Analiz
Giriş Tarihi : 23-06-2018 10:30   Güncelleme : 23-06-2018 10:30

Başkanlık Sistemi ile yeniçağa merhaba

Başkanlık Sistemi ile yeniçağa merhaba

Çoğumuz belki farkında değiliz ama Başkanlık sistemi ile Türkiye’de yeni bir dönemin kapısı aralanacak. Çünkü Bürokratik oligarşi büyük ölçüde etkisini kaybedecek.

Mevcut Cumhurbaşkanlığı sistemi başkanlık sistemine oranla daha fazla yetkiye sahipti.  Bu sistem darbeciler tarafından bir baskı unsuru olarak getirilmişti.

Seçilmişlerin gücünü kısıtlamak, halkın iradesini kuşatmak adına oligarşi bilinçli ve sistemli çalışır. İyi şeyleri engelleme üzerine tasarlanmıştır. Bürokratik oligarşik sisteme karşı bir Osmanlı sistemi olan başkanlık sistemine geçiyoruz inşaallah. Ümidimiz büyük.  Çünkü bu sistem alabildiğince bireyi ve yereli özgür kılıcı, temel stratejik menfaatler konusunda güçlü bir merkeze sahip ve adaletle sınırlanmış olacak.  Meclis ve Kurultay tarafından denetlenebilen bir sistem olacaktır. 

Çoğumuz ülkede “Bürokratik oligarşi”   yolu ile  “sömürü düzeninin” hakim olduğunun farkında değil. Örneğin Milli Eğitimde yap - boz sil baştan uygulamaları ve reformların hep şekilsel boyutta kalması;  halkın istediği milli dönüşümlere sıra gelmemesi bürokratik oligarşi ile ilgili. Muhteva konusunda hep uyutuluyorsunuz.   Bakarsınız hayati bir yasa mecliste hiç ummadığınız bir yerde takılır kalır. Ya da hiç ummadığınız bir sonuçla çıkar. 

Çünkü, hain eller artık düzenli ordularla değil maşalarla çalışıyorlar, gizli ve üstü örtülü bir şekilde planlar çeviriyorlar. Algı operasyonları ile bürokratları ve yetkilileri, hatta toplumu toptan yanıltıyor ve yanlış yerlere sevkediyorlar. Bunun aracı olarak da en başta kullanılan metot,  eğitimle kimliksizleştirme ve cahil kılma… Medya yolu ile ahlaki yozlaşma.

Türkiye’ye zorla giydirilmiş bürokratik-oligarşik vesayet;  yakın zamanlarda Feto ve Parelel Devlet yapılanması, daha önceleri ise Ergenekoncu ve Kemalist yapılanmalar, yada PKK gibi terör örgütleri arkasında hükmünü icra ediyordu.  İlginçtir ki bu vesayet halkın içinde ana muhalefet partileri haline gelebiliyor;  yeni partiler altında iktidara talip olabiliyordu.

Daha ilginci ise, aldığımız eğitim ve okullar ise bu yapılanmalara alt yapısı teşkil ediyordu. Bu sahadaki gizli oyunları ve planları gündeme getirenlerden birisi merhum Oktay Sinanoğlu idi. Şu mealde sözleri ile tehlikenin boyutuna dikkat çekerdi.

“Türkiye’de gençler milli bir kültür edinemiyorlar. Çeşitli yollardan bu engelleniyor.  Çocuklar misyoner okullarında eğitim alıyorlar. İster özel olsun ister devlet olsun birçok yabancı eğitim veren okulda misyoner eğitimi veriliyor. Bir millet kendi okulunda bunu yaptırıyorsa bu bir milletin intiharı anlamına gelir. Böyle okullarda yetişen öğrenciler daha sonra “Tarzanistana” (Amerika) giderek orada eğitim görmeyi hayal ediyorlar. Bu mandacılık değil de nedir. Kendi kültüründen haberi yok. Okumadan haberi yok. Anne-babalar bile bunun farkında değiller. Aileler birbirlerine övünüyorlar benim çocuğum şu özel okulda okuyor bu yabancı eğitimi alıyor diye.

Ne var ki 15 Temmuz darbe teşebbüsü ile ülkemize yapılan küresel saldırı insanımızda büyük bir zihni dönüşüme kaynaklık etti. Bu ülkenin asil halkı, destansı bir direniş ortaya koydu ve saldırıyı püskürttü. Çevrilen olayların perde arkasını artık daha net görebiliyoruz.    

Ülkeyi toptan bir sömürü düzenine tabi kılma teşebbüsü olan 15 temuz darbesini püskürttük.  Şimdi ikinci raunda geçiyoruz.  Başkanlık sistemi ile nitelik seviyemizi yükseltecek, bünyemizi sağlamlaştıracak tedbirlere/reformlara sıra geliyor.

Robotlaştıran Eğitimden Kurtulmanın Zamanı Geldi

Ülkemizde mevcut eğitim yapısı körü körüne şahsa bağlı olmayı ve bir mankurtlaşmayı destekliyor ve ortam oluşturuyorsa yapmamız gereken açıktır. İnsanları kendi aklının sahibi yapabilecek eğitimi ikame etmektir. Aksi halde Kur'an-ı Kerim’in “Allah aklını kullanmayanların üstüne pislik yağdırır” hakikatı hükmünü icra etmeye devam edecektir. Bilimde  ve teknolojide Batı'ya bağlılıktan kurtulmanın yolu   budur: İnsanları kendi aklının sahibi kılan ve kimlik kazandıran bir eğitimi hayata geçirmek..

İnsanlarını “kuzu kuzu” yetiştiren bir eğitim sistemi toplumu koyun sürüleri haline getirmektedir. Böyle sürüleri idare etmek için de “işgüzar çobanlar”,  hatta dünya çapında “küresel krallar” ve “derin ve parelel-FETO gibi güçler” devreye girecektir..

Halihazır uyguladığımız “şartlandıran eğitimle” öğrenci istenen hareketi yapmak üzere programlanan bir ‘robota’ dönüşmektedir.  Unutmayalım ki temeli benimsetme ve şartlanma kültürü olan bu bilgi aktarmacı-sınavcı eğitimin   ‘ıslah ve uyum’ işlevi ve ‘bütünleştirici’ etkisi vardır. Eleştirel bakış yok olmaktadır. Bu eğitimin tezgahından geçen fertler hipnotize edilmişcesine istenilen yöne kolayca çevrilebilmektedir.

 Şimdi büyük uyanışın zamanı; bilimle ve eğitimle; kendi medeniyet değerlerimizle gerçek kalkınmaya geçme ve gerçeklerle/hakikatlerle buluşma zamanı.

15 Temmuz zihnen dönüşüm için  bir milat ve dönüm noktası oldu. Mevcut eğitim ve okul yapısının zihni köleleştirmeden öte bir işe yaramadığını daha iyi görmeye başladık. Zihnen özgürlüğümüzü elimize geçireceğimiz, kimliğimizi ve eğitimle insanlığımızı bulacağımız günlerin özlemi içindeyiz. Eğitim ve bilim dünyamız üzerinde gerçeği örten perdeleri daha iyi farkediyoruz şimdi. Algı operasyonu yapan derin kaynaklar artık eski gücünü kaybediyor. İnsanımızın gerçekleri görmesine mani olan büyük perde kalktı.

Bilim diye, objektiflik diye sunulan pozitivist, determinist, materyalist anlayışın zihinleri şekillendirmesine karşı, sağlam bir “ilim” ve “irfan” dersi almak için müfredatta, ders kitapları yazımında kendi okul ve eğitim sistemimizi hayata geçirmenin zamanı geldi, geçiyor.

Bürokratik oligarşi  bizi  sürekli Batı’ya bakarak hizaya getirmeye çalıştı. Bu sebeple de başta eğitim olmak üzere hemen her alanda kopyacı ve taklitçi bir anlayış hakim oldu.

Peki, “Batılı” olduk mu? Hayır. Çünkü aslında iki alternatif vardı: “Kendi olmak” ya da “bütünüyle kimliğini terk edip başkası olmak.” Bu ikisinin ortası mümkün değildi ve olamayacağı yaşanarak da görüldü. “Batı’nın yalnız ilmini almak” gibi masum bir anlayışın bile pratikte mümkün olmadığı anlaşıldı.

Öyle bir insan düşünün ki bu insan, kendi hayatını ve geleceğini kurabiliyor, kendi gözleriyle görebiliyor. Ruh ve kalbi nefis esaretinden kurtarıldığı gibi, açılan tefekkür ve tahkike dayalı talim ve terbiye ile de fert kendi dünyasında özerk ve özgür beyinlere sahip oluyor. Sonuçta öğrenmede sathîlikten derinliğe geçiyor. Ezber ve taklit yerine, tahkik ve anlama ön plana çıkıyor.

İşte özlediğimiz eğitim dünyası bu!

Artık kendimiz olmak, evrensel bilim ve hikmetten beslensek de kendi kültür ve medeniyetimizin gereği olan üslubu bulmak zorundayız. Okullardaki eğitim bunu kazandırmıyor.    “Paradigma” ve “müfredat” boyutuyla yerli ve milli yapılanmaya  ihtiyaç bulunuyor.

Zihinlerin kuru bir “malumat eğitimi” yerine gerçek bir “kişilik eğitimi” ile dirileceği günlerin özlemi içindeyiz. Okulları  artık “eğriliklerin mekanı” olmaktan kurtaracağız.

Milli eğitim reformlarını yap boz tahtasına çeviren gizli eller artık defişre edilmeli.

Önce kendimize has eğitim modeli ve sistemini inşa etmekle işe başlayacağız. Çocuklara ve gençlere fıtri ve doğal öğrenme eğilimlerine aykırı ve baskıcı, aşırı zorlamaya dayalı yöntemlerle, ardışık tekrarlatmalar yoluyla belleğe nakşetmek şeklindeki eğitim metotlarını tarihin çöplüğüne atacağız.

Prof. Dr. Osman Çakmak / Diriliş Postası

adminadmin