Analiz
Giriş Tarihi : 01-06-2018 13:07   Güncelleme : 01-06-2018 13:07

Batı’nın 24 Haziran tavrı: Saldırı ve dahası…

​Bu, allanıp pullanarak dünyaya ve tabii ki ülkemize sunulan “liberal demokrat Avrupa” tasavvurunun mimarı James Harvey Robinson’dur. O, 1911 yılında geliştirdiği “yeni Avrupa” fikriyle aslında gerçeğin üstünü örtecek “fantastik” bir kumaş icat etmişti.

Batı’nın 24 Haziran tavrı: Saldırı ve dahası…

Batı’nın hâkim düşüncelerinden biri olan “barbar Müslümanlar” ifadesinin mimarı Edward Gibbon da aslında bu yorumu yaparken yine kendi coğrafyasından olan J. G. von Herder’in gördüğünü görmekten çok uzaktı; kendi atalarının barbarlığını örtme çabası yüzünden.

Herder şunu diyordu: “Roma İmparatorluğu’nun barbarlar tarafından işgali, zaten hâlihazırda çürümekte olan bir bünyeyi canlandıran ve harekete geçiren bir aşılama girişimidir.” 

Yani aslında Müslümanların Batıya geçmeleri bir “aşılama”dır gerçekten. İstanbul’u fetheden Osmanlı’ya “barbar”diyenlerin, oraya götürülen “medeniyet aşısıyla” aslında kendi kaderlerini nasıl değiştirdikleri, kilise tasallutundan kurtulup sonrasında da ortaya çıkan Rönesans, Reform ve daha sonraki Fransız İhtilali’yle liberal sistemlerin yolunu açtıkları gerçeğini çok iyi görmeleri gerekir.

Fakat Batı, icat ettiği bu fantastik tarihle kendisini “demokrasinin teminatı” olarak lanse etmeyi, güçlü yansıtıcıları vasıtasıyla uzun bir dönemde kabul ettirebilmiştir. Ülkemizde dahi hâlâ gelişme ve ilerleme için “tek yol Batı” diyenlerin sayısı yadsınamayacak kadar fazladır.

Türkiye proaktif olarak kendi politikalarını geliştirmeye çalışan bir ülke olma yolunda ciddi adımlar atmaya başladığında, en çok eleştirildiği hatta saldırıya uğradığı konu “eksen kayması” olarak lanse edildi. Sanki en doğru hatta tek doğru eksen Batı’y-mış gibi.

Aslında Batı denen “icad”ın gücü, bu denli büyük bir algı yönetimini ya da gerçekleştirdiği işgalleri tek başına asla yapamazdı. Bu algının büyümesine ve büyüdükçe de daha fazlasını işgal etme gücüne erişmesine, maalesef her dönemde ve içeriden çok güçlü destekler oldu.

Öyle görülüyor ki bu destek hâlâ sonu gelmeyen ve belki de öncekilerle kıyas kabul etmeyecek büyüklüğe erişen de bir destektir. Bahsetmeye çalıştığım “içerden destek”in bu denli büyümesinde elbette ekonomik dengeleri değiştirecek enerji gelirlerinin payı oldukça yüksektir.

Yani içimizden çıkan ve Batı’nın desteğini alarak kendi doğduğu toprakların ana yapısına saldıran ihanet içindeki güçler, her dönemde kendi karakterini yansıtabilmiştir. Mısır’ı Osmanlı’dan koparan sürecin faili Kavalalı ya da Mekke-Medine’yi İngilizler’in desteğiyle işgal eden Şerif Hüseyin’in ihanetinin gücü elbette dönemin koşullarına göreydi; ama asla küçük değildi. Bugüne uzanan çok ağır bedelleri oldu/olmaya da devam ediyor.

Yeni ihanetlerin gücü de bugünün koşulları üzerinden değerlendirildiğinde öncekilerle kıyas dahi götüremez. Kayıpları, tahribatı çok daha büyüktür. Ama ihanetin ana karakteri hep aynı; kukla hainlik…

İslâm coğrafyası geçmişte olduğu gibi bugün de “bizden” olanların hain saldırısına uğruyor; artık asla bizden olamayacak olsalar da. Katar krizinde, Kürt meselesinde, FETÖ ihanetinde ya da DAEŞ maskesinde… Durum hep aynı…

Batı artık vekâletçi olarak içeriden kandırdıklarıyla ülkeleri kendi kendisiyle savaştırıyor. Dünyaya “demokrasi götürme”vaadi, İngiliz menşeli koskoca bir yalan olarak sahneye sürüldü. Şimdi de ABD eliyle devam ettiriliyor.

ABD’nin en son demokrasi götürmeyi vadettiği yerler Pakistan, Irak, Suriye değil miydi? Ama ne demokrasi! Şimdi de İran var sırada…

İçimizdeki çıkarlarına odaklanmış, bu gerçeği örtmek için de dini maske yapmış olanlar var olduğu sürece bu tehlikeyle yaşamak zorundayız. Ancak “Batı sopasıyla terbiye” olabileceğimize inanan bu hain işbirlikçiler olduğu sürece, dışarıdan çok içeriye dikkat kesilmek durumunda kalıyoruz.

Batı da yüzümüze “diplomasi” derken arkamızdan da hainlerle gerçek niyeti üzerinden saldırıyor. Artık gizlenemez olan, ters yüz olan bu riya, deşifre oldukça daha da çirkinleşiyor ve öfkesini artırıyor. Artan bu öfkenin gerçek sebebi de pişkinliktir.

Gerçekler ortaya çıktığında ar damarı henüz çatlamamış olanlar “ar”ına boğulabilirler; yoksa öfke ve yüzsüzlük vardır. Batı da fantastik örtüsüyle gizlemeye çalıştığı barbarlığını artık gizleyemez olduğu için öfkeyi ve saldırıyı tercih ediyor…

Batı deşifre oldukça öfkelenecek, öfkelendikçe mantığını kaybedecek, mantık kayboldukça hata yapacak, hatalar çoğaldıkça da çökecektir… İslâm coğrafyasındaki her türlü dağınıklığa rağmen Türkiye, bu riyanın turnusolüdür… Bu sebeple de hedeftedir… Biz dik durmaya devam edebilirsek Batı kendi öfkesiyle kendisini zaten yenecektir…  

İsmail Öz / Diriliş Postası

adminadmin