Kültür
Giriş Tarihi : 16-09-2018 09:24   Güncelleme : 16-09-2018 09:24

Az çoktan fazladır

Az çoktan fazladır

İnsan bütün dünyaya sahip olsa keder değil esas keder şu ki, dünya onun tek zerresine sahip olsun.

Hep yarım kalıyor bazı şeyler, hayır aslında her şey ve hep yarım kalıyor. Dünya tam böyle bir yer zaten ve yaşamak tam da böyle bir hal. Hasan Aycın üstadın çok sevdiğim ve açıkçası imrendiğim ve kıskandığım bir sözü var. Şöyle diyor üstad, “Burası dünya, burada işler hep yarım kalır…” gerçekten çok güzel cümle. Kelimeyi kelimenin yanına koyup da cümle kurabiliyor herkes lakin bence esas sanat sağlam bir anlam verebilmek. Bu da tam öyle. Burası dünya ve işler hep yarım kalıyor.

Dünya eksik kalmanın, noksan kalmışların ve nakıs olacakların yurdu. Ama burada şunu da söylemek lazım insani bir refleksle, fıtrattan gelen ve daha ziyade nefsani bir hırsla her birimiz bu dünya için var olduğumuza inanmıyorsak da öyleymiş gibi yaşıyoruz. Oysa Allah, insanı dünya için değil dünyayı insan için yarattı. Yani biz bu dünyaya ait olamayacak kadar kıymetliyiz ve dünya bizim sahip olmaya tenezzül edemeyeceğimiz kadar kıymetsiz. Aslında sahip olduklarımız bizim olmuyor gibi geliyor bana biz onların oluyormuşuz gibi. Tuhaf. Ne kadar çok şeye sahip olursak o kadar azalıyoruz. O fazlalaştıkça biz eksiliyoruz.

Bu arada yanlış anlaşılmasın, bir şeylere sahip olmak ya da çok şeylere sahip olmak meselesinde takıldığım bir şey yok benim altını kırmızı kalemle çizmeye çalıştığım şu; insan bütün dünyaya sahip olsa keder değil esas keder şu ki dünya onun tek zerresine sahip olsun.

Cânım kâri, daha evvel yazmıştım sana. Eksik olanlardan, eksik kalanlardan, tam olarak ne olduğunu bilemediğim bir şeyin eksik olduğundan bahisle birkaç kelam edip kilit taşını misal göstermiştim. Ama insafsızlık etmeyeyim, fazla olan taraflarımız da var. Bu kez aklımda fazlalıklarımız var, fazla olanlarımız, abarttıklarımız, doymadıklarımız var. Görmezden geldiklerimizin yanında gözümüzde o kadar büyüttüklerimiz var ki.

“Az çoktan iyidir” diye bir cümle yankılanıyor kulaklarımda bunları yazarken. Bilmiyorum ben mi bir kitabımda yazdım ya da bir yerlerde mi okudum. Ama şunu iyi hatırlıyorum; Üftâde Hazretleri (ki “Üftâde” asıl adı değil elbette hazretin doğum adı Mehmed Muhyiddin ama kendine mahlas olarak “düşkün, çaresiz” manasına gelen Üftâde’yi seçmiş) Bursa’da kadı olan ve yaşadığı birkaç olaydan sonra müridi olmak isteyerek kapısına gelen Aziz Mahmud Hüdayî Hazretleri’ne şöyle demişti:

“Bu kapı yokluk kapısıdır, varlıkla girilmez. Bu kapı darlık kapısıdır bollukla girilmez. Sen de çok var bizde az. Bu yolda az çoktur ve çok yoktur.”

Bu misalin üzerine düşünüyorum şimdi o kapı hangi kapıdır ve biz o kapının neresindeyiz? Girenler nasıl girmiştir ya da bazıları neden dert edinmiştir o kapıdan içeri girmeyi? Ve sormadan edemiyorum, “Neyimiz çok, neyimiz fazla?” diye. Bilmem ama daha önce dediğim eksik taraflarımızı bizden alan sanıyorum ki bu fazla olan yanlarımız. Daha açık söyleyeyim, kibrimiz çok olduğundan tevazuumuz eksik, öfkemiz çok olduğundan şefkatimiz eksik, malımız çok olduğundan kanaatimiz eksik… Daha saysak bitmez belki. Ve bunca çok bizi o kapının dış tarafında tutuyor.

Bir de şu var ki söylemezsem olmayacak; sayımız fazla mesela ama bunca fazlalık nasıl bu kadar az kalıyor anlayamıyorum ben. Bu kadar inanmış ya da inandığını söyleyen insan, Müslüman nasıl oluyor da bu kadar az kalıyor. Çok olunca da eksik olunuyor demek ki. Ya da çok olmak her zaman bir şey ifade etmiyor.

Yani saymakla bitmiyoruz doğru ama sayınca da yetmiyoruz.

Fatih Duman / Diriliş Postası

adminadmin