Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 13-03-2017 10:13   Güncelleme : 13-03-2017 10:13

Batı Medeniyetinin Hollanda’daki Yansıması

Hollanda’da ve öncesinde de Almanya’da meydana gelen diplomasinin en temel kurallarını ayaklar altına alan çirkin muameleler, Batı dünyasının gerçek yüzünü göstermiş oldu.

Batı Medeniyetinin Hollanda’daki Yansıması

 Bu Batılı ülkelerin içlerini dışına çevirmiş olsanız domuz, maymun ve yılan gibi hayvanlara benzemiş olduğunu görürsünüz. İşte bunu çok açık bir şekilde diplomatik korunması olan bakanlarımıza karşı tavırları ile çok iğrenç bir şekilde gösterdiler.

Tanzimat sonrası Osmanlı aydınının içine düştüğü Batı hayranlığı geniş halk kesimlerini oldukça rencide etmiş ciddi tartışmalara yol açmıştır. İşte bizleri dünya rahatından ve ecnebileri ahiret saadetinden mahrum eden, Müslüman aydınlarının içine düştüğü bu yanlış anlayış ve zandır.

Her şeyden önce net bir Doğu-Batı okuması yaparak medeniyeti tahlil etmek gerekliği vardır. Aşağıdaki tabloda da görüldüğü üzere kuvvete, menfaate, mücadeleye, ırkçılığa ve heveslerine adeta tapacak kadar zavallılaşan Batı medeniyeti; insanlar arasında tecavüzü, boğuşmayı, çarpışmayı ve başkasını yutarak beslenmeyi netice vermiştir. Bunun sonucunda ise hem dünyada hem de sonsuzluk ülkesi ahirette büyük bir felaket sonucunu doğurmaktadır.

Hâlbuki İslam medeniyeti hakkı esas alır. Hedefi fazilet ve Allah rızasıdır. Hayatta yardımlaşma üzerine dini ve milli bağları kuvvetlendirmeyi önemli olarak kabul eder. İşte bunun sonucunda hem dünyada hem de ahirette saadet sunmaktadır.

Şimdiki fırtınalı bu asırda gaddar ve vahşi medeniyetten doğan kendini beğenmişlik ve ırkçılık hastalığı çatışmayı doğurmaktadır. Öylesine ciddi bir sorunla karşı bulunuyoruz ki Batı insanının çirkin yüzü hemen ortaya çıkabiliyor.

Bir örnekten yola çıkarak bu fotoğrafı sunalım: Bakınız bir baba yavrusunu kucaklamış Suriye’den kaçarken Batılı bir kadın gazeteci ona çelme takarak yere yuvarlanmasını sağlayabiliyor. İnsanlıkla hiçbir alakası olmayan ne biçim bir düşmanlıktır, anlayıveren beri gelsin…

Eğer tarihî bir nazarla insanlık tarihine bakıp, tarih sayfalarını lekelendiren beşerin günah ve hatalarına dikkat edersen, toplumsal hayatta görünen ihtilâller ve karışıklıkların bu iki mantıktan doğduğu görülecektir: Birisi: “Ben tok olayım da, başkası açlığından ölürse ölsün bana ne.” Yani bencillik. İkincisi: “Sen zahmetler içinde boğul ki, ben nimetler ve lezzetler içinde rahat edeyim.” Yani her türlü sömürü anlayışı.

İnsanlığı yıkılmağa yaklaştıran bencilliğin ilacı olarak sosyal dayanışmanın en önemli vasıtası olarak zekât vermeyi esas alan İslam medeniyeti, faizi yasaklayarak her türlü sömürüyü kökünden kesip atmıştır. Toplumsal hayatı koruyan intizamın en büyük şartı, insanların sosyal tabakaları arasında boşluk kalmamasıdır. Yönetici kısmı halktan, zengin kısmı fukaradan iletişimi kesecek derecede uzaklaşmaması gereklidir. İşte bu tabakalar arasında iletişimi temin eden, zekât ve yardımlaşmadır.  Dengenin esası; Havas tabakasında merhamet ve şefkat, aşağısında ise hürmet ve itaat bulunmasıdır.

İşte İslam’ı ve Kuran medeniyetini anlayarak ve bilfiil tatbik ederek yaşadığımız bütün sorunların üstesinden kolayca gelebiliriz. Bunları Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerinden istifade ederek birkaç madde ile izah edelim:

1.Kur’an’ın, imtihanın, dünyanın ve tarihin merkezinde insan vardır.

2.İnsanın hilafeti ve yüklendiği emanet her şeyden daha mühimdir.

3.Tarihi olaylar Hikmet-i İlahiye ve Kader perspektifinden değerlendirilmelidir.

4.Her olay, olgu ve varlığın olumlu ve olumsuz yönleri birlikte incelenir, iyi yönleri alınıp kötü yönleri reddedilmelidir.

5.İslam ve Batı medeniyetlerinin doku uyuşmazlığı olup İslam medeniyetinin devşirme kavramlara ve çözümlere ihtiyacı yoktur.

6.Tarihsel ve toplumsal gelişmede bencillik ve sömürü İslam’ın zekat ve faizin haram kılınması gibi hayati prensipleriyle çözüme kavuşturulabilir.

7.Müslüman bireyin hayatını yönlendiren ve zenginleştiren İslam’ın terbiyesidir.

İnsanı ve toplumu medenileşmek isteyenler birkaç maddesini ifade ettiğimiz Kuran medeniyetine dikkat çekmek mecburiyetindedir. Bakın bu medeniyeti 100 yıl öncesinden Bediüzzaman nasıl tarif etmiş:

Dediler: “Şeriat-ı garrâdaki medeniyet nasıldır?” Dedim: “Şeriat-ı Ahmediyenin (a.s.m.) tazammun ettiği ve emrettiği medeniyet ise ki, medeniyet-i hazıranın inkişâından (ayrılmasından) inkişaf edecektir. Onun menfi esasları yerine, müspet esaslar vaz’ eder. “İşte nokta-i istinad (dayanak noktası), kuvvete bedel haktır ki, şe’ni adalet ve tevazündür (ölçülü olmaktır). Hedef de, menfaat yerine fazilettir ki, şe’ni muhabbet ve tecazüptür (cezbedir). Cihetü’l-vahdet de (birlik unsuru da) unsuriyet ve milliyet yerine, rabıta-i dinî, vatanî, sınıfîdir ki, şe’ni samimî uhuvvet ve müsalemet (barış) ve haricin tecavüzüne karşı yalnız tedâfüdür. Hayatta düsturu, cidal (savaşmak) yerine düstur-u teavündür ki (yardımlaşmadır ki ), şe’ni ittihad ve tesanüttür. Hevâ (çirkin arzular) yerine hüdâdır ki, şe’ni insaniyeten terakki ve ruhen tekâmüldür. Hevâyı tahdit eder; nefsin hevesat-ı süfliyesinin (aşağı heveslerinin) teshiline (kolaylaştırılmasına) bedel, ruhun hissiyat-ı ulviyesini tatmin eder.

 “Şark husumeti, İslâm inkişafını boğuyordu; zâil oldu ve olmalı. Garp husumeti, İslâmın ittihadına, uhuvvetin inkişafına en müessir sebeptir; bâki kalmalı”, vesselam…

Vehbi KARA

adminadmin