Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 28-02-2017 08:46   Güncelleme : 28-02-2017 08:46

Bediüzzaman said nursi’nin m. Kamal’a mektubu

Bediüzzaman Said Nursi, Rus esaretinden döndükten sonra İstanbul’da Kuva-i Milliye hareketine destek olur. Hutuvvatı Sitte ve Sünühat isimli kitapları ile İngiliz işgal kuvvetlerinin tepkisini çeker. Hatta Bediüzzaman hakkında “vur emri” çıkarılır.

Bediüzzaman said nursi’nin m. Kamal’a mektubu

Bütün bu güç şartlara rağmen Milli mücadelenin başarısı için çok büyük gayret içinde bulunur. Defalarca Ankara hükümeti tarafından çağrılmasına rağmen “cephe gerisinde savaşmak istemiyorum” diyerek İstiklal savaşının kırılma noktasının yaşandığı İstanbul’da mücadelesine devam eder. Nihayet Van valisi arkadaşının ısrarı üzerine Ankara’ya gelir.

Ankara’da kendisine karşılama töreni (Hoşamedi) yapılır. Fakat görür ki milletvekilleri namazlarında ihmalkar davranmaktadır. İşte derhal aşağıdaki beyannameyi yayınlar ve Meclis’te okunmasını sağlar. Beyanname çok etkilidir. Neredeyse bütün milletvekilleri namaza başlar. Öyle ki namaz kılmak için ayrılan bölüm yetmez yeni bir yer açarlar. Bu hale M. Kamal çok sinirlenir. Meclis riyasetinde Bediüzzaman’ı görünce üstüne yürüyerek “Biz sizin ilminizden istifade etmek istedik lakin namaza dair şeyler neşredip aramızda ihtilaf çıkardınız” deyince çok sert bir cevapla karşılaşır:

“Paşa, paşa. İmandan sonra en büyük hakikat namazdır. Namaz kılmayan haindir. Hainin hükmü merduttur” diyerek M. Kamal’ın özür dilemesine yol açar. Bu mektup “Tarihçe-i Hayat” isimli kitapta yer almakla birlikte bizzat M. Kamal’a da gönderilmiştir. Derin Tarih dergisinde yer alan metinde de görüldüğü gibi M. Kamal, namaz kılmaya teşvik edilmekte galip gelen orduya yakışır bir surette İslam esaslarına bağlı kalması tavsiye edilmektedir. Hatta İslam kahramanı denilerek M. Kamal’ın manevi duyguları harekete geçirilmeye çalışılmıştır. Fakat bu kadar güzel bir mektuba rağmen M. Kamal “Nuh der peygamber demez”, namaz kılmamaya ve içki içmeye devam eder.

Bediüzzaman gibi zatların yanında içindeki duyguları açığa vurmaya çekinen M. Kamal daha sonra İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak’ın kendisine sadık olmasından yararlanarak bütün ipleri eline alıp “tek adam” yönetimi ile din ve dindarlara her türlü fenalığı yapacaktır. Onun bu gerçek yüzünü kısa zamanda fark eden Bediüzzaman, siyasetle muvaffakiyet yerine iman esaslarını kuvvetlendirerek galip geleceğine inanır ve Ankara’nın bu ikiyüzlü ortamından uzaklaşarak Van’a döner. İşte Meclis Başkanına yani M. Kamal’a gönderdiği mektup şu şekildedir:

“İnne’s-salâte kânet ‘ale’l-mü’minîne kitâben mevkuta-Çünkü namaz müminlere belirli vakitlerde yazılı bir farzdır. Nisa, 103”

Âlem-i İslâm kahramanı Paşa Hazretlerine;

Ey Gâzî-i namdar. Zât-ı aliniz hem muzaffer ordu, hem muazzam Meclis’in şahs-ı manevîsinin timsalisiniz. “Şûrada” efradın kusuru şahs-ı manevinin ve mümessilinin hesabına geçer, öyle ise efrad ve a‘zâ-yı tarîk-ı takvâya (takva yoluna) teşvîk etmek en mühim vazifenizdir. Dâreynde (iki cihanda) saâdet ve muvaffakiyetlerinizi ez cân u dil arzu eden bu fakîrin bir meselede on sözünü, birkaç nasîhatini dinlemenizi ricâ ediyorum.

Evvela: Şu muzafferiyetteki harikulâde nimet-i ilahiye bir şükür ister ki, devam etsin ve ziyade olsun. Yoksa nimet şükrü görmezse gider. Mademki, Kur’ân’ı, Allah’ın tevfikiyle (yardımıyla) düşmanın hücumundan kurtardınız; Kur’ân’ın en sarih ve en kat’î emri olan salât (namaz) gibi feraizi imtisale teşvîk etmeniz lâzımdır. Ta onun feyzi, böyle harika suretinde üstünüze tevali etsin (kesilmeden gelsin).

Saniyen: Âlem-i İslâm’ı mesrur ettiniz (sevindirdiniz), muhabbet ve teveccühünü kazandınız. Lâkin o teveccüh ve muhabbetin idamesi, şeair-i İslâmiyeyi iltizam (yerine getirmek) ile olur. Zira Müslümanlar İslâmiyet hesabına sizi seviyorlar. Siz de şeairi ihya ile uhuvveti (kardeşliği) takviye ve rabıta-ı İslâmiyeye (İslamî bağlılığa) şuur veriniz.

Salisen: Zat-ı âliniz başta sizin silah arkadaşınız olan kahramanlar bu âlemde evliyaullah hükmünde olan gazi ve şühedalara kumandanlık ettiniz. Kur’ân’ın evamir-i kat’îyyesini imtisal etmekle (kesin emrini benimsemek) ve ettirmekle öteki âlemde de o nuranî güruha imam olmaya çalışmak, sizin gibi âlî himmetlilerin şe’nidir. Yoksa burada kumandan iken orada bir neferinden istimdad-ı nur etmeye (nur dilenmeye) muztarr (mecbur) kalmak ihtimâli var. Bu dünya-yı deniyye (adi dünya), şan ve şerefiyle öyle bir meta‘ değil ki, sizin gibi âli ruhlu insanları işba‘ etsin (doyursun), tatmin etsin ve maksud-i bizzat (kendi başına istenen bir şey)olsun.

Tasian: Sizin bu muzafferiyetinizi ve âli hizmetinizi takdir eden ve sizi can u dilden seven, cumhur-i mü’minîndir (müminlerin çoğunluğudur). Ve bilhassa tabaka-i avamdır ki, sağlam Müslümandırlar. Sizi ciddi sever ve sizi tutar ve size minnettardır ve fedakârlığınızı takdir ederler. Ve intibaha gelmiş en cesim ve müthiş bir kuvveti size takdim ederler. Siz dahi, evamir-i Kur’an’ı imtisâl ile onlara ittisal ve istinad etmeniz maslahat-ı İslâm namına zaruridir. Yoksa İslamiyet’ten tecerrüd eden (uzaklaşan) bedbaht, milliyetsiz, Avrupa meftunu Frenk mukallitleri (taklitçileri) avam-ı Müslimîne tercih etmek, maslahat-ı İslam’a münâfi olduğundan, âlem-i İslâm nazarını başka tarafa döndürmeye ve başkasından istimdad etmeye (yardım istemeye) mecbur kalacak.

Âşiren: Bir yolda dokuz ihtimal-i helâket, tek bir ihtimal-i necat varsa; hayatından vazgeçmiş bir cesur lâzım ki, o yola sülûk etsin.

Şimdi, 24 saatten 1 saati işgal eden namaz gibi zaruriyat-ı diniyenin fi‘linde yüzde 99 ihtimal-i necat (kurtuluş ihtimali) var. Yalnız, gaflet, tenbellik haysiyetle, bir ihtimal zarar-ı dünyevî olabilir. Hâlbuki feraizin (farzların) terkinde 99 ihtimal-i zarar var. Yalnız gaflete, dalâlete istinad eden tek bir ihtimal-i necat olabilir. Acaba dine ve dünyaya zarar olan ihmal ve feraizin terkine ne bahane bulunabilir? Hamiyet nasıl müsaade eder?

Bahusus bu güruh-i mücahidin ve bu Meclis-i âlî nin ef’âli (fiilleri) taklid edilir. Kusurlarını millet ya taklid veya tenkid edecek; ikisi de zarardır. Demek onlardaki hukukullah, hukuk-i ibâdı da tazammun ediyor. Sırr-ı tevatür ve icmâı tazammun eden hadsiz ihbaratı ve delâili (delilleri) dinlemeyen ve safsata-i nefs ve vesvese-i şeytandan gelen bir vehmi kabul eden adamlarla, hakiki ve ciddi iş görülmez.

Şu inkılâb-ı azîmin temel taşları sağlam gerek. Bilirsiniz ki ebedi düşmanlarınız ve zıdlarınız ve hasımlarınız İslam’ın şearini tahrip ediyorlar. Öyle ise zaruri vazifeniz şeairi (İslam’ın esaslarını) ihya ve muhafaza etmektir. Şeâirde tehâvün (önemsememe) milliyetin za‘fı[nı] gösterir. Zaaf ise düşmanı tevkîf etmez (durdurmaz), teşcî‘ eder (cesaretlendirir).

Hasbünallâhü ve ni‘me’l-vekîl ni‘me’l-Mevlâ ve ni‘me’n-nasîr.

Fî 23 Teşrînisânî sene 1338- Ed-dâ‘î”

Vehbi KARA

adminadmin