Kültür
Giriş Tarihi : 04-11-2018 10:00   Güncelleme : 04-11-2018 09:59

Andımız ‘Ötekileştirmek’ İçin Yazılmış

​Andımız konusunda süreç hukuki olarak devam etse de tartışma ideolojik boyuta çoktan çekildi. Andımızı değerlendirmesini istediğimiz isimler, uygulamanın öğrenciye hiçbir kazanım sağlamamasının yanı sıra, metnin de kötü ve köhne olduğunu, Türklere Türklüklerini hatırlatmak için değil, tamamen ‘ötekileştirmek’ ya da ‘asimile etmek’ amacıyla yazıldığını söylüyorlar.

Andımız ‘Ötekileştirmek’ İçin Yazılmış

Danıştay 8. Dairesi, ilköğretim okullarında uygulanan “Öğrenci Andı”nı kaldıran yönetmelik hükmünü iptal etmesiyle birlikte bayatlamış bir tartışmanın daha fitilini ateşledi. “Öğrenci andının kaldırılması, ancak bu değişikliği hukuka uygun kılacak bir bilimsel gerekçeye dayanması halinde olanaklıdır” gibi tuhaf bir gerekçe de sunan Danıştay, 5 yıl sonra bu iptal kararını vermesinin bilimsel gerekçesini açıklayamadı.

İçerik olarak son derece sorunlu olduğu her fırsatta dile getirilen “Öğrenci Andı”nın metni, yıllar içinde bir takım değişikliğe uğrasa da ilk olarak dönemin Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip tarafından 1933 yılında yazıldı ve her sabah çocuklara okutulma mecburiyeti getirildi. 1933 yılının 23 Nisan Çocuk Bayramı kutlama töreninde Ankara’da öğrencilere konuşan Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip, “Size bugün şu işi veriyorum. Bayramınız biter bitmez mekteplerinize döndüğünüz ilk günden başlayarak birinci derse girdiğiniz zaman sınıflarınızda hep birlikte ve her gün şu sözleri tekrarlayacaksınız” diyerek cebinden çıkardığı kağıdı okumaya başladı:
“Türküm, doğruyum, çalışkanım, yasam; küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, budunumu, özümden çok sevmektir. Ülküm yükselmek, ileri gitmektir. Varlığım Türk varlığına armağan olsun.”
Türkçe ezan zulmünün de mimarlarından olan Reşit Galip’in, Öğrenci Andı’nın metnini kaleme alırken dönemin otoriter uygulamalarından etkilendiği aşikar. Dünyanın değişmesine rağmen ülkemizde 80 yıl eğitimde hiçbir faydası olmayan bu sorunlu metin her sabah öğrencilere okutuldu. Ortalama 160 öğrenim günü olduğunu varsayarsak, ister Kürt olsun isterse de Ermeni veya Rum her çocuk sadece 8 yıllık öğrenim hayatı boyunca 1280 kere “Türküm, doğruyum, çalışkanım” dedi. En çok da bu ülkenin kurucu unsurlarından olan Kürt çocuklarına her sabah zorla Türküm dedirtmenin bedeli çok ağır ödendi ve ödenmeye devam ediyor.

DEMOKRASİ AYIBI

2013 yılında toplumun büyük çoğunluğunun beklentileri üzerine hukuk devleti olmanın ve demokratikleşmenin gereği olarak Öğrenci Andı kaldırılarak sivilleşme adına önemli bir kazanım elde edildi. Aradan 5 yıl geçtikten sonra kaldırılan andımız “bilimsellik adına” yeniden geri getirilmek isteniyor. Büyük bir kesimin hem ilkel bir uygulama olması hem de faşist söylemlerinden dolayı karşı çıktığı andımızın okunmasını savunan da var. Milliyetçi Hareket Partisi’nin 15 Temmuz’dan itibaren kurulan ittifakı bozma noktasına getirme sebeplerinden bir tanesi olan Öğrenci Andı için Bahçeli, “Türklük üst kimliktir. Elbette Türküz, Türkçüyüz” derken, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Milletimizin en etkili andı İstiklal Marşıdır. Bunun dışında bir and tanımıyoruz, tanımayacağız” diyerek 5 yıl önce kaldırıldığı halde şimdi karşı çıkılan bu uygulama için Danıştaya; “Şimdi mi aklınıza geldi” sorusunu sordu.
Kararla ilgili temyize başvuran Milli Eğitim Bakanlığı yürütmenin durdurulmasını istedi. Süreç hukuki olarak devam etse de, tartışma ideolojik boyuta çoktan çekildi bile. Uygulamanın öğrenciye hiçbir kazanım sağlamamasının yanı sıra, metnin de sorunlu olduğu dikkat çekilen noktalar arasında. Günümüzde böyle bir metnin dayatılması ise, demokrasi açısından en hafifinden “ayıp” olarak nitelendiriliyor.

ŞEYTAN DA ‘BEN ADEM’DEN ÜSTÜNÜM’ DEDİ

Andımızın kötü ve köhne bir metin olduğunu söyleyen Yeni Şafak Yazarı Aydın Ünal, Türkiye’nin dünyadaki gelişmelere bakarak 40’lı yıllarda bu uygulamadan vazgeçmesi gerektiğini, ama köhne zihniyetli vesayetin buna imkan vermediğini söylüyor. “Ant metninin içeriği aslında Türklere hitap etmiyor. Ant metni, Türklere Türklüklerini hatırlatmak için değil, tamamen ‘ötekileştirmek’ ya da ‘asimile etmek’ amacıyla yazılmış. Kimileri ‘Türk’ isminin bir üst kimlik ismi olduğunu, bir çatı kavram olduğunu iddia ediyor. Keşke öyle olabilseydi ama olmadı, olamadı. ‘Türk’ bir ırkın ismi olarak kaldı ve çok yaygın şekilde öyle biliniyor, öyle algılanıyor. Dolayısıyla siz Türk olmayı bir üstünlük vasıtası olarak telaffuz ettiğinizde, kendi ırkınızı öne çıkarmış, Türk ırkından olmayanları incitmiş, daha da kötüsü onları tahrik etmiş oluyorsunuz. Başta Kürt meselesi ve terör sorunu olmak üzere Türkiye’deki birçok meselenin kökeninde de işte bu ayrımcılık var.
AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan, ayrımcılıkla, ötekileştirmeyle mücadele adına tarihi nitelikte reformlar yaptı. Bu reformları halk da anlayışla karşıladı ve benimsedi. Cumhurbaşkanımız ‘tek millet’ derken, ırkların üzerinde bir çatı kavramdan, bir üst kimlikten bahsediyor. Hepimizi, farklı renklerimizle, farklı dil, mezhep ve ırklarımızla bir arada tutacak bir ‘millet’ anlayışını vurguluyor. Farklı etnik kökenlerin mensubu olsak da, vatanımız, bayrağımız, devletimiz bir ve biz bir milletiz.
Eğer Türkiye toprakları üzerinde yaşayan hepimiz aynı ırka mensup olsaydık, hepimiz Türk olsaydık, Ant’ın bir manası olurdu, Ant’a da hiç ihtiyaç olmazdı. Türkiye toprakları üzerinde farklı etnik unsurlar da yaşadığına göre, hele hele Kürtler, Türkler gibi kurucu unsur olduklarına göre, Ant gibi ayırıcı, bölücü, parçalayıcı metinler asla kabul edilemez. Bu saatten sonra hiç kabul edilemez. Türkiye’nin ekonomik ve diplomatik olarak güçlenmesi, içerde birlik ve dayanışmaya bağlı. Bunu yaşayarak gördük. Öğrencilerini formatlayan, her sabah dayatma metinlerle çocuklarını faşizme, ırkçılığa, ötekileştirmeye yönlendiren bir ülke aydınlığa değil, karanlığa yürür. Unutmayalım ki Şeytan, ‘beni ateşten, Adem’i topraktan yarattın; ben Adem’den üstünüm’ diyerek Allah’a isyan etmişti. Hepimiz bir ırkın mensubuyuz; yaradılıştan gelen vasfımızı, diğer yaratılmışları aşağılamak için vesile gören, tartışmasız İblis’in izindedir.”

YAŞAMAK EKSİLDİKÇE SÖZE SARILIYORUZ

Bir işe bireysel veya toplu olarak bir ritüel ile (söz, slogan, niyet, dua, marş) başlamanın faydaları olabileceğini söyleyen Eğitimci/Yazar Erol Erdoğan, ancak bunun insan doğasına ve işin mahiyetine uygunluğu yanında benimsenmiş olması gerektiğinin altını çiziyor. “Andın metni ve and törenleri bu özelliklere sahip değil. ‘Benimsenmişlik’ eğitim için zorunludur. Andımız, Onuncu Yıl Marşı ve Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi zaman zaman İstiklal Marşına karşı öne çıkarılmak isteniyor. Oysa İstiklal Marşı, millet olarak en çok ortaklaştığımız metindir. İlla, her gün birlikte bir şey okuyacaksak, bunu okumalıyız. Ben dünyadaki her çocuğun ve her yetişkinin, inancına uygun olacak biçimde, güzel bir duayla, samimi niyetle, iyi dileklerle güne başlamasını öneririm. Büyükler ve yöneticiler, çocukların dürüst, çalışkan, saygılı olmalarını ancak değerleri yaşayarak ve bir değer iklimi oluşturarak başarabilirler. Bu da, eğitim, kültür, sanat ve aile ile olur.
İçeriği itibariyle de sorunlu. Andımızda ısrarla ‘Türk’ vurgusu var, herkes bunu okusun deniyor. Oysa Türkleri, medeniyet tarihinin en önemli milletlerinden biri yapan atalarımız, bunu Türklük dayatarak değil, mazlumları koruyarak, adaletle davranarak, yiğitliklerini ve mertliklerini her meydanda göstererek, ilim ve sanatta derinleşerek başardılar. Böyle yaptığımız zamanlarda, farklı din ve millet mensupları bizimle birlikte yaşamaktan ve yönetimimizde olmaktan mutlu oldular. Israrla ‘Türk’ vurgusu yapmak yerine, değerlerimizi yaşamalıyız, yaymalıyız. İslam’ı ahlak, adalet, iyilikle ne zaman yaşamışsak İslam yayılmış; Türklüğü yiğitlik, birlik, doğrulukla temsil ettiğimizde de milletimiz güçlenmiştir. Dayatmalar, zorlamalar zarar vermiştir. Yaşamak eksildikçe söze ve şekle sarılıyoruz. Söz kendi yerini doldurur, yaşanmamışlığı telafiye kalkarsa kalbimizi yorar. Dindar olmak ve millet olmak, sahici bir fikir ve samimi bir yaşamla mümkün olur.”

BEŞ YILDA NE KAYBETTİK

Öğrenci Andı’nın mutlaka okunması gerektiğini savunanların çocukları bile sabah okula gittiği zaman andımız okununcaya kadar içeri girmiyor, dışarıda oyalanıyor diyen Eğitim Bir-Sen Genel Başkanvekili Latif Selvi, bu uygulamanın çocuğa hiçbir kazanım getirmeyeceğini belirtiyor. “Biz eğitimciyiz işin pedagojik tarafına bakıyoruz. Bunun sonucunda hedeflenen ne, ele geçen ne diye baktığımızda bu tür uygulamalar artık günümüze hitap etmiyor. Bunlar, otoriter dönemlerden kalma metinler, yıllar içerisinde kimse meseleye el atmadığından dolayı uygulanmaya devam etti. Her sabah çocukları toplayıp belli kelimeleri tekrar ettirerek herhangi bir kazanım elde edildiği kanaatinde değiliz.
Beş yıl sonra Danıştay yerindelik denetimi yaparak bu uygulamayı ortaya çıkardı. Ancak andımızın kaldırıldığı zaman da bu konular konuşulup tartışılmıştı. Aynı aktörler tekrar tartışma zeminine getirilerek sosyal ve siyasi sonuç oluşturacak şekilde kamuoyunun gündemine gelmiş oldu ve yürütmenin icraatı Danıştay tarafından etkisiz hale getirildi. Danıştay bilimsel bir gerekçeyle karar verirken, herhangi bir araştırması yok ve toplumsal talep olduğuna dair de ortada bir veri yok. O zaman şunu sormak lazım, beş yıl içerisinde hangi bilimsel yeni veriye eriştiniz de böyle bir kanaat sizde oluştu? Beş yıl içerisinde öğrencilerimiz neyi kaybettiğine dair bir bilginiz var da, çalışkanlığıyla doğruluğuyla alakalı olumsuz ne oldu da ısrarla o günkü tekrarlarınızı yeniden yapıyorsunuz?
Ayrıca daha önce de bir yönetmelikle var olan şeyi adeta zorlama bir yöntemle Milli Eğitim temel kanunuyla ilişkilendirerek sanki kanuni bir çerçevenin neticesiymiş gibi bir görüntü veriyor. Son derece hatalı ve zorlama bir karar verilmiştir. Elbette ki öğretmen arkadaşlarımız öğrenciye eğitim hayatı boyunca doğruluk, çalışkanlık, memleketini milletini sevme anlamına gelecek şeyleri kazandırıyor.
Andımız metni içeriği itibariyle de sorunlu, ancak metindeki ifadeler güzel de olsa, ısrarla aynı şeyleri tekrarlatmanın manası yok. Bunu ideolojik anlamda tartışanlar, esasında maksadın dışına götürüyorlar ve Türkiye’deki ideolojik ayrışmanın meselesi haline getiriyorlar. Yemin ettiriyoruz diyorlar, yemin kavramı dini bir terminolojidir, bir şeyin yemin olabilmesi için onun dini terminolojiyle ifade edilmesi lazım. Burada öyle bir şey de yok. Yani tamamen yapay ve amacı gerçekleştirmeyen bir uygulama.”

Sevda Dursun/ Gerçek Hayat

adminadmin