kremna’da 1970’te Jale İnan’ın yaptığı kazıda çok sayıda heykel bulunmuş; bunlardan birinin başı Kopenhag müzesinde çıkmıştır. Sömürgeci psikolojisinin de tesiriyle olsa gerek, dünyayı şahsi mülkleri gören Avrupalılar, buldukları eserleri memleketlerine kaçırmakta tereddüt etmemiş; geri istendiğinde ise iade etmemekte direnmiştir.

Irak’ta bulunan Hammurabi Kanunları’nın yazılı olduğu seramik sütun, Paris’te Louvre Müzesi’ndedir. Nijerya’dan Seylan’a, hatta Polinezya’ya kadar tarihî eserler yağma edilip kaçırılmıştır. Berlin, Paris-Louvre ve Londra-British Museum gibi meşhur merkezlerde arz-ı endam ederler. Bunları geri almak, biraz cazgırlık ister. Yunanistan’da bir zaman kültür bakanlığı yapan Melina Mercouri, Atina’daki Parthenon’dan çalınan bazı eserleri geri almayı becermiştir.

Sonu nereye varır?

Müzeler, bu eserlerin parayla satın alındığını söyleyerek kendilerini müdafaa ederler. Mısır’da Luksor Dikilitaşı, 1830’da bir çalar saat mukabilinde satılmıştı. Üzeri kabartmalarla süslü bir kanatlı kapı, 1895’te Nijeryalı bir köylüden tahta bir koltuk mukabilinde satın alınmıştı.

Meşhur müzeler, “İade âdeti çıkarsa, işin sonu nereye varır? Paris’teki Mona Lisa, İtalya’ya; Venedik’te San Marco’daki meşhur 4 at heykeli, Bizans’a mı iade edilecek?” diye soruyorlar. Bu müzelerin, yalnız bir devletin değil, bütün dünyanın hizmetinde olduğunu; nice kıymetli eseri alıp koruyarak yok olmaktan kurtardıklarını söylüyorlar. Herkesin gidip o eseri yerinde görme imkânı yoktur; Zaten ilim ve sanat üniverseldir, diyorlar. Bu sebeple British Museum gibi bazı müzeler ücretsizdir.

Bunda haksız değillerdir. Kıymetli bir tarihî eseri, onu muhafazadan aciz bir ülkeye geri vermek, dibi delik kovaya su doldurmaya benzer. Nitekim Kamerun’a iade edilen bazı antika heykellerin, iki defa üst üste New York’taki antikacılarda satıldığı görülmüştür. Mısır hükûmeti, Nubya’da bulduğu bazı sanat eserlerini bütçeye katkı için satışa çıkarmıştı. Mali’deki Bamako müzesinde, Fransızların bulduğu bazı antika kumaşlar küflenmiş; Kahire’de Tutankhamon’un hazinesi böcekler tarafından kemirilmişti.

Bu eserler kaçırılmayıp eski yerlerinde kalsa başlarına ne gelirdi, bilinmez. Mamafih Türkler evvelki medeniyetlerden kalma eserleri ve arkeolojik kalıntıları şuurlu bir şekilde tahrip etmiş değildir. Yeryüzünde eski milletlere ait kalıntıları dolaşıp ibret almak inananlara Kur’ân-ı kerimin emridir.

Bizde bir tarihî taşın başına gelecek en kötü şey, bir duvara konulmak olmuştur ki, bu bile bir muhafaza yoludur. Tarihî eserlere karşı hoyratlık bizde son asrın mahsulüdür. Kendi medeniyetine ait eserlere acımayanların, başkalarının hatıralarına müsamaha göstermesi zaten düşünülemez.

Yağmaya dur!

Avrupalılar, yağma kadar, eski eserleri korumayı da bilmişlerdir. İtalya’da Papalık, daha 1624’te bir emirname neşrederek, eski eserlerin yurt dışına çıkışını yasaklamıştır. Danimarka ve İsveç aynı yıllarda; Portekiz 1724, Fransa 1790 ve Almanya 1902’de benzeri tedbirleri almıştır.

Antik medeniyetlerin yaşadığı yerleri elinde tutan Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk modern müzecilik 1846’da başlar. Fethi Paşa, teşhire değer bazı eserleri Topkapı avlusundaki Aya İrini’de topladı. Bazı ecnebi seyyahların, kazılarda bulduklarını memleketlerine kaçırdığı fark edilince, bu yağmaya dur diyecek tedbirler alındı. 1869’da Âsâr-ı Âtîka Nizamnâmesi çıkarıldı. Aynı sene Topkapı Sarayı yanındaki Çinili Köşk’te Müze-i Hümayun (Arkeoloji Müzesi) kuruldu. 1875’te de halkın ziyaretine açıldı.

Bu ilk eski eserler kanunu, 1874, 1884 ve 1906’daki tanzimlerle tekâmül ettirildi. Bu mevzuat, eski eser yağmasını büyük ölçüde önledi. Demek oluyor ki, eski eser yağmasında Sultan Hamid’i suçlamak şöyle dursun, memleketimizde modern manada güzel sanatların, kütüphanecilik ve müzeciliğin kurucusu olmak itibarıyla minnet duymak icap eder.

Bu mevzuata göre bir yerde kazı için ruhsat alınacak; bulunan eserler de yurt dışına çıkarılamayacaktı. Bu hükümler günümüze kadar varlığını devam ettirmiş; ama tabii ve sosyal şartlar sebebiyle soygun ve yağma tam olarak engellenememiştir. Almanlar, Bergama, Zincirli ve Asur eserlerini; Avusturyalılar, Efes kalıntılarını; Fransızlar, Milo Venüsü, Semendirek Nikea’sı ve Myrina seramiklerini; İngilizler, Knidos ve Halikarnasos eserlerini kaçırmayı becerdiler.

"Getir, vereyim!"

Âsâr-ı Atika (Arkeoloji) Müzesi Müdürü Halid Edhem Bey, kazı izni için müracaat eden Avusturyalılara, evvelce kaçırdıklarını geri getirmedikçe izin vermeyeceğini söyledi. Onlar da Efes’ten götürdüklerinin bir kısmını iade ettiler. 1910-1914 arası Sart’ta kazı yapan Amerikalılar, harbden istifade ile bulduklarını kaçırdılar. Fakat Halil Edhem Bey, işi takip edip, kaçırılanları geri getirtti. Ağabeyi Osman Hamdi Bey de arkeolog ve müzeci idi. Çok sayıda kazıyı bizzat yürüterek, yağma ve kaçakçılığın önünü almıştır.

Bu yağmanın çoğu hükûmetten aldatıcı beyanla alınan ruhsatlar yanında, demir yolu inşaatı, maden arama gibi bahanelerle yapılmış; mahalli halkın yardımı veya göz yummasının yanı sıra, mahallî idarecilerin gafleti sayesinde cereyan etmiştir. En çok da dikkat çekmeyecek olan köylü çocuklarından faydalanılmıştır.

Bazısı tetkik, montaj ve temizleme bahanesiyle götürülmüştür. Mesela Boğazköy’de bulunan çivi yazılı tabletler, 1907’de temizlenmek ve iade edilmek şartıyla Almanya’ya götürülmüş; sonra iade edilmemiştir. Urartu eserleri gibi bazıları, müzayede firmalarından satın alınarak geri getirilebilmiştir.

Sadece Antik Çağ'a ait değil, inkılap devri umursamazlığından istifade ile cami, türbe ve tekkelerden nice tarihî sanat eserleri yurt dışına kaçırılmıştır. Kültür varlıklarının kanunsuz ithal, ihraç ve mülkiyet transferlerini önleyen 1970 tarihli UNESCO mukavelesini başta Türkiye olmak üzere UNESCO’ya dâhil Avrupa ve Amerika’daki devletlerin uzun zaman imzalamaması, öte yandan meşhur müzelerin ve müzayede şirketlerinin, bu hırsızlık mallarını iştahla kabul etmesi de iade imkânını güçleştirmiştir. Yine de Türkiye 1980’den bu yana hayli eski eseri geri alabilmiştir.

Bergama Mabedi

Osmanlı İmparatorluğu orduda ve sivil yönetimde iyileştirmeler yapmak üzere Almanya’dan mütehassıslar getirtti. Bunlar Alman menfaatlerinin takipçisi oldular. Sivil idarede çalışanlar bankacılık ve madencilik imtiyazlarını alırken, askerî mütehassıslar da memleketi kendi silah sanayileri için kârlı bir pazar hâline getirmeye muvaffak oldular. Bazı Osmanlı şehrinde Alman liseleri ve yetimhaneleri kuruldu.

Bu yıllarda Osmanlı beldelerinde tetkikat yapmak üzere kurulan Alman arkeoloji cemiyetlerinin maksadı, buralarda bulunan tarihî eserleri Alman müzelerine kazandırmaktı. Osmanlıların bu eserlerin değerini anlamadıkları için Almanlara verdiği iddiası yanlıştır. Bugün bile, kültür varlıklarının meşru olmayan yollardan yurt dışına nasıl kaçırıldığı göz önüne alınırsa, mazide yapılanlar daha iyi anlaşılır.

Schliemann, Priamos’un hazinelerini bulma uğruna bütün eski Truva’yı hoyratça, köstebek gibi kazmış, bulduklarını gizlice, yalan ve baskı ile ülke dışına kaçırmıştır. Kral II. Eumenes (İE 197-159) tarafından yaptırılan Bergama Zeus Ateş Mihrabı’nın öteden beri herkesin ağzını sulandıran parçaları kapanın elinde kalmıştır.

Bunun hikâyesi İstanbul-İzmir demir yolunun inşası sırasında bir işçinin bulduğu freskle başlamış; daha sonra Truva’ya benzer metotlarla Berlin’e götürülmüştür. İşin garibi, buradaki heykellerden bir parçası bir müddet evvel İngiltere’de bulunmuştur.

1880’lerin sonlarında Batı Anadolu’ya demir yolu döşenmesinde çalışan Alman mühendis Karl Humann tarafından keşfedilen Bergama Mihrabı’nın sadece ön kısımdaki mermer merdivenlerin altındaki astar basamaklar, yani mermer merdivenleri taşıyan alttaki kaba taştan yapılmış basamaklar kalmış; başka hiçbir şey bırakılmamıştır.

Sevkiyat, normal malzeme kisvesi altında sessizce yapılmış; kalıntılar, trenle limana taşınıp, oradan gemilere yüklenmiştir. Hakikat anlaşılınca işe el konulmuş ise de, giden gitmiştir.

Herkes bu mihrabı Sultan Hamid’in Almanya’ya hediye ettiğini söylerse de doğru değildir. Sanat tarihçisi Cevat Alnar’ın da hatıralarında açıkça beyan ettiği gibi, hükûmeti aldatarak, birtakım basit taşlar için aldıkları izinle, bu soygunu yapmışlardı. Mesele fark edilince, Almanya, faizsiz borç vermeyi teklif etti. Babıali, ispat zorluğu veya siyasi şartlar sebebiyle bu gibi hâllerde geri çekilmek mecburiyetinde kaldı..

Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci / Türkiye Gazetesi

adminadmin