Kültür
Giriş Tarihi : 16-04-2017 10:00   Güncelleme : 16-04-2017 11:56

Bakmaklar’dan Partizan’a

Türkler millî varlıklarını şiire değil de, sair milletlerin cümlesi gibi kapitalizmin şu veya bu safhasına, merhalesine borçlu olsalardı, bu gün dünyada ne yapılacak iş kalmış olacaktı, ne söylenecek söz. Nasıl kapitalizmi dışarda bırakıp millet meselesini tetkik mümkün değilse, insan zihninin şiire borcunu bilmeden Türk’ü zikretmek de mümkün değildir. Türk şiirinin kıvama kavuştuğu yer neresi bilindiyse Türklerin millî davalarına sahip çıktıkları yerin de orası olduğu bilinmiştir. Vukuatın bu yüzüyle ben dünya şartlarının Türk varlığı tesiri altında ne şekle girdiği meselesine geldim. Şairliğin bana biçilmiş kaftan olduğu hissi bu meseleyle birlikte oturdu içime. Arabayı atların önüne koştuğu nispette ciddiye alınan “Batı tesirindeki Türk edebiyatı” benden önce millî hayatın dışa doğru bir temayül tespit veya icat edilerek gerçekleşebileceğinin ağulu avuntusuyla yaşıyordu.

Bakmaklar’dan Partizan’a

Avunmayı reddedip şiiri dile kendi terazisiyle dolamayı seçen ben okurlarını çözülmüş sırrın üzüntüsüne çağıran dünyadaki yegâne şair olmanın yanı sıra, poetikasını şiir sahasına peşinen getiren şair olmakla temayüz ettim. Bu güne kadar çağrımı umursayan çıkmadığı gibi, neyi ölçü bildiğime nazar atfeden de olmadı. Hangi sırdı çözülen ve ne idi İsmet Özel poetikası? Sırrın çözülmesi niçin huzur, gurur, avuntu vermeyip üzüntüye sebep olsundu? Şairin ne yaptığının bilincine varışı şiirin şiirliğini izale etmeyişindeki hikmet neydi? Nasıl olmuştu da benim yazdıklarım Türk şiirini Türk tarihiyle kesişme noktasına getirmişti? Daha yayına ilk giren şiirlerimden itibaren “İsmet Özel’in dili küf kokuyor” denilmişti. Sual etmenin nezaketi, giderek letafetiyle soru sormanın hırpalayışı, giderek kesafeti arasındaki farkı görerek kör düğümü çözmeğe koyulmuştum. Farkı görmeme yeteneğimin yetmeyeceğini biliyordum. Gösteren Allah idi. Benim yazdıklarımda esoterik bir hususiyet varsa bunu yazdıklarımın ilk satırından itibaren ölüm sonrası tınısına ait bir kayda bağlamak lâzım. Ha sual, ha soru diyen, sual ve soru ibareleri arasında fark görmeyen burnu büyüklerin yazı ve söz hayatındaki hükümranlığına ben esas itibariyle son verdim. 

Neyle yaptım bunu? Ne olduysa yapan ben miydim acaba? Dünyada ne işim olduğu hususu benim içimde çocuk yaşımdan itibaren sır mesabesinde yer etmişti. Aklım bin üç yüz on beşli bir babanın oğlu olarak dünyada bulunmanın benim ben kalarak kaldırabileceğim bir şey olmadığına çok erkenden erdi. Ben kalmayıp ne yapacaktım? Kendi varlığımın diğer varlıklarla münasebeti tarif edilebilir bir mahiyette olsa gerekti. Sinemada gösterilen filmleri övmek için “aşk, macera, heyecan” kelimelerinin kullanılması dikkat çekiciydi. Şiir bana hayatımın aşkla, macerayla, heyecanla bir ilgisi olup olmadığını, varsa bu ilginin derecesini öğretse ne iyi olurdu. Neden şiir? Çünkü daha ilkokul birinci sınıfta öğretmenlerin benim lehime hareket etmediklerini, benimle diyalog kurma tutumuna çok uzak durduklarını fark etmiştim. İçimi neyin lehime, neyin aleyhime olduğu kemiriyordu. Bu sıkıntı beni dünyadan yüz çevirmenin tadına çocuk yaşımda ulaştırdı. Yıllar geçti. Bana yazıldığım bütün okulların iyi bir öğrencisi olmamayı bilinçle tercih ettiğimi söyleme rahatlığı sağlayabilecek bir ömür de böylece verilmiş oldu.

“Ölüler beni serinliğe yakıştıramaz” demek suretiyle başlamıştım şiire ve şiirimin makamı neyin verildiğine rıza gösterme basamağında ömrüm boyunca kaldı. Oysa insanların kahir ekseriyeti itiraf etmeğe asla yanaşmasalar da Allah’tan başka dost bulunamayacağı haberi yüzünden daralıyor, korkuya kapılıyor; şahit olarak Allah’ın kâfi geldiği yaklaşımını can sıkıcı bulmakla kalmıyor, Allah’ın şahitliğinden rahatsızlık duyuyordu. “Yalan söylemek dil oyunlarından biridir” demişti Ludwig Wittgenstein ve ilâve etmişti: “Her oyun gibi onun da nasıl oynanacağını öğrenmek gerekir.” Lisanın hiçbir beyan tarzı şiirin yerini tutamıyorsa bunun sebebi yalan söyleme oyununa mahsus kuralları öğrenme zevkine galebe çalan yegâne insan meşguliyetinin şiir oluşundandır. Şairin söylediğinin yalan oluşu onu diğer yalancılar ayarına düşürmez. Çünkü şairin yalan sözü yalan söyleme kurallarını tahrip ettiği için, söze mahsus gücün insanı yalanın tesir sahasının üstünde bir makama eriştirdiği için kıymet ifade eder.

İsmet Özel

http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr

 

adminadmin