Kültür
Giriş Tarihi : 25-11-2018 07:30   Güncelleme : 25-11-2018 07:30

Batı medeniyeti çöküyor, çünkü...

Batı medeniyeti çöküyor, çünkü...

Günümüzde biraz feraset sahibi bir insanın bedâheten gördüğü ve ifade ettiği bu durumu; mülteci sorunu, güç dengesinin Batıdan Doğuya kaydığı, uyum sahibi ve “esnek” kapitalizmin çöktüğü fakat alternatifsizliği sebebiyle halâ yaşayabildiği, Brexit, ekonomi savaşları, popülist sağın yükselişe geçişi vs. gibi konu başlıkları altında akademik camia ve işin uzmanları sıklıkla dile getirmektedir. Fakat biz bu yazımızda çöküşe sebep olan daha temel bir faktörü ele almaya çalışacağız.

Bilindiği gibi Batı Tefekkürünün başlangıç noktası olarak Antik Yunan kabul edilir. Hatta Batı’da neşet etmiş neredeyse tüm görüşler Sokrates, Platon ve Aristo’ya nisbet edilir yahut dolaylı yoldan onlarla ilişkilendirilir. Antik Yunan’dan bugüne gelen düşünce geleneği içinde öyle bir damar var ki, Batı Tefekküründe her daim etkisi bulunmuş ve bugün Batı’yı temsil eden ana damar hâline gelmiştir. Bu damar; Epiktetos, Zenon, Epikuros ile başlayan, Polyana ve O. Henry’ye kadar gelen “kadercilik(fatalizm”) çizgisi.

Bu anlayışa göre insan istesin istemesin, olaylar kendi iradesinden başka bir iradenin yönlendirdiği yönde gelişir ve insan iradesiyle ne kadar çaba harcarsa harcasın, sonuç daima üstündeki o iradeye göre gerçekleşecektir. Kişinin hayatında gerçekleşecek bütün hadiseler ve eşyanın değişimi daha önceden belirlenmiştir ve değişmesi imkânsızdır.  Kadere teslim olma, herhangi bir müdahalede bulunmama, bulunulsa dahi boşa çıkacağı, çünkü kişinin hakkında yazılanı yerine getirmek dışında sorumluluğu olamayacağı, kişinin tercihlerinde özgür olmadığı ve sair genel kabullerindendir. Bu kabule dayanarak her şeye ve her olaya ne kadar vahim olursa olsun razı olma, acı çekerken bile herhangi bir şikayet ve ağlama emaresi göstermeme, üzülmemek ve hayal kırıklığına uğramamak için, hayattan herhangi bir beklentide bulunmama gibi, insan hayalini çatlatıcı örneklerle bezeli, adi soydan bir teslimiyetçilik.

Benzer bir çizgi Descartes’in Determinizm’inde ve Popper’in Açık Toplum’unda ifadesini bulur. Fakat Descartes’in kaderciliğinde Allah’ın yazdığı bir kader değil, doğaya ve insana hâkim “yasa”lar vardır. Herkes bu yasalara tabidir ve bu yasaların dışına çıkamaz, değiştiremez. Nasıl yapsın ki? Çünkü insan iradesi, hareketi, düşüncesi vs. insan keyfiyetini belirleyen her şey bu yasalara göre işlemektedir. Descartes’e göre Allah’ın yerini tabiat yasaları almıştır adeta. Descartes’in bu anlayışı hür irade bağlamında çokça tartışılmıştır. Benzer şekilde Popper’in Açık Toplum’unda da kimsenin herhangi bir konuda ufak bir itirazda bulunamayacağı, farklılıklara yer vermeyecek denli mekanik karakterli katı bir elitizm söz konusudur. Ayrıca bilindiği üzere Hristiyan teolojisinde de hür iradeyi yok sayan bir kadercilik vardır.

1930’lu yıllara gelindiğindeyse, Kuantum Fiziği alanında yapılan Heisenberg Belirsizliği gibi çalışmalar, deterministik paradigmayı yerle bir etti. Özellikle kuantum mekaniğinin çıkışı, başta Thomas Kuhn olmak üzere birçok bilim adamı, bilim tarihçisi, felsefeci  tarafından bir “devrim” olarak ifade edildi. Bugün dahi kuantum fiziği ve onun farklı sahalarda yansımalarını görebilmekteyiz. Bu şekilde başlayan modern fizik Kaos, Hologram, Sicim gibi teorilerle yoluna devam etmiştir. Bu teoriler öyle şeyler söylüyordu ki; sanki mevzu fizik ile alâkalı olmak çıkmış, felsefe olmuştu ve giderek “metafizik”leşiyordu.

Bahsi geçen teori ve çalışmalar, Batı adamına, öncesinde kuru bir “hayret”ten başka bir şey yaşatmadı. Daha sonra bu teoriler ve onların tedai ettirdiği felsefî önermeler, kuru hayreti hikmete tahvil edeceği, mistisizmin hakikatini ortaya koyabileceği, söz konusu tedaileri “Sır İdraki”yle kucaklayarak anlam kazandıracağı ve İslâm’a erişeceği yerde, Uzakdoğu mistisizmine alakanın artmasına vesile oldu. “Heisenberg bana bu sohbetlerin fizikteki çalışmalarına oldukça yararı dokunduğunu, çünkü bunların ona kuantum teorisindeki bütün bu yeni fikirlerin aslında pek o kadar karmaşık olmadığını gösterdiğini söyledi. Niels Bohr da Çin’e gittiği zaman benzer bir tecrübeyi yaşamıştı. Daha başka birçok fizikçi bana bu paralellikleri büyük bir zenginlik olarak gördüklerini ya söylemiş veya yazmıştı. Ama, BUNU KABUL ETMEK ELBETTE AÇIK FİKİRLİLİK VE BİR FİKRÎ OLGUNLUK GEREKTİRİR!”(S.Mirzabeyoğlu, Sefine, 176).

Uzakdoğu mistisizmi ise farklı inanış ve görüşler ile yukarıda bahsi geçen kaderciliği içinde fazlasıyla barındırır. Buna bağlı olarak daha da ileri giderek işi “hiç”liğe gark olmada bitirir. Yani anlayacağımız, kuantum “devrimi” ve onun açtığı çığır eskiyi devirip yeniyi ikame edeceğine, eskinin farklı bir versiyonu olup çıkmıştır. Herman Hesse’nin Siddharta isimli dünyaca ünlü eseri, Nietzche’nin Nihilizmi, Schopenhauer’ın Budizm ilgisi ve pesimist felsefesi, Albert Camus’un işi intiharda bitiren etkileyici edebiyatı, buhran ve sıkıntıyla özdeşleşmiş varoluşçuluk  ve en önemlisi olarak günümüz gençliğini etkisi altına alan, alkolikliğin ve uyuşmuşluğun remzi, hiçliğe dalmanın ve şuuru iptalin dış plânda farklı bir görünüşü olan Amerikan hippi kültürü. Tüm bunlar, Uzakdoğu mistisizminin etkisini göstermeye yeter.

Batı fikren kendini yenileyememekte ve bu yöndeki açlığını farklı dünya görüşlerinde aramaktadır. Ancak bu arayışla birlikte devşirdiklerini yine Yunan aklı ve Hristiyan ahlakı üzerine serpiştirdikleri için katı bir fatalizme doğru ilerlemekte ve bilimin klişeleşmesi gözlenmektedir. Çok yakında Niçe’nin “tanrı öldü” çığlığına benzer şekilde “bilim öldü” feryadını Batı’nın en ileri gelen entelektüellerinden duyarsak şaşırmayalım.

Diğer taraftan meseleye bizim cepheden baktığımızda; eşya ve hadise her ân değişir, Eğer bir yapı bu değişime ayak uyduracak yeniyi geliştiremez, hele hele eskiyi tekrara düşerse orada çöküş başlamış demektir. Eşya ve hâdisenin tecelli zemini kâinat ise boşluk kabul etmez. Eşya ve hâdise kendi değişimine ayak uyduracak ve onu verimlendirecek olan “İBDA” mihrakını işaretler ve selâmlar. “Çağımız başlamıştır Gönüldaşlar!” diyen Mütefekkir’in çağrısı bu açıdan oldukça mühimdir.

Aylık Dergisi 169. Sayı

Kubilay Akın Gürel

adminadmin