Dünya
Giriş Tarihi : 17-08-2014 10:14   Güncelleme : 17-08-2014 10:14

ARAP BAHARI SONRASINDA DEĞİŞEN ORTADOĞU

İsyan hareketlerinin başlıca nedenleri, işsizlik, diktatör yönetimlerin halkın üzerindeki baskısı, gıda fiyatlarında ki artış ve birçok neden isyan hareketlerinin başlamasında çok önemli bir faktör olmuştur

ARAP BAHARI SONRASINDA DEĞİŞEN ORTADOĞU

İsyan hareketlerinin başlıca nedenleri, işsizlik, diktatör yönetimlerin halkın üzerindeki baskısı, gıda fiyatlarında ki artış ve birçok neden isyan hareketlerinin başlamasında çok önemli bir faktör olmuştur. Uluslararası aktörler ayaklanmalar sonucu stratejilerini yeniden şekillendirmeye başlamıştır. Asıl önemli noktalardan birisi ise, ülkelerde meydana gelen hareketlerin, ülkenin siyasi ve ekonomik yapısını değiştirmesi ve Arap Baharı sonrasında ülkelerin nasıl bir yol izlediğidir. Arap Baharı sonrasında ülkeleri incelediğimizde, demokrasi için ayaklanan halk isteklerinin yerine gelip gelmediği tartışmalıdır. Mısırda cunta rejiminin ilk defa seçimle gelen bir cumhurbaşkanını görevinden alması, Tunus’ta hala tam olarak demokrasinin oturmaması, Libyada karışıklıkların devam etmesi özellikle, Suriye de Esad rejiminin katliamlarına devam etmesi ve yönetimden ayrılmak istememesi, Arap Baharı’nın başarılı veya başarısız olduğu sorusunda birçok cevap içerecektir. Nitekim sadece bölgede ki ülkelerin değil, küresel aktörlerinde kendi stratejileri sonucunda ülkelerde ki yönetimleri belirleme istediği, bölgenin uzun süre daha kan ve gözyaşının hâkim kalacağı gerçeği ile baş başa bırakmaktadır. Bu noktada makalede inceleyeceğimiz konu, rejimleri değişen ülkelerin Arap baharı sonrasındaki durumudur.

Tunus Halk Devrimi ve Sonrası

Arap Baharı’nın bir domino taşı misali diğer ülkelere sıçramasına neden olan isyan hareketlerinin çıkış ülkesi Tunus tur. İşsiz bir mühendis olan Muhammed Buazizi’nin iş bulamaması sonucu yaptığı seyyar arabasıyla geçimini sağlamak için satış yaparken,  arabasına el konulunca sisteme karşı çıkarak kendisini yakmasıyla beraber ayaklanmalar meydana gelmiştir. Çok kısa bir süre içerisinde olaylar tunusun birçok şehrine yayılan isyan hareketleri sonucunda Polis Teşkilatı’nın yetersiz kalması ve sonrasında Zeynel Abidin bin âli’nin orduyu göreve çağırması ve ordunun emri yerine getirmemesi sonucunda güçsüz kalan devrik lider Zeynel Abidin bin ali ülkeyi terk etme kararı almıştır. Zeynel Abidin bin ali döneminde Tunus medya üzerinde yoğun kontrol, hükümet muhaliflerine ve insan hakları savunucularına karşı baskı gibi ihlallere şahit olmuştur. Bu noktadan itibaren de halk Otoriter bir Zeynel bin ali dönemine karşı çıkmıştır. Yasemin Devrimine giden yolda Zeynel bin ali döneminin getirdiği baskı ortamında meydana gelen ekonomik kriz halkı daha çok etkilemekte bununla beraber Cumhurbaşkanı Zeynel bin ali’nin muhalefete baskı yapması, hukuksuz tutuklama ve medya üzerinde ki baskısı bunun yanı sıra haksız tutuklamaların olduğu bir döneme Tunus halka şahit olmuştur. Halk bu ortama son verebilmek amacıyla, yolsuzluklara karşı, özgürlükleri tekrardan temin edebilmek için ayaklanmıştır. Bu ayaklanmanın diğer ülkelere nazaran daha kansız bir ayaklanma olduğu söylenebilir. Bunun nedeni Zeynel Abidin bin ali’nin toplumun belli kesimlerinden ve ordudan beklediği desteği görememesidir. Tunus Diktatörlük dönemi sonrasında ilk seçimlerini 23 ekim 2011 yılında gerçekleştirmiştir.  Seçimlere AB, ABD ve İslam İşbirliği Teşkilatı’nın gözlemcileri seçimleri izlemiştir. Gözlemcilerin yaptığı yorumlardan en önemlisi seçimlerin demokratik bir şekilde gerçekleştiği yönündedir. 2011 yılında hükümetin başına gelen nahda hareketi, 2013 yılında yerini yeni hükümet kabinesine bırakmıştır. 25 Temmuz’da solcu muhalif lider Muhammed Brahmi’nin öldürülmesiyle başlayan siyasi kriz, sendikaların da çağrılarıyla hükümet krizine dönüştü. İktidardaki Nahda Partisi, ülkede ‘diyalog zemini oluşsun’ diye iktidardan çekilip seçimlere gidilmesinin önünü açma kararı almıştı. Bununla birlikte Tunus Arap devletleri arasında Devrim sonrasında ilk demokratik anayasaya sahip olan devlet haline gelmiştir. Bu anayasa Arap coğrafyası için örnek olmuştur.

Kaddafi Sonrasında Libya

Ocak 2011’de Kaddafi diktatörlüğüne karşı ayaklanan Libya halkının gösterileri kısa süre içerisinde siyasi nitelik kazanmış ve rejim karşıtı bir ayaklanma olmuştur. Albay Kaddafi 1969 senesinden devrildiği güne kadar Libya’yı kendi oluşturduğu sisteme göre yönetmiştir. Kaddafi oluşturduğu himayecilik ilişkileri, kabile yapısı ve yerel yönetimler üzerindeki manipülasyon kabiliyetiyle kendine karşı muhalefeti sindirmede büyük başarı elde etmiştir.  Bu yönüyle bölgesel İslami hareketlerin de dâhil olduğu muhalif grupların sindirilmesi açısından bölgedeki en etkili otokratik liderlerden birisi olarak tarihe geçmiştir[1] Ülkede ekonomik gelişme düzeyi düşüktü. Muazzam petrol rezervlerine rağmen, sadece rejimi destekleyen kesimler, bu gelirden faydalanabiliyordu. Yetersiz kalkınma düzeyi, fakirlik, yolsuzluk, baskıcı yönetim anlayışı ve günlük olaylardan sayılıyordu.[2] Bu tür bir yönetim şekli sonrasında Libya halkı 40 yıllık Kaddafi diktatörlüğüne son vermek amacıyla isyan hareketini başlatmıştır. Ancak buna rağmen Muhalifler Kaddafi yönetimini yenebilecek güce sahip değillerdi. Bu noktadan itibaren Libya’ya silah ambargosu gibi küresel güçlerden iç savaşı engelleyebilmek amacıyla önlemler alınmaya çalışılmış, ani bir kararla Paris toplantısı sonrasında ABD, İngiltere, İtalya gibi ülkeler Fransa önderliğinde Libya’ya hava harekâtı düzenlemiştir. Bu harekâtın önemli sebeplerine bakarsak eğer, Kaddafi Yönetimi’nin güçsüz durumda ki Muhaliflere karşı zafer kazanma noktasına ulaşmaya başlaması, küresel güçlerin panik yapmasına sebebiyet vermiştir. Koalisyon güçlerinin yaptığı harekatı daha sonrasında NATO üstlenmiştir. NATO operasyonları 31 Ekimde Kaddafi’nin muhalifler tarafından linç edilerek öldürülmesinden sonra Trablus kentinin ele geçirilmesiyle sonra ermiştir. Asıl mesele Kaddafi sonrasında Libya da boşalan yönetimi kimin kontrol altına alacağıdır. Yani Kaddafi’den sonra oluşacak otorite boşluğunda, Libya belli ki kapanın elinde kalacak.[3]

Devrimden Darbeye Mısır

2011 yılıyla birlikte büyük umutlarla başlayana değişim hareketi demokratik olarak ilk seçilen Cumhurbaşkanı’na darbe ile sonra ermiştir. Darbeden öncesine geldiğimiz zaman Mısır diğer Arap ülkeleri gibi halkın en çok şikâyet ettiği unsur fakirlikti. Devlet başkanı hüsnü mübarek’in ailesi zenginlik içerisinde rejim ile işbirliği içerisinde ki bürokratlar ve işadamlarının gelir düzeyi yüksekti. Tunus’ta başlayan ayaklanmanın muhaliflerin lehine dönmesi ve başarılı bir süreç içerisine girmesi, Mısır halkına umut vermiştir. Mısır halkının geneli Devlet Başkanı mübareğe karşı bir ayaklanma içerisine girdikten sonra, kısa süre içerisinde halk reform taleplerini Tunus yönetimine iletmiştir. İlk başlarda yapılan reformların yetersiz kalması ile halk kesin olarak mübarek’in ülkenin yönetiminden gitmesi amacıyla isyan etmiştir. Mısır’ın geleceğini belirleyen en önemli nedenlerden birisi ABD’dir. ABD’nin mısır ordusu üzerindeki etkisi ve mısır’ın yeniden şekillenmesini düşünmesi daha doğrusu Ortadoğu’nun yeni bir strateji içerisinde yönetilmesi amacıyla otoriter yönetimlerin yerine yeni aktörlerin sahne almasını istemesiyle beraber, muhalif gruplara verdiği destek ile mübarek yönetimi kısa süre içerisinde devrilmiştir. Sonuçta, Mübarek sonrası dönemde,

 

Parlamento feshedildi, teknokratlar hükümeti kuruldu ve anayasa komisyonu oluşturuldu.[4] Mısır da askeri yönetimin her ne kadar sivillere iktidarı bırakmak istememesine rağmen, halkın sivil yönetimler arasında güvendiği Müslüman kardeşler ön plana çıkmaktaydı. Ancak bu noktada askerlerle beraber aynı şekilde düşünene liberaller ve Hıristiyan bir azınlık mısırda söz konusu idi. Bu gruplarda yönetimin İhvan-ı Muslim hareketine bırakılmamasından yana değildi. Ancak bunun aksine demokratik olarak halkın iradesi ile seçilen ilk cumhurbaşkanı Muhammed Mursi olmuştur. BU seçime Mısır için bir dönüm noktası iken, mısırda ki muhalefetin tekrardan oluşması ve dışarıdan destek alması ile de Mursi yönetimine karşı ittifaklar yapılmaya başlanmıştır. Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin göreve gelmesinden bu yana daha da belirginleşen muhalefet safları genel hatlarıyla liberal ve seküler devrimci gruplar, Mübarek döneminden kalma ve özellikle yargı gibi devlet bürokrasisinde kümelenen aktörler ve Kıpti gruplardan oluşmaktadır.[5] Devrim sürecinden darbeye geçiş aşaması bu noktadan itibaren başlamıştı. Mursi yönetim’inin suçlanması önemli zayıflıklar yaşamaktaydı, zira cumhurbaşkanı Mursi’nin halkın tamamını temsil etmediği suçlamasıydı, ancak hiçbir sistemde bir cumhurbaşkanı toplumun bütün kesimini temsil edemezdi. Bu gibi daha derin sebepler ile Ordu darbesi ile Mısır tekrardan karanlık günlerine geri dönmüştür.

Suriye Çıkmazı

Arap isyanlarının kısa süre içerisin Tunus, Mısır ve Libya da rejim değişikliklerine neden olmuş, Mısır lideri Mübarek hapse atıldı, Libya lider Kaddafi ise isyancılar tarafından feci bir biçimde öldürüldü. Bu üç ülkede ki rejim değişikliği sonrasında isyan dalgası Suriye’ye ulaşmıştır. Ancak Suriye diğer ülkelerden farklıydı ve isyan sürecini uzatmıştır. Suriye konusunda uluslararası aktörlerin kendi içerisinde ki uzlaşmaz tutumu sonucunda Suriye de derin çıkmazlar meydana gelmiştir. Bu bölgede özellikle İran’ın İslam devriminden itibaren Suriye ile olan müttefikinden vazgeçmek istememesi bölge içerisinde krizleri meydana getirmektedir. Özellikle bölgede Suriye halkının çıkarlarını savunan Türkiye yönetimi ile Esad Rejimini savunan İran arasında sessiz diplomatik krizlere neden olmaktadır. Bu noktada dikkat edilmesi gereken nokta Esad Rejimi’nin destekçi olan ülkelerin sadece İran ile sınırlı olmamasıdır. Özellikle Rusya ve Çin kendi stratejik çıkarları için Esad Rejiminin korunmasından yana tavır koyarken, ABD ve AB karşıt bir siyaset izlemektedir. Suriye de isyana giden süreç ve sonrasına bakarsak eğer, Suriye’de heterojen bir toplumsal yapı mevcuttur. Suriye’nin parçalanmış toplumsal yapısı daha çok coğrafyasının bir sonucudur. Aynı zamanda bir geçiş noktası olan Ortadoğu bölgesinin dışlanmış halk kesimlerinin sığındığı ve yurt edindiği bir coğrafya olan Suriye’nin her bir dağlık bölgesi farklı bir etnik gruba korunak olmuştur. Ülkedeki farklı etnik, dinsel, toplumsal ve coğrafi aktörler varlıklarını ve özerkliklerini bugüne kadar koruyabilmiş; parçalanmış toplumsal yapı ülke siyasetinin ve ekonomisinin en önemli nedenlerinden biri olarak etkisini devam ettirmiştir.[6] Farklı etnik grupların yer alması Suriye krizini içinden çıkılmaz bir noktaya ulaştırmış, özellikle Uluslararası arenada küresel ve bölgesel aktörlerin uzlaşamaması sonrasında Suriye Krizi’nin geleceğini belirsiz bir noktaya sürüklenmesine sebebiyet vermiştir.

http://akademikperspektif.com - VOLKAN TÜRKMEN -  Trakya Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler

 

adminadmin