Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 20-12-2012 08:10   Güncelleme : 20-12-2012 08:10

Anne-babalık çok mu kolay ki…

    Bir işe başvurun, sizden yığınla belge isterler

Anne-babalık çok mu kolay ki…
    Bir işe başvurun, sizden yığınla belge isterler.

    Bir iş yeri açmaya çalışın. Onlarca resmi evrak düzenlemeniz gerekir.

   Bir mesleğiniz, bir işiniz olduğunu söyleyin. Hemen sizden bazı vesikalar talep ederler.

   En ufak bir meslek kolu için bile, seminerler, kurslar düzenlerler. Zira uzmanlaşma bir işi hakkıyla yapmanın en önemli başlangıcıdır.

   Bir araba mı süreceksiniz aylarca kursa gitmeniz, onlarca konuyu ezberlemeniz gerekir.

   Bir bilgisayar kullanmak, hatta bir bilgisayar programını tam olarak anlamak için bile pek çok bilgi ve beceriye sahip olmanız gerekir.

    Peki koca olmak için bizden ne istiyorlar?

   Ya da karı olmak için sizden ne istiyorlar?

   Peki anne-baba olmak için sizden (bizden) ne istiyorlar?

   Bildiğim kadarıyla hiçbir şey!

   Ben filancayı karı ( ya da koca) olarak kabul ediyorum diyorum. Devlet de bizi karı-koca ilan ediyor, bu kadar!

   Peki, bu kadar yetiyor mu?
 
İnsan yetiştirmek
 
   Bir hayvan eğittiğinizi düşünün. Aynı eğitim tekniğiyle binlerce hayvanı eğitebilirsiniz.

   Ama aynı eğitim sistemiyle bırakan her insanı, iki kardeşi bile eğitmezsiniz. Neredeyse her birey farklı kişilikte ve karakterde doğar ve farklı muamele ister.
Yani insanı eğitmek pek meşakkatli bir iştir. Bu yüzden sadece insan eğitimiyle uğraşan onlarca bilim dalı ve bilim adamı vardır.

   Bu kadar ciddi bir işin, bu konuda hiçbir bilgisi, ilgisi, hatta malumatı olmayan insanların ellerine verildiğini bir düşünün!

   Bir gün çocuk sahibi olacak anne-babaların çocuk yetiştirmek üzerine hiç bir bilgileri olmadan o canlıya sahip olmayı istemeleri akıl alır gibi değil!

   Devlet eğitime istediği kadar para ayırsın, istediği programı uygulasın, kapısına gelen birey birileri tarafından zaten şekillendirilmiş, nesine katkıda bulunacaksın!
İnsan hobi veya fobilerinin büyük bir kısmı beş yaşına kadar oluşuyormuş; insan beyninin gelişiminin büyük bölümü beş yaşında sona eriyormuş. Karakterimizi şekillendiren pek çok ayrıntı çocukluk çağlarımızın daha başında bitiyormuş.
Yani bizi biz yapanlar beş yaşına kadar anne-baba yanında olup bitiyorlar.
Bazen ilköğretim bölümü öğrencilerimize soruyordum “ilkokul birinci sınıfa gelen bir çocuk neleri bilmektedir?” diye. Genellikle cevap “pek bir şey bilmez, okulda öğrenmeye başlar” şeklinde olurdu.

  Bırakın ilkokula kadar olan kısmı; çocuk annenin karnında, annenin yeme-içmesi, dinlediği müzikler, moral motivasyon durumu vb. etkiler tarafından zaten şekillenmiyor mu?

   İnsan yavrusu, yetişme açısından bırakın ayları günü birlik hatta anlık tepkiler beklemektedir. İnsan yetiştirmek pek çok bilgi, ilgi ve uzmanlık alanına ihtiyaç duymaktadır.

    Bütün bunlar bilinirken devletin evlenmek için müracaat edenlerden; karılık nedir, kocalık nedir; bir gün anne baba olacağına göre babalık nedir, annelik nedir, çocuk nasıl yetiştirilir konularında bir bilgi istememesi her zaman benim hayretimi mucip olmuştur.

   Şiddete başvurmalar, iki günlükken boşanmalar, anne-baba-çocuk savaşları, aile bireyleri arasındaki tartışmalar-savaşlar-kavgalar-çatışmalar… Hemen hepsinde cahilliğimizin büyük etkileri vardır.
 
Bilgilenin Öyle Gelin!
 
   Evlilik işleri belediyelerin uhdesinde olduğuna göre, -büyük bir fedakârlık isteyecek ama- belediyeler bu işlerde muhakkak öncü bir rol oynamalıdır.

   Karı-koca kursları açılmalı. Evlenmek için sözlenen-nişanlanan çiftler muhakkak bu kurslara devam etmeli, uzmanlarından gerekli bilgileri almalı ve temel bilgilerle donanmalıdır.

    Bu kurslara devam etmeyenlerin nikâhı onaylanmamalıdır. Böylesi bir tedbir insanları daha bilinçli kılacaktır.

     Bunun için nasıl zaman ayrılacağı sorulabilir:

     Hiçbir faaliyet insan için olmanın dışında bir mana ifade etmemektedir.

    Ehliyet almak için, üniversiteye girmek için, bilgisayar öğrenmek için, yemek yapmak, dikiş dikmek için aylarca, yıllarca kursa gidenler, bütün ömürlerini sürdürecekleri yuvalarının sağlığı için de birkaç hafta kursa devam etmekten imtina etmemelidirler.

     Hatta sadece karı-kocalık için değil anne-babalık için de bu kurslar olmalıdır.
Okullarda zaman zaman annelere bu seminerler veriliyor. O seminerlerin birine katılan eşimin tepkisinden anladım ki, bunun için geç kalınmış.

    Eşim, “keşke daha önce bunları işitseydim, pek çok konuda çocuklarıma muamelem daha değişik olurdu” diyen annelere şahit olduğunu söylemişti.
 
Bir İki Örnek

    Eğitim için “beşikten mezara kadardır” diye bir söz vardır. Öğrenmenin kişisi, yaşı-başı yoktur.

   Hepimiz hemen her konuda sonsuz bir aydınlığa muhtacız. Pek çok konuda zamanında bilgili olmamamızın yarattığı trajedileri yaşıyoruz.

  Çocukların küçükken “bu nedir?” diye sormalarının ne anlama geldiğini okuduğumda şaşırıp kalmıştım.

    Bize göre “bu nedir?” sorusunun cevabı “bu şudur!” şeklindedir.

    Çocuk için öyle mi ya, değilmiş.

    Çocuk, mesela eline kalemi alır “bu nedir?” diye sorar. Biz de deriz ki “bu kalemdir”. Çocuk biraz sonra yine sorar, “bu nedir?” biz yine “bu kalemdir” deriz. Çocuk bir daha sorar ve yüksek ihtimalle bizden tokadı yer: “Kaç defa diyeceğim, bu kalemdir diye sen salak mısın?”

   Hâlbuki salak olan birisi varsa, o da biziz. Çocuk için “bu nedir?” in anlamı şuymuş: “Yani bu ne işe yarar?”

   Biz elimize kalemi alıp çocukla beraber bir kağıt üzerine yazı yazacakmışız “bu kalemdir ve bak işte böyle yazı yazmaya yarar!” diyecekmişiz.

   Pek çoğumuz bu basit ayrıntıyı bilmediği için çocuğunu Allah bilir kaç defa tokatlamış veya azarlamıştır. Tabi çocuk da, bir, iki azar tokat derken bir daha sormamaya başlıyor.

    Yani onu salaklaştıran da biz oluyormuşuz.

     Çocuklar küçükken burunlarını sık sık karıştırlar hatta pek çoğu burun pisliğini yer. Ve biz de onlara bu yüzden fena halde kızarız, bazen döveriz.

     Hâlbuki burun pisliği çocuk için mükemmel bir antibiyotikmiş ve çocuk ihtiyacı olduğunda bunu burnundan alıyormuş. Bunu kaçımız biliyorduk!

     Bir psikolog anlatıyor: “Küçük bir çocukken bir gün babamla şekerlemeciye gitmiştik. Ben çikolatalara, şekerlere saldırmış ve her birinden üçer beşer almıştım. Babam bana dedi ki: ‘Sadece bir tane alabilirsin!’ O zaman acayip kızmıştım. Ona dedim ki ‘Ben özgürüm ve istediğim kadar alabilirim’. Gülerek bana döndü ve şöyle söyledi: “Özgürlük çoktan seçmektir. Ama senin yaptığın oburluk! Özgürlük ile oburluğu birbirine karıştırma!”

  Onlara anlatmaya değil, onları anlamaya çalışalım. Onlara oburluk ile özgürlüğün farkını yaşayarak/yaşatarak anlatalım.

    Onları koruduğumuzu zannettiğimiz pek çok zamanda aslında onların felaketini hazırladığımızı unutmayalım!

       Bu basit bilgileri insanlığa aktarmak için ömürlerini tüketen insanlar var.
Bilgiler basit olabilir, ama onları elde etmek hiç de basit olmuyor.

   O basit bilgiler gün geliyor bir dâhinin yetişmesine zemin hazırlıyor veya kaybolup gitmesine!

   Çocuğumuzun bizden mükemmel bir uzmanlık beklediğini unutmayalım.

   Bendeniz devletin bu konuda pek yavan davrandığını söylemeye çalışıyorum; o yavan diye bizim de yavan davranacak halimiz, lüksümüz yok!
adminadmin