Kültür
Giriş Tarihi : 18-11-2018 11:00   Güncelleme : 18-11-2018 11:00

Asırlar sonrasını aydınlatan bir kandildir o!

Asırlar sonrasını aydınlatan bir kandildir o!

 “Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeci, bir uyarıcı; Allah’ın izniyle Allah’ın yoluna çağıran bir davetçi ve nûr saçan bir kandil olarak gönderdik.” (33 Ahzâb 45,46)

Kandil deyince ne gelir akla?

Tabii ki nûr, aydınlık, ışık…

Hani kapkaranlık bir mekânda bir mum yakılsa hemen etrafına toplanılır ya!

İşte öyledir kandiller de…

Bazen bir mum, bazen bir lamba, bazen de meş’ale…

Ya da bir güneş misali doğarsa kapkaranlık âleme! Ona ne denir acep?

Apaydınlık olur değil mi bütün âlem?

İşte Allah Rasûlü (sav) böyle doğmuştu âleme!

Bir güneş misâli…

O idi etrafına nûr saçan bir çerağ!

Böyle haber veriyordu Âlemlerin Yegâne Sahibi:

“Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeci, bir uyarıcı; Allah’ın izniyle Allah’ın yoluna çağıran bir davetçi ve nûr saçan bir kandil olarak gönderdik.” (33 Ahzâb 45,46)

O tabii ki rahmet olarak gönderildi âlemlere ve O, rahmet Peygamberidir kıyamet sabahına dek:

“(Habibim!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (21 Enbiyâ 107)

O’nun davetine kulak verenler kurtulacak ebedî âlemde. O’dur tek önder ve örneğimiz!

“Ey inananlar! And olsun ki, sizin için; Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Allah'ın Elçisi en güzel örnektir.” (33 Ahzâb 21)

***

Cehalet dönemi o nurla aydınlığa, ilim ve hikmete kavuşacaktı. Bunun için “Âlemlerin Rabbi” ilk emrinde şöyle buyurmuştu:

“ Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (96 Alak 1)

Cehaletin babaları onun nuru karşısında ya İman ve Tevhid’e gelip aydınlanarak ruh dünyaları huzura kavuşacak ya da onun nurundan gözleri kamaşıp kahrolup gideceklerdi.

Zaten öyle de olmuştu.

Örnekleri pek çoktur.

Şimdi bizler de o kandilin ışığındayız hamdolsun. Ne güzel bir lütuf değil mi?

ASIRLAR SONRASINI AYDINLATAN BİR KANDİLDİR O

Şükürler olsun O’na ümmet kılan Rabbimize!

Bir meş’aledir Mevlid Kandili. Gökyüzünden yeryüzüne doğan bir güneş misâli.

Onunla nura kavuşur, onunla ısınırız. Onunla yüreklerimiz hayat bulur, onunla hayat anlam kazanır.

Sevdası Rabbimize götürür Efendimizin:

“De ki (Ey Rasûlüm!) "Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, merhamet edendir." (3 Âl-i İmran 31)

Kandillerimiz var bizim!

Mevlidler, Reğaibler, Miraçlar, Beratlar… Ve kadri büyük Kadirler… Hepsi de ferahlıktır gönüllere. Minarelerimizin aydınlığı gibi olur gönül dünyalarımız. Koşarak gideriz camilere. Birer bayram misâli çoluk-çocuk. Her yaştan kadın ve erkeğiyle. Anne, baba, evlat, dede, nine. Ne güzel hatıralar bırakır yüreklerde. Birer coşkudur hepsi de.

Yunusca kucaklaşmaktır kandiller… Ne demiş koca Yunus:

Gelin tanış olalım,

İşi kolay kılalım,

Sevelim sevilelim,

Şu dünya kimse kalmaz.

SEVGİYLE OLUR BİRLİK VE DİRLİK

Sevgi olunca birlik olur, dirlik olur.

Sevgiler Allah için olursa kalıcı olur. Ne buyurmuşlar O güzel Peygamberimiz!

Hz. Ömer (ra) anlatıyor:

"-Allah'ın kulları arasında bir grup vardır ki, onlar ne peygamberler ve ne de şehitlerdir. Üstelik kıyamet günü Allah indindeki makamlarının yüceliği sebebiyle peygamberler de, şehitler de onlara gıpta ederler."

Orada bulunanlar sordular:

- Ya Rasûlallah! Onlar kim, bize haber ver!

-"Onlar aralarında ne kan bağı, ne de birbirlerine bağışladıkları bir mal olmadığı halde, Allah için birbirlerini sevenlerdir. Allah'a yemin ederim, onların yüzleri mutlaka nurdur. Onlar bir nur üzeredirler. Halk korkarken,  onlar korkmazlar. İnsanlar üzülürken, onlar üzülmezler."

Ve (Efendimiz s.a.v) şu ayeti okudu:

"-Haberiniz olsun. Allah'ın dostları var ya! Onlara ne korku var ve ne de üzüleceklerdir." (Ebû Davûd, büyü 76. Ayet:10 Yûnus 62.)

GÜN GELMİŞTİ ARTIK

Yıl 571. 
Doğum sancıları çekmekte gökyüzü.
Sevinç gözyaşları dökmekte yeryüzü…

Meleklerde ayrı bir sürûr…

Zaman çatırdıyor, çatlamak üzere…

Âlemlerin en güzel doğumuna…
Azıcık bir andı durduran…

İşte böylesine bir doğumun arefesinde, Ebrehe ordusuyla geliyordu Mekke’ye.

İhtişam, gurur, kibir alabildiğince…

Burnundan soluklanıyordu Fil’lerin komutanı.

Yıkacaktı, yerle bir edecekti Kâbe-i Muazzama’yı.

Yağmalıyordu Arapların mallarını…

Bir ara karşısına dikilen, Büyük Doğum’un atası ve Mekke’nin reisi Abdülmuttalib idi. O, yağmalanan develerini isteyince kendisinden;
“Ne kadar da küçüldün gözümde! Ben de senin Kâbe için yalvaracağını sandım,” demişti.
Dede Abdülmuttalib inancından emîn ve kararlılık içerisinde;
“Ben develerin sahibiyim ve onları istiyorum. Kâbe’nin sahibi de Allah’tır. O, Beyt’ini korur” demişti.
Aynen de öyle olmuştu.
Hücum emrine bir türlü uymayan Fil, orduyu ve bütün planları altüst edivermişti. Çünkü onun da sahibi Allah’tı, Celle Celâlühü. Sonra da hiç görülmemiş sürü sürü kuşlar ve attıkları kurşunlar…

Daha sonra “yenilmiş bir ekin yaprağı” oluvermişti koskoca ordu.
Ezberlemişti bu hadiseyi bütün topluluklar.

Senenin adı artık, Fîl Senesi olmuştu.

Ve gün olup Fîl Sûresi inecekti.

* * *
Sancıları iyice artmıştı Büyük Doğum’un.

Sayılıydı günler. Sadece elli gün...
Evet, Fîl olayından elli gün sonraydı.

Babanın göçtüğü, dedenin gözettiği o kutlu evde bir dalgalanma vardı.

Sevinç rüzgârları esiyordu.

Çünkü, “Muhammed” (s.a.v) geliyordu. 
Muhammed! 
Yer ve gökler bu isme hasret!
Muhammed! 
Adıyla hatırlanır Hakk’a hamd etmek…

Muhammed! 
“Yerde insanlar, gökte melekler övsün” diye söylendi Muhammed!

Onadır binlerce salât ve selâm…
Sallallahü Aleyhi ve Sellem!

İNSANLIĞIN BİRİNCİSİ

Rebîü’l-Evvel ayı, nisanın yirmisi,
Doğmuştu yerler ve göklerin bir incisi,
O güzeldi ki, insanlığın birincisi,
Allah’ın Habîbî, kulların en iyisi.

***
Babası Abdullah, Âmineydi annesi,
Görenler sanırdı ki, o, bir gül destesi,
Bir seher vaktiydi, günlerden pazartesi,
O gündü âlemler Rabb’ına ilk secdesi.

***

Almıştı kucağına, götürmüştü Dedesi,
Çoktandır bekliyordu Allah’ın Kâbesi,
Ulaşacaktı kutlu mekândan duâsı,
Şifa bulacaktı Beytullah’ın yarası.

***

Meleklerdi intizar edip gözetleyen,
Putların yıkılacağı ânı bekleyen,
Tevhid sadâsını candan duymak isteyen,
Cebrail’di ilk vahye hazırlık eyleyen.

***
İşte o gün doğmuştu Ahmed’in yıldızı,
Tutmuştu Yahudîleri içli bir sızı,
Artık kesilecekti, şirkle küfrün sözü,
Gerçeği görecekti, insanlığın gözü.

***
Şimdi gelenler vardı Benî Sa’d yurdundan,
Haber bekleniyordu yeni doğumlardan,
Hepsi de almıştı varlıklı olanlardan,
Kim isterdi ki, babadan yoksun olandan.

***
Eli boş gitmek istemiyordu Halîme,
Tevekkülle kucak açmıştı bu yetîme,
Hayran olmuştu görünce gül cemaline,
Kaptırmıştı kendini gülümsemesine.

***
Bindirince Halîme cılız merkebine,
Bakakalmıştı sür’atlice gidişine,
Geçmişti kabîlesinin kadınlarını,
Artırmıştı bu hal, onların kıskancını.

***
Dolakalmıştı göğsü sütle Halîme’nin,
Hem de koyunlarıyla o zayıf devenin,
Doyuvermişti karınları her birinin,
Anlamışlardı kıymetini Muhammedin…

***
Vakit tamam olduğu an gelmişti Cibrîl,
Artık kuduracaktı nice Ebu Cehil,
Îmana koşacaktı Ammarlar, Bilâller,
Güç yetiremeyecekti Ebu Lehebler…

***
Şimdi kan kokan eller, şefkat doluyordu,
Taşlaşan kalpler artık, rahmet sunuyordu,
Zalimlerin kılıcı kesmez oluyordu,
Diller coşkuyla “Allahü Ekber” diyordu.

VE DUÂMIZ

Beni Peygamberime benzet Allah'ım!
O'nu sevdir, O'nunla sevindir.
O'na uymakla yüzüm güldür!
Senin sevgine ulaşmak da,
Ancak bununla mümkündür. 

Muzaffer Dereli / Diriliş Postası

adminadmin