Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 27-06-2012 16:57   Güncelleme : 27-06-2012 16:57

Bana seslendiğinde...

Bana seslendiğinde ayaklarım kanat oluyor sevdiğim! Hayaller ile gerçeklerin birbirine yakın dahi düşmediği anların arttığı sıcak günlerden yaşayamadıklarımızı düşleyerek yazıyorum sana; yeniden…     Hayal nerede bitiyor gerçek nerede başlıyor kestiremediğimden garip bir ürküntü hissediyorum ve hiçbir şeyleri bilemiyorum

Bana seslendiğinde...
Bana seslendiğinde ayaklarım kanat oluyor sevdiğim!

Hayaller ile gerçeklerin birbirine yakın dahi düşmediği anların arttığı sıcak günlerden yaşayamadıklarımızı düşleyerek yazıyorum sana; yeniden…
 
  Hayal nerede bitiyor gerçek nerede başlıyor kestiremediğimden garip bir ürküntü hissediyorum ve hiçbir şeyleri bilemiyorum. Tam vazgeçecekken, seni o göl kıyısındaki taş evin camından çiçeklerimizi sularken izleyebilme hayaline tutunarak yaşayabiliyorum ancak. Bir hayale tutuluyor da geçemiyorum; yine taş evin penceresi, yine gölün durgunluğu, yine seni oracıktan izleyebilme ihtimali, çiçekleri sularken… Bir hayale tutunuyor da yaşayabiliyorum ancak; sana kahve yaparken kahve kokusu, kuş sesi süzülen küçücük pencereden çimenler üzerinde gezinişini izleyebilme ihtimali… Bir de var ya, bir sesi düşlüyor da tutunabiliyorum ancak; bana seslenişini “Yanıma gelsene!” ayaklarım kanat oluyor, sana doğru, sevdiğim.
 
  Ben bu şekilde ayaklarım sana doğru kanatlanmış, o hayallere tutunarak yaşamaya çalışırken gün içinde hayaller gerçeklere karışıyor sıcak günler serin bir geceye varıyor ve oracıkta birleşiyordu. Bu saatlere varıldığında artık dayanamıyor gece bile seni özlüyordu, hayaller avutmaya yetmiyordu; ya ben ne yapsaydımdı? Taş evle ilgili tüm hayallerimiz bile bu anları atlatabilmem için yetmiyordu.
 
  İnan gece bununla da yetinmiyordu. Sessiz sabahları, yılgın öğlenleri, ıssız ikindileri, sensiz akşamları yaşarken, günlerden bir gün gece bana doğru eğildi ve “seni özlediğini” fısıldadı, sabaha kavuşmaktan başka bir ihtimâl bırakmadı. Âh insafsız gece, sabaha vardık vardık da kavuşturmadı. Âh insafsız gece, omuzlarımdan kanatlarıma yığıldı yığıldı da seni hatırlattı durdu, sanki aklımdan çıktığın bir an vardı? Sahi şimdi ben ne yapsaydımdı?
 
  Yaşayabilmek için sebebe ihtiyacım vardı ve gerçeklerin, acıtmayan acıların, dokunulamayan hayallerin birbirine karıştığı anlardan birinde “mutluluğun bir alegori” olduğunu hatırladım da yeniden şiir gibi anı düşledim. Şiir gibi anlar vardır ya hani; rüzgârın tebessüm ettiği bir kadının, omuzundaki şal düşecek telaşıyla birlik, ince bileklerini yora yora, naif elleriyle, sevdiği adama elma soyduğu anlar gibi mesela… Evet, böyle şiir gibi bir an, taş evin bahçesinde, iki ahşap sandalyede oturmuşuz, birbirimize doğru, topuklarımız çimleri okşarken, inceden bir kuş sesi, elma kokusu, senin sesin, bana doğru kanatlanıp da “Bir elmadan daha güzel olan tek şey, senin bana uzattığın bir elma.” derken… Derken ki o an, o âna tutunup da yaşayabiliyordum ancak.
 
  Tüm keşmekeş içerisinde tüm yaşamın içinde sen ve ben gibi birbirine imkânsızı olan herkesin hayaller ile tutunabildiğini fark ediyordum. Bu hayallerde buluşanlar ordusu en azından yalnız olmadığım hissi doğuruyordu. Bir başka yönüyle ise bu ordudan ayrılıyorduk zira hayallerde dahi “herkes gibi olmak” garip bir huzursuzluk veriyordu bana çünkü seni herkes gibi olmadığın için, beni herkes gibi bulmadığın için sevdiğini biliyordum. Bu “sen ve ben” üzerine düşünmeler bile “bizsizlikten” yıldığım anlarda tuhaf bir direnç sağlayabiliyordu bana.
 
  Tüm bu keşmekeş içerisinde işim gücüm düşmüyordu yakamdan, sana bakıyordum, bana bakıyordum ve hayata kalbimizle baktığımızda aynı noktada buluşabilirken, aklımızla baktığımızda çok farklı noktalara kaydığımızı görüyordum. Benim yıkıcı bulduklarımı, seni yapıcı ilan edebiliyordun. Bu ayrışma var ya bizim “imkânsızımızdan” çok daha yıkıcı olabiliyordu, sessiz hayallerim üzerinde.
 
  Yine de, her şeye rağmen, hemen her gün dünyanın bin bir köşesindeki ölümler parmaklarımın ucundan geçerken, yürekleri yakılan kadınlar, parmakları yakılan çocuklar, cesaretleri yakılan erkekler için zulmü yakarken arada ufacık bir zaman aralığında bir an bulup da seni düşünebiliyordum. Düşleyebiliyordum. O hayallere sığınabiliyordum. Oracığa sığabiliyordum. Oracıkta bir an dahi olsa seni sevebilecek kadar fırsat buluyordum. Ya sen?
 
  Ben şimdi yapayalnız, o göle doğru, ayaklarım kanatlanmış sana doğru, seni düşlüyor ve düşünüyorum, dahası herkesten saklı saklı seviyorum; ya sen?
adminadmin