Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 12-03-2018 13:26   Güncelleme : 12-03-2018 13:26

Asırlara göre usuller değişir mi?

Kadınlara özgürlük adı altında yürütülen ve temelde aile yapımızı felç etmek için yürütülen çalışmalarda ahlak yoksunu Sabetaist fitne hareketine destek her yerden geliyor. Bu konuda çeşitli makaleler yazarak kadını yuvalarından çıkarmanın tehlikesine sık sık değiniyorum. Lakin bu yazılar, özellikle hükümet tarafından yeterince anlaşılamamaktadır.

Asırlara göre usuller değişir mi?

İşin daha kötüsü ise 8 Mart kadınlar günü nedeniyle Cumhurbaşkanının yaptığı konuşma Sabetaycı dönmeleri pek memnun etmişe benziyor. Güya kadın haklarını koruma adı altında kadınlarımızı kapitalist sermayenin kölesi haline getirmeye çalışan komiteler, bu konuşmadan sonra iyice şımarmış durumda. Özellikle Cumhurbaşkanının konuşmasını kendi fitne hareketine uygun bir zemin haline getirmeye çalışıyorlar.

Bu noktada Cumhurbaşkanının İslamiyet’in güncellenmesi konusunda söylediği sözlere açıklık getirmek gerekiyor. Nitekim Erdoğan İslam’ın itikadi ve temel konularında bir yenilik istemiyor. Namaz, oruç, tesettür gibi İslam’ın şartları ve imani hükümlerin değişmezliği konusunda çok açık olarak kendi fikrini dile getirmiştir.

İslam hakkında konuşurken hak ve hakikate karşı sorumluluğun gereği ile hareket etmeye çalışan Erdoğan’a karşı yapılan hücum ve eleştiriler bu noktada haksızdır ve hatalıdır. Zira dinin değişmez sabiteleri dışında kalan bazı fıkıh hükümlerini değişen şartlara göre gözden geçirmeyi Bediüzzaman Said Nursi de eserlerinde açıklamış ve benzer yorumlar yapmıştır.

Sözler isimli eserinde “Evet nasıl ki mevsimlerin değişmesiyle elbiseler değişir, mizaçlara göre ilâçlar tebeddül eder. Öyle de, asırlara göre şeriatlar değişir, milletlerin istidadına göre ahkâm tahavvül eder. Çünki ahkâm-ı şer'iyenin teferruat kısmı, ahval-i beşeriyeye bakar. Ona göre gelir, ilâç olur”, demektedir.

İslami ilimler konusunda çalışmalar yapan kuruluşlar bu konuda görevini bihakkın yapmışlardır. Nitekim 28 Şubat döneminin deist İlahiyat Dekanı Yaşar Nuri Öztürk ve zındık vaizi Feto gibi kişilerin “dinimizde başörtüsü yoktur” sözlerine karşılık Diyanet İşleri Başkanlığı başta olmak üzere neredeyse bütün dini otoriteler başörtüsünü savunmuştur. Bu sayede dinimizin temel hükümlerini ortadan kaldırmak isteyenlerin hevesleri kursağında kalmıştır.

Medya ve iletişim kurumlarını ellerine geçirmiş Sabetaycılar, bilgi karmaşası sayesinde fitne hareketlerinde başı çekmektedirler. İslam’ın temel kaynaklarını ve yöntemlerini dikkate almayan, birlik ve beraberliğimizi zedeleyen, hikmeti göz ardı eden, ayrıştırıcı ve ötekileştirici yaklaşımlar bugüne kadar ülkemize çok zarar verdi. İtici, kırıcı, katı ve kaba bir dil; bulanık ve gizemli bir üslup ile sahte ve yapmacık tavırlar; öfke ve nefret üreten davranışlar bütün İslam âlemini derinden yaralamaktadır.

İmani meselelerde hassasiyetlerinden zerrece şüphe etmediğimiz Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yaptığı konuşmadan sonra bütün şer odaklarına malzeme taşımaya çalışanları bu noktadan ikaz etmeyi bir borç biliyorum.

İçtihad konusunda Bediüzzaman’ın Mesnevi Nuriye isimli eserinde beş maddelik pek güzel açıklamaları vardır. Konu hakkında değerlendirme yapmak isteyenler öncelikle bu esere müracaat etmelidirler. Aksi takdirde söz ve kelam israfı ile birlikte ciddi hatalara düşmek ihtimali bulunmaktadır. Önce bir dinleyelim ve kulak verelim:

“Mesâil-i diniyeden (dini meselelerden) olan içtihad kapısı açıktır. Fakat şu zamanda oraya girmeye altı mâni vardır.

Birincisi: Nasıl ki, kışta fırtınaların şiddetli olduğu bir vakitte, dar delikler dahi seddedilir (kapatılır); yeni kapılar açmak hiçbir cihetle kâr-ı akıl değil. Hem nasıl ki, büyük bir selin hücumunda tamir için duvarlarda delikler açmak gark olmaya (batmaya) vesiledir. Öyle de, şu münkerat (günahların çok olduğu) zamanında ve âdât-ı ecânibin (ecnebi adetlerin) istilâsı ânında ve bid’aların (uydurmaların) kesreti (çokluğu) vaktinde ve dalâletin tahribatı hengâmında, içtihad namıyla kasr-ı İslamiyet’ten (İslamiyet sarayından) yeni kapılar açıp, duvarlarında muharriplerin (saldırganların) girmesine vesile olacak olan delikler açmak, İslamiyet’e cinayettir.

İkincisi: Dinin zaruriyatı (zorunlulukları) ki içtihad onlara giremez. Çünkü kat’î ve muayyendirler (belirlidirler). Hem o zaruriyat, kut ve gıda hükmündedirler; şu zamanda terke uğruyorlar ve tezelzüldedirler. Ve bütün himmet ve gayreti onların ikamesine ve ihyasına sarf etmek lâzım gelirken, İslamiyet’in nazariyat kısmında ve selefin (Peygamber Efendimiz’den sonra gelenlerin- asm.) içtihadat-ı sâfiyâne (temiz kalplilikle) ve hâlisânesiyle (saflığıyla) bütün zamanların hâcâtına (ihtiyaçlarına) dar gelmeyen efkârları (fikirleri) olduğu halde, onları bırakıp, heveskârâne yeni içtihadlar yapmak bid’atkârâne bir hıyanettir.

Üçüncüsü: Her zamanın insanlarınca kıymetli addedilerek efkârı celb eden (düşünceleri çağrıştıran) câzibedar (çekici) bir metâ (zamanın değer verdiği görüş) merguptur (gıpta edilendir). Meselâ, bu zamanda en rağbetli, en iftiharlı, siyasetle iştigal ve dünya hayatını temin etmektir. Selef-i Salihîn asrında ve o zaman çarşısında en mergup metâ, Hâlık-ı Semâvat ve Arzın (Gökyüzü ve yerin Yaratıcısı) marziyatlarını (isteklerini) ve bizden arzularını kelâmından istinbat (ortaya çıkarmak) etmek ve nur-u Nübüvvet (Peygamberlik nuruyla)ve Kur’an’la kapatılmayacak derecede açılan ahiret âlemindeki saadet-i ebediyeyi kazandırmak ve vesâilini (vesilelerini) elde etmek idi. Bu itibarla, o zamanlarda bütün fikirler, kalbler, ruhlar marziyat-ı İlâhiyeyi (Allah’ın bizden istediklerini) bilmek ve öğrenmeye müteveccih idi. Bunun için, istidat ve iktidarı olanlar o zamanlarda vukua gelen bütün ahval ve vukuat ve muhaverattan (haberlerden) ders almakla, içtihadlara zemin teşkil eden yüksek istidatlar vücuda gelirdi. Şimdi ise, fikir ve kalblerin teşettütü (ayrışması), inayet ve himmetlerin zâfiyeti, insanların siyaset ve felsefeye iptilâ ve rağbetleri yüzünden bütün istidatlar fünun-u hazıra (hazır fenlere) ve hayat-ı dünyeviyeye (dünya ihtiyaçlarına) müteveccihtir. Ahkâm-ı diniyeye (dini hükümlerde) sarf edilecek müstakim bir içtihad yoktur.

Dördüncüsü: İçtihad kapısından İslâmiyete girip mesâilini (meselelerini) genişlendirmeye meyleden adamın maksadı, zaruriyata imtisal ile  (zorunlulukları uygulamak) takvâ (günahlardan kaçınmak) ve kemâle mazhariyet ise, güzeldir. Amma zaruriyatı terk ve hayat-ı dünyeviyeyi hayat-ı uhreviyeye (dünya hayatını ahiret hayatına) tercih eden adam ise, onun içtihada meyli, meylüttahriptir (tahribat meylidir). Tekliften (imtihandan) çıkıp kaçmak için bir yol bulmaktır.

Beşincisi: Her şeyin, her hükmün vücuda gelmesi bir illete (gerekliliğe) binaen olduğu gibi, bir maslahata dahi tâbidir. Fakat maslahat illet değildir. Ancak tercih edici bir hikmettir. Bu zamanın efkârı (fikirleri), bizzat saadet-i dünyaya (dünya saadetine) müteveccihtir. Şeriatın nazarı ise, bizzat saadet-i uhreviyeye (ahiret saadetine) müteveccih olup, bittabi dünyaya da nâzırdır. Çünkü dünya ahirete vesiledir. Umumî bir beliyye (bela) olan ve nâsın (insanların) ona müptelâ olduğu çok işler vardır ki, zaruriyattan olmuştur. O gibi işler su-i ihtiyar ile gayr-ı meşru meyillerden doğmuş olduklarından, mahzuratı ibâha eden (mahzurları kaldıran) zaruriyattan değildir. Ve ruhsat ve müsaade-i şer’iyenin (şeriatın müsaade ettiği) şümulüne dahil olamazlar. Meselâ, bir adam su-i ihtiyarıyla haram bir tarzda kendini sarhoş etse, hal-i sekirde (sarhoşken) yaptığı tasarrufatta mâzur (özürlü) olamaz. Bu zamanda bu gibi içtihadlar, Semâvî değil, ancak arzî içtihadlardır (dünya içindir). Bu gibi içtihadlarla Hâlık-ı Semâvat ve Arzın hükümlerinde yapılan tasarrufat merduttur (dinden çıkmaktır. Meselâ, bazı gafiller, hutbenin Türkçe okunmasını istihsan ediyorlar ki, halkın bilhassa siyasî ahvalden haberleri olsun. Halbuki bu gibi ahval-i siyasiye yalandan, hileden, şeytanî fikirlerden hâli değildir. Hutbe makamı ise, ahkâm-ı İlâhiyenin tebliği için ittihaz edilmiş bir makamdır”

Ankara’da iken basılan Hubab isimli bu eser Türkçeye çevrilmiş olmasına rağmen ne yazık ki uydurukça bir dil yüzünden yeterince anlaşılamamıştır. Yanlarına parantez içinde kendimce açıklamalar yaparak günümüz insanının çok istediği fakat yazının güzelliğini belirli ölçüde bozan kelimeler kullandım. Umarım benim buradaki hatalarım konunun anlaşılmasına ve mahiyetinin önemine bir zarar vermiş olmaz, vesselam…

Vehbi Kara

adminadmin