Kültür
Giriş Tarihi : 24-12-2018 13:48   Güncelleme : 24-12-2018 13:48

Bedahet Davası

Bedahet Davası

Bedahet idrakine yapışık duygular ve meseleler, ruhun kategorisi olarak ele alınabilen her vakıa, başında ve sonunda insan “malûm-ben”inin o mevzuya hasredilmesinden başka bir şey değildir.

Başın başında; insan, bilse de bilmese de meçhuller caddesinde yürüyor ve bilse de bilmese de Allah’ı arıyor… Allah, mutlak meçhul! Ve, mevcutlar ve mahluklar arasında ufuk insandır; onun ayrıca ufku yok! Sonsuz, “malûm-ben”de bir sır… Demek oluyor ki, “Allah’ın kendi nefesinden üflediğini” bildirdiği “malûm-ruh”, hem meçhul hem de insanın kaderidir.

Bedahet nedir?

İç veya dış’ta hazır olan açık hakikat ki, üzerine gittikçe gizlenir! İşte, her şeyden önce “bedahet”in hakikat oluşu!

BİLGİ bilinmezden devşirildiğine göre, “meçhul de bir bedahet!

Bütün zıtların meçhulde kenetlenmesi? Bu da bir bedahet!

KADER’in meçhul oluşu zaten malûm; bilinmezin olmadığı yerde bilgiden, insanın varolduğundan bahsedilebilir mi? Bu da bir bedahet!

Böyle bir çerçeveden bakınca, her nefs “Küllî Ruh-Bir Olan Ruh”un temsilcisi olarak, kendi mizaç hususiyetinde “Oluşmak”ını tamamlar… Bu tamamlık, “Küllî Ruh-Malûm”a nisbetle, Malûm’un o nefse hasrolunmuşluğu ve “istikraı”dır.

Bu iki güzel kavrama, yani “hasr” ve “istikra”ya dikkat ediniz.

Hasr: Belli etme, bir şeye kullanma, beliren, belirtiş… Beliren, belirtenin aynı değil; ondan.

İstikra: Bir şeyin “Fert-tek”lere uygun oluşundan, o fertlerin üzerinde olan çeşide uygun olmasından, bunların üzerinde olan cinse uygun bulunduğuna akıl yürütmektir.

Bu kavramları kullandığımız yere nisbetle, “O değil, O’ndan; bu yüzdendir ki O” mânâsıyla alırsak, varacağımız netice şudur ki, akla, ruha, hisse, sezgiye vs. ait bütün bilgiler, bütün ayırımlar, bütün elde olunuş yolları, neticede “kendini empoze eden”dirler ama, ne yol ve ne bilgi olarak “Malûm-Küllî Ruh”un belirişini tahdit edemezler. “Küllî Ruh”, Allah’ın Sevgilisi ve topyekün zaman ve mekân O’nun… Kul plânında “Mutlak Hür” O!

Allah?

O da Resûlüne göre tahdit olunamaz, her türlü kayıt ve şarttan uzak, sonsuz kere sonsuzların, sonsuz ötesinde… İnsana şahdamarından daha yakınken!

Neticede, herkes, bilerek veya bilmeyerek veya bildiğini sanarak, Allah’ın kulu, Resülü’nün ümmeti ve kadrosu olarak, “bedahet”lerle iş yapıyor ve nasibini tamamlıyor.

İmân, bir bedahet davası… Peki küfür? O da öyle.

İdeal ve gerçek, teori ve pratik, süreklilik ve süreksizlik, varlık ve oluş arasındaki zıtlık bir bedahet… Maddecinin de maddeciliğini ruhî çabaya dayanarak kuruyor olması gözönünde tutulursa, yukarıda belirttiğimiz gibi, insanın bedahetlerle iş yapıyor olması da bir bedahet! Ruhun buluşunu, muhakeme usulü zarflıyor.

Terkibî hükümler hâlinde hatırlatalım:

Eğer Peygamberler bildirmeseydi, âlemde zâtıyla iyi veya kötü yoktur… Her şey zıddıyla kaimdir ve kâfir de zıddından gerçekleştirici olarak memur olduğu iş üstündedir… O hâlde? Anlaşılıyor ki, ilhâm ve bedahet karışık bir iştir ve tabiî ki akıl da.

Ancak, bizim tezimizin en kuvvetli tarafını teşkil eden bu meseleyi “karışık” diye nitelerken, bu bir zaaf meselesi değil, tam tersi, kâfirin de bedahetlerle iş yapıyor oluşunu ve muvazene amili ruhu gösteriyor olması bakımından, tezimizi “mutlak” olarak doğrulamaktadır. Herkesin hakikatinin kendisine ait olması ölçüsüyle hareket edersek tabiî olarak sorulacak sual, “bedahetlerin hakikati ne?” sualidir ki, bunun cevabı, yine tabiî olarak, “Mutlak Fikrin Gerekliliği”dir… Hatırlayalım:

–“Allah Resülü’nün Haktan getirdiği ve bildirdiği şeylerin hepsi, bütün hâlinde bedahet ifade eder ve hiçbir delile muhtaç değildir.”

Demek oluyor ki, “Topluluk hakikati”nin zamanüstü kemâl devrinde yaşayanlar, “bedahet”in hakikatini yaşıyordu ve o hakikate yükseldikçe, delil kıymetten düşer… Dikkat: O hakikate yükselmek “idrak” davasıdır, yoksa delilsiz kütlerin yeri değil!..

Salih Mirzabeyoğlu

İslâm’a Muhatap Anlayış “Teorik Dil Alanı”

Sayfa: 124-125-126

 

adminadmin