Kültür
Giriş Tarihi : 05-08-2018 15:00   Güncelleme : 05-08-2018 15:00

“Ben” Karmaşası Gençliğin Tükenişi

“Ben” Karmaşası Gençliğin Tükenişi

Zeynep Nurseli Güleç, “Ben Karmaşası: Gençliğin Tükenişi” başlıklı yazısında çağımızın hastalığı narsisizmden bahsediyor.

Genç, doğduğu toplumun ve muhatap olduğu devrin ruhunun cemiyet sahasında pıhtılaşmış hâlidir. Çünkü toplumun keyfiyeti, en ince hatlarına kadar, gencin bünyesinde kemmiyete bürünür. Gençliğin meşguliyetine, dertlerine ve idealine bakıldığında bir ayna netliğinde toplumun ahlâkını, değerlerini ve döneminin temel dinamiklerini okumak mümkündür. Amerikalı psikolog Twenge’nin eserinde atıf yaptığı deyişteki gibi: “İnsan, içinde yaşadığı çağa, babasına benzediğinden daha çok benzer.”

İçtimai dinamizmin ta kendisi olan gençler, toplumun geleceğini belirleyen ana karakterlerdir. Lakin gençliğimiz, gözlerimiz önünde cereyan eden ve her nedense görmek istemediğimiz bir trajediyi yaşamakta. Günümüzde neredeyse her genç, kaçınılmaz bir şekilde buhranlara düçar olmakta ve yetişkinliğe geçiş sürecinde karşılaştığı acımasız hayat şartları karşısında yalnızlaşmaktadır. Gencin kendini idrak etme ve topluma katılma sürecinde yaşadığı bu çırpınışların temelindeki saiklerden biri de zamanında çözülmeyen “ben” problemidir.

Ben, yalnız ego problemi olarak değerlendirilir ancak “ben”, nefse taalluk eder ki, İslâm’da ise nefs mertebe mertebedir. Ego beni ise nefsin en alt mertebesine mutabık düşer. Bu ise nefs-i emmâredir. Bu yüzden kişinin ve gencin “ben karmaşası” yaşamasına yaptığımız atıf, ego ile varlık şuuruna erme (nefs-i kâmile) arasında kendini bilememe ve bulamamadan doğan bir buhrandır.

Kimlik Arayışı: Ben Kimim?

İnsan, her daim oluş sürecinde. Bu oluş varlık şuuruna erebilme gayesine matuf. Bütün insanlık tarihi boyunca her insan, farkında olsun olmasın, “Ben kimim?” sualinin cevabını aramak üzere varoluşunu sürdürür. Arayış bittiği an, insan da biter. Çünkü insan, varlık şuuruna doğru ne olmadığının da farkına varıyor. Kişi dışarıdakilerden farkını ayırt ettiği sürece kendi kimliğini idrak edebiliyor, “ben kimim” sualinin yolunda adım adım cevaba doğru yol alıyor. Yukarıda bahsettiğimiz ego beni ile varlık şuuru kazanmak arasındaki fark işte bu. İslâm’da insan, ben arayışında derinliğine doğru varlık şuuru kazanıp kimliğini ilân ederken, genişliğine doğru içtimai sahada ona mahsus mânâ ile görünmeye başlar. Hâl ve tavrı idrak ettiği mânânın suretine bürünür: “Suret olmasa mânâlar ebediyyen tecelliye gelmez.” hikmeti.

İnsana kim olduğunu sorgulatan en çarpıcı dönem gençlik dönemi. Bu dönem, hayatının geri kalanında gencin kim olacağının da belirleyicisi. Kimlik arayışı ve sorgulama bu dönemin ana karakteri. Günümüzde ise bu dönem, geçmiş kuşaklara nispeten reddedişleri, aykırılıkları, gencin deyimiyle özgürlüğe adımı temsil ediyor. Şimdiki zaman gençliğinin yeni bir tavra sahip olmasının kökeninde, postmodernizmin aykırı tavrı ve toplumun kendini tüketim üzerinden yeni bir kimlikle tanımlaması yatmakta. Eğitim, meslek ve eş seçimi, giyim kuşam, yaşanılan mekân, alışveriş ve daha pek çok şey artık kimliği tanımlamanın bir yolu. Tarihi ve dini remz şahsiyetler, örf ve adetler, ahlâki tavır ve değerler, imajlarla kurulan yeni dünyanın tali unsurları hâline gelmek üzere.

Eğitim, yetişkin olma yolunda olgunlaşmanın, ilim ise varlığı idrak etmenin bir anahtarı olmaktan çok, maddi refahı getirmesi beklenen bir meslek kapısı hâline geldi. Gençlerin çok azı okullarını ilmin zevkine varmak ve ilerlemek gayesiyle okuyor. Toplum içerisinde konumunu belirleyemeyen birçok genç, özellikle üniversite döneminde, değiştirdiği bölümlerle “kendini ifade edecek” alanı ve mesleği arıyor. “Kendini tanı ve istediğini ol” propagandası gençlerin şahsiyet oluşumunu geciktirdiği gibi boş sahalarda yıpranarak yıllarının tükenmesine sebebiyet veriyor. Kimi uzmanlar bu tarz gençleri “büyüyemeyenler” olarak adlandırmakta. Bu durum, gençlerin bir kısmının sorumluluk almaktan ve hayata atılmaktan korktuğunun aleni bir yansıması.

Kıyafetler ise 50 yıl öncesinde olduğu gibi içtimai farkların göstergesi değil artık. Giyim kuşam, kendini ifade etmenin ve onaylanma ihtiyacının temel ögesi. Dünün resmi kıyafetlerinin, iş ve eğitim sahası dâhil, yerini rahat ve tarz ifade edici giyim kuşama bırakması toplumda bazı geleneklerden vazgeçilmeye başlandığının görünen yüzü. Vücudun ağza alınmayacak kadar farklı yerlerine piercing ve dövme yaptırmak, gençler için farklı ve marjinal olmanın en ilgi çekici yanını temsil ediyor. Bunların toplum tarafından tuhaf ve itici karşılanmasına rağmen, gençlerin dilinde bu “kendini ifade etmek”. “Farklı olmak iyidir” ilkesi neredeyse her gencin artık yaşam felsefesi. Bu ilke süslü bir zarf içinde kültürden ve aileden farklılaşmayı telkin ediyor.

Müslümanın sahip olduğu ahlâkî hasletler üzerinden bir konuya değinelim: İslâm, tüm emirlerinde ve tezahürlerinde İslâm ahlâkını, peygamber ahlâkını ön plana koyar. Lakin ahlâki kavramların algılanışı, Müslüman camianın ben merkezci propagandanın tesiri altına girmesiyle farklılaştı. Artık bazı hasletler birbirleriyle karıştırılıyor. Pısırıklık terbiye kılıfıyla servis edilebilirken, küstahlık ve kibrin adı vakar oluyor.

Sosyal medya yepyeni bir dünya kurdu. Karma bir kültüre sahip Amerika’nın fast food kültürü sosyal medya aracılığıyla an be an gençlerle buluşmakta. Her ne kadar globalleşmiş bir dünyadan bahsetsek de hâkim tavır ve kültür Amerika merkezli olduğu için bu ifadeyi kullanmak zaruret addediliyor. İnsanlar yeniliği ve hızı kabaran bir iştahla karşılamakta. Yaşlı, genç, çocuk pek çok kişi internetin kolaylığına aşina ve bitmez bir arzu ile onun karşısında. Amerika’dan hızla yayılan bu tesir ile bilhassa gençler, dinden, atadan ve aileden gelen ahlâki ve örfi değerlere karşı çıkma eğiliminde. Kişiye benliğini ve hakiki değerlerini kazandıran bu değerlerin yitirilmesinin bedeli ise ferdi ve içtimai açıdan oldukça ağır: Duygusal ve davranışsal bozukluk, yalnızlık, narsisizm/enaniyet, kaygı ve depresyon...

Narsisizm’e Çıkan Yol

50 yıl evvel filizlenen ben merkezci propaganda günümüz gençliğinde oldukça kanıksanmış hâliyle tabii bir hüviyete büründü. Bireyi merkeze alan, yücelten ve hatta kutsayan bir dünyaya doğan insan, kendini sevmeye adım atarken, kendini başkasına tercih etmeyi henüz yaptığı ilk tercihlerinde öğreniyor. Dün, çocuk sahibi olmak bir tercih meselesi değil iken, güvenli doğum kontrolü, kürtaj ve ebeveynliğin tercihe bağlı bir karar olması bugünün gençlerini, istekle beklenen planlı çocuklar yaptı. Özel doğum yöntemleri, bebek albümleri, ilk yaşa adımla beraber her sene tekrarlanan yaş günü partileri, televizyon, sinema ve okul müsamereleri ailelerin onlara özel ve önemli olduğunu doğduğundan beri öğrettiğini gösteriyor. Lakin çocuklarına tapan bu ebeveynler, onlara aşıladıkları ego ve kibrin farkında değil. “İstediğini yap” cümlesi, modern anne babanın en önemli söylemi. (Twenge 2013: 15-41)

Çocuklara küçüklüğünden itibaren kendisini ön planda tutması öğütlenmekte. Hikâyelerdeki ahlâki öğütler, yerini dünyanın masal kahramanının etrafında döndüğü bir hayale bıraktı. Okullar, öğrenci merkezli eğitime sımsıkı sarılarak yoluna devam ediyor. Kişisel gelişim ve NLP kitapları, sınav depresyonuna giren öğrencinin başucu kitabı. Bir de okullar, bu konuları okul programlarına ve seminerlere taşıyarak öğrencinin “öz saygı”sının gelişmesi için çabalıyor. Gaye; kendine güvendirerek başarıyı yakalamak. Hakikatte kibir ve narsisizmi artıran bu program ve seminerler, okul ve belediyeler tarafından hâlâ iştahla düzenlenmekte. Bunlar özel bir neden olmaksızın kişiyi kendini sevmeye yönlendiriyor. Onlara göre mücadele etme ve yaşadıklarından bir şeyler öğrenme, kişinin ortada bir sebep yokken kendinden memnun olmasından daha önemli değil. Mücadeleyi yok edecek derecede özgüven ve iyimserlik taşıyan gençler, kaygı ve depresyonu da bünyesinde taşıyor. Öğretmen ve öğrencinin etkin olduğu anlatım tarzı artık yeterince onaylanmıyor ve öğrencinin eğitiminden başka yönleri ile ön planda olduğu bir sistem revaçta. Böyle olunca çoğu zaman öğretmenlerin sesi bile çıkmıyor. Bu durum aslında artan laubaliliğin ve öğretimde merkezi otorite eksikliğinin bir yansıması.

Ben merkezci anlayışla yetişen ve kendisini ilimle donatmayan genç, kendisine öğretilen her şeyi sorgulamaya başladığında, aileyle başlayan bu sorgulama ve bir nevi hesap sorma süreci Allah’ın varlığı meselesine kadar uzanabilmekte. Gencin ailesini sorgulamada ileri gitmesi ailevi ilişkilerinde kopukluğa ve evden ayrılmaya kadar varabilmektedir. Bu sorgulama süreci Allah’ın varlığı, kötülüğün yaratılması gibi bahislere vardığında imandan başka geçer akçe kalmamakta. Görüyoruz ki Anadolu gençliği, bu muammaların içinden çıkarak yeniden dinine sarılmaktadır. Ancak böyle bir muhasebeyle başa çıkamayan gençlerin önemli bir kısmı inkâr yolunu seçerken kimisi ise dine karşı ilgisiz bir tavra bürünüyor.

 “Sen özelsin, daha iyisine sahip olabilirsin, mutluluğu hak ediyorsun” gibi cümleler emperyalist propagandanın parçası olduğundan beri egoya tapınma, “öz saygı” adıyla gündemimizin vazgeçilmez bir parçası oldu. Bu durumu en iyi kullananlardan biri de reklamcılar. Her türlü ürün sadece kendisi için yapılmışçasına ayrı bir özveri ile pazarlanıyor ve kişinin o ürünü almaması kendisini mutsuz ve tatminsiz htiriyor. Kişisel ihtiyaçların ve arzuların, komşunun açlığından önemli olduğu reklam dünyasında, kendini düşünmek ve mutluluğa ulaşmak için her yolu denemek insanların “yaşam felsefesi!”. Mutluluğa ulaşmak, gençlerin gözlerini parıldatan bir hayal olduğundan gençler televizyonlarda, market raflarında, AVM koridorlarında hep mutluluğu arıyor. Alışveriş yapmak kişisel keşfin gençler nazarında bir başka yolu. Gençlerin bu tercihlerine bakıldığında mutluluk, maddi varlıkları elde etmekle mümkün. Bu durum gençlere, gelecek planlarını maddi sermayenin çokluğu üzerinden yeniden kurgulatıyor. Lakin gençlerin istekleriyle sektörel ihtiyaç tutarlı değil. Gençler, gerçekçi olmayan tutkulara sarılmaktan kendini alıkoyamamakta. Pek çok genç avukat, psikolog, iş adamı yahut ünlü olma hayalini kuruyor. Lakin birçoğu düşlerini gerçekleştiremeyecek. Hâlbuki kimse toplumun olmazsa olmaz meslekleri olan hizmetçi veya çöpçülüğü istemiyor. “Öz saygı” adı altında şişirilen ego ve kibrin, hayatın zor ve acımasız şartlarıyla karşılaşan genci güçlü kılmadığı aşikâr. Ultra özgüvenle yetiştirilen gençlerin ekonomik sıkıntılar, iş hayatının zorluğu, büyümenin getirdiği sorumluluk gibi hayatın gerçekleri karşısında afallaması da oldukça doğal.

İletişim unsurlarının çoğalması, sosyal medya gibi sanal iletişim ağlarının artması ile ikili ilişkiler yeni yollara girdi. Gençler, bu yeni iletişimi kolayca benimsemekle beraber hızla uyum sağladılar ancak bir eksikleri vardı, köklü bir kültür ve anlayış. Bu eksikliği, kısa zaman içerisinde, irtibatta olduğu medya ağları vasıtası ile giderdi. Netice; içinde bulunduğu toplumdan çok farklı bir kimliğe sahip nesiller cemiyet sahasında görünmeye başladı. Aslında bunların büyük bir kısmı cemiyet sahasında da değildi, sadece oradaymış gibi görünüyordu. Korkunç bir yabancılaşma ve yalnızlaşma söz konusu. Gençler, etkileşim altında oldukları bu süreç içerisinde hem ailelerine hem de yaşadıkları topluma yabancılaşmakta. Yalnızlık tercihi ise hızla arttı. Saatlerce odaya kapanan, çevresiyle topyekûn ilgisini kesen bu gençler, bir müddet sonra uyuşturucu, sapkın cinsel tercihler, aşırı şiddete meyletme gibi hastalıkların pençesine düşüyorlar. Kendileri ile yeterince ilgilenilmeyen, yaşadıkları hadiseler kuşak çatışmasına bağlanıp ötelenen gençler, ailelerinden kopmakta, mahalli arkadaşlarından uzaklaşmakta hatta karşı cinse karşı ilgisini kaybetmekte ve bir müddet sonra cinsiyet değişikliği, uyuşturucu bağımlılığı, alkol ve fuhuş gibi sahaları kendine yaşam alanı olarak seçmek gibi noktalara savrulmaktadır. Ego tatmini başarısızlığa uğramış bu gençlerin aile hayatları, arkadaşlık ilişkileri ve iş hayatları kısa olduğu gibi yaşam süreleri de kendi elleriyle kısalmaktadır.

Son Söz

Söz konusu gençlik problemi olunca meseleler uzar gider. Lakin bu gençliğin mayasının İslâm ahlâkıyla yoğrulmuş olduğuna duyduğumuz güven, gençliğe umutla bakmamıza vesiledir. Gençliğin sorunları, ekmeğe yapılan zam kadar dahi dert edilmez ise atılan nutuklar ve çizilen gençlik idealleri bir hayalden ibaret kalabilir. İslâm’a muhatap anlayış çerçevesinde varlık ve dava şuurunu her taze Müslüman gence kazandırmak ise işin en mühim kısmı. Gencin içindeki ben şuuru, dava şuuruyla parıldatıldığı gün bu tohumlar yeşerecek ve özlenilen nesil meyveye duracaktır. Meseleler meseleleri doğuracağı ve mevzunun bu kısmı bir sonraki yazımızın konusu olduğu için Üstad Necip Fazıl’ın “Gençliğe Hitabe”sinden son sözümüzü söyleyelim:

“‘Kim var?’ diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan fert fert ‘ben varım!’ cevabını verici, her ferdi ‘benim olmadığım yerde kimse yoktur!’ duygusuna sahip bir dava ahlâkını pırıldatıcı bir gençlik...”

Kaynakça:

1-Alder, Harry. NLP: El Kitabı. İstanbul: Kariyer Yayıncılık, 2005.

2-Çifci, Ercan. Daldan Dala: Eşya ve Hâdiselerin Muhasebesi. İstanbul: Kökler Yayınları, 2017.

3-Ed. Durak, Mithat, Emre Durak, ve Ufuk Kocatepe. Aklımın Aklı: Psikoloji. İstanbul: Nobel Akademik Yayıncılık, 2016.

4-Twenge, Jean M. “Ben” Nesli: Bugünün Gençleri Niçin Bu Kadar Özgüvenli ve İddialı Fakat Bir O Kadar da Depresif ve Kaygılı?. İstanbul: Kaknüs Yayınları, 2013.

Zeynep Nurseli Güleç

Aylık Dergisi 166. Sayı

adminadmin