Kültür
Giriş Tarihi : 23-06-2019 11:00   Güncelleme : 23-06-2019 11:00

Betonlaşmanın sorumlusu üniversiteler!

​İstanbul gibi büyük bir şehri yönetmek kolay değil. Zira çözümü imkansız hale gelmiş sorunları var. Betonlaşmadan şikayet ettiğimiz İstanbul’un bu hale gelmesi son yılların eseri de değil. 50’lerden sonra köyden şehre göçle birlikte başlayan hızlı ve plansız şehirleşme sürecinin son yıllara yansıması.

Betonlaşmanın sorumlusu üniversiteler!

 Önümüzdeki hafta sonu İstanbul yeniden başkanını seçmek için sandığa gidecek. Başkan adayları vaatleriyle birlikte İstanbulluların karşısına çıkalı çok oldu. Yapabilecekleri ve yapamayacakları şeyler de ortada. Bunun başında yapılarıyla kontrolsüzce büyüyen İstanbul’un şehirleşme planı var. Biz de kent çalışmalarıyla bilinen Sosyolog Prof. Dr. Korkut Tuna hocanın kapısını çaldık. İstanbul’un insanın idrakini aşan bir şehir olduğunu söyleyen Korkut Hoca, mimarlık fakültelerinde de bu şehrin geçmişini yok etmeden nasıl büyüyeceğiyle ilgili çalışmalar yapılmadığını söylüyor.

23 Haziran’da İstanbul’da belediye başkanlığı seçimi yapılacak. Belediye başkanlığı büyük oranda şehircilik demek. İstanbul’un şehircilik anlamında en çok neye ihtiyacı var?

Belediye başkanlarının şehrin her türlü ihtiyacını karşılamak yanında, bir de kendi üstlerine aldıkları vaatlerini yerine getirme görevleri oluyor. Bu şekilde şehre müdahale ediliyor, yerine göre caddeler, tüneller açılıyor, yeni yollar yapılıyor. Bunun muhakkak ki şehirin işleyişi açısından büyük önemi var. Fakat bu seçimden seçime idrak ettiğimiz, İstanbul da dahil olmak üzere şehirlerimizde gördüğümüz büyük bir yapılaşmayı ortaya çıkardı. Bu yapılaşmanın da şehirle alakası yok. Aynı sokakta dahi farklı farklı binalar var. Göze hitap etmiyor. Kes-yapıştır şeklinde bir mimari ortaya konuluyor. Güzel binalar da var ama şehre kimlik vermiyor. Biri çıkıp da biz bunları yaptırmayız demiyor. Talepler de bu yönde olunca, bunlara hayır demek de mümkün değil. Bu bir ekonomik döngüye girdi. İnsanlar para kazanıyor, krediler veriliyor, daireler satılıyor. Herkesin memnun olduğu bir durum söz konusu. Şehirde mülkiyetin bu kadar öne çıkması ne kadar doğru, bilmiyorum.

İstanbul’un neye ihtiyacı olduğuna gelecek olursak, bir silüete ihtiyacı var. Eskiden insanlar bina yaparken birbirlerinin önünü kapatmamak için çatılarının yüksekliğini ona göre ayarlardı. Biri bir tarafa pencere açarsa, diğeri öbür tarafa açardı. Herkes manzarayı kullanırdı. Şimdilerde ise en başta belediyeler planlamalarını coğrafyaya bakmadan cetvelle çizer gibi yapıyor. Ama ben bunun suçunu üniversitelerde görüyorum. Mimarlık fakültelerinde bunun nasıl yapılacağı öğretilmedi. Modernlik deyince Osmanlıyı silip attılar, başka şeyler yapmaya başladılar. Teknik olarak işler kolaylaştı ama ortaya böyle bir durum çıktı.

Akademisyenler yol gösterici olmadı

Üniversiteler, seçimle iş başına gelen siyasi partilerden daha mı çok sorumlu?

Tabi ki daha sorumlu, siyasiler nereden bilecek. Onlar yol göstericilik yapacaktı. Akademisyenler bir şehrin nasıl olması gerektiğini, kendi şehirlerini, kendi yapı malzemelerini öğrenmek yerine, bütün bilgiyi dışardan ithal ederek kullandılar. Yeni binalar bir ihtiyaçtı, çünkü büyük bir göç vardı, ama ona göre mimari tarz belirlenebilirdi.

Seçilen başkanlar zorla zaptedilmiş bir atın üstüne biniyorlar, ne kadar hoplama zıplama durursa, atı ne kadar dizginleyebilirse o kadar hizmet edebiliyor. Muhakkak ki kendilerince güzel bir nizam yapıyorlar. Ama bu büyük şehir belli bir kültürü taşımıyor. Tarihin izini taşımıyor. Bu dönemde bile hala bazı bölgelerdeki çocuklar deniz görmediği için belediyeler çocukları toplayıp denizi göstermeye götürüyor. Şehir hayatından tamamen kopmuş bölgeler var.

Köyden kente göç olayında İstanbul’da kantarın topuzu kaçmış durumda. Şehir bizden yoruldu. Nasıl dinlendiririz?

Evet hızlı yaşandı ama belli bir şehircilik anlayışıyla sadece bina yapmak değil, şehircilik anlayışıyla eski istanbul’a yaraşır, Osmanlı’dan devrolan şeyleri nesillerimizin takip edebileceği bir planlamayla yapılabilirdi. Şimdi belediye bir şeyler yaparak sokağı veya caddeleri genişletince, başarı gibi gözüküyor.

Kendi halinde büyüyen şehir

Şehirlerin karakteristik özellikleri o şehri kendine has kılar. İstanbul’un karakteristik özelliği nedir?

Bir Romen tarihçi mi yazmıştı, İstanbul 3 kıta ve 3 denize hükmeden bir şehirdi zamanında. O kadar stratejik konumda. Böyle bir şehirde şehir tarihçilerinin özellikle arşiv malzemelerini, kayıtları gözden geçirerek şehrin nasıl olması istendiği, nelere izin verilip verilmediği ve şehri taçlandırmak için camilerin nasıl yapıldığını, yerlerinin nasıl seçildiğine bakarak gidişatı kestirmek gerekirdi. Fakat 50’li yıllardan sonra, hele de şimdi artık kırdan kente göç sosyolojik bir olgu olarak yaşandı. İstanbul artık Malatya’dan daha büyük Malatyalı nüfusu, Sivas’tan daha çok Sivaslı nüfusu barındırıyor. Bir şehir, nosyonu, anlayışı, yaklaşımı olmadan kendi halinde büyüdü.

Bir şeyleri yıkmadan onun ne olduğunu anlayarak muhafaza etmek lazımken, biz bütün olarak yıkmışız. Eski Osmanlı evlerini yıkarak çirkin apartmanlar yapmışız, sonra onları da yıkmışız. Onların yerine daha yüksek katlı binalar yapmışız. Yol genişlemeyip bina genişleyince, bir de araçlar işin içine girince, trafik sıkıntısı İstanbul’un en önemli meselesi haline geldi.

Bir şehrin kalabalığı o şehrin karakteristik özelliğini yok etmez mi?

Tabi ki yok eder. Şehre baktığımızda, bazı semtlerin İstanbul mu Sivas mı yoksa başka bir yer mi olduğunu anlamakta zorlanıyoruz. İstanbul her zaman konuşulur, seçimlerde vaatler yapılır. Burada yeni bir şey kurmak mümkün değil zaten. Kurulu şehri normal ve yasal hale getirmek ve sonra bunu en iyi biçimde işler hale sokmak şimdiki siyasetçilerin davranış biçimi.

Olması gereken ne hocam? Diyelim ki sizi İstanbul’a belediye başkanı seçtik, kısa vadede ve uzun vadede ne tür çözümleriniz olur?

İstanbul’un birçok insanın bilgisi ve emeğiyle bugünlere gelen hizmetlerinin devam ettirilmesinin yanı sıra, denizi yeterince kullanamadığımızı düşünüyorum. Çok yoğun deniz trafiği kullanamazsınız ama, ulaşım için dağlardan yol açmaktansa, deniz yolundan bir ulaşım sağlamak daha kestirme. Bazı yerlere de yol açmamak lazım.

İstanbul’u normal bir şehir belediyesi olarak düşünemeyiz. İstanbul bir ülke, bazı açılardan da merkeze bağlı. O kadar bağımsız bir yapıya sahip değil. İstabul biraz dalgalandıktan sonra durulup bir dönem geçirip görmesi lazım. Şimdi durulmuş bir iktidar var, önemli şeyler yapıyor. Ama İstanbul’un nüfus artışının önüne geçemiyor. Vakıf üniversiteleriyle 50 küsür üniversite var İstanbul’da.

İstanbul’un hafızasının oluşması lazım

Belki geriye göçü özendirerek yol kat edilebilir…

O emeklilerin yapabileceği bir şeydi. Kırsal alan boş, kimse gitmiyor hala oralara. Kent sosyolojisiyle ilgili bir anket yapmak lazım. 100 kişiden kaç kişi şehrin imkanlarından faydalanıyor, kaç kişi sinemaya veya tiyatroya gidiyor. Taksim’deki kültür merkezi yeniden yapıldığında, 60 yaşın üzerindeki bir grup insan klasik müzik dinlemeye gider. Yeni nesil böyle yerlere gitmiyor. İstanbul dünya çapında kültür olaylarına ev sahipliği yapıyor fakat İstanbullunun bundan haberi yok.

Böyle yamalı bohça mı diyelim, kabaran, köpüren, her gün yeni renklerle canlanan bir şehir mi diyelim? İstanbul, belli bir yaş seviyesi yükselir -nüfus yavaşlamaya başladı zaten- 20 yıl sonra durgunlaşır, delikanlılıktan çıkarak efendileşirse, belki yaşanabilir bir şehir olur. İstanbul’un sosyolojik açıdan, belki başka açılardan da devamlı olarak takip edilip kaydedilmesi, bir hafızasının oluşması lazım.

Hiç dokunulmasa daha iyi

Külliye, cami, kütüphane gibi şehrin kültürünün yayıldığı merkezler olur. İstanbul’da böyle bir merkez olarak nereleri gösterebilirsiniz?

Tarihi yarımadası var; Eminönüsü, Süleymaniyesi, kısmen Galatası, Topkapı Sarayı… Eskiden ben Edremit’e giderken, Bandırma’ya kadar vapurla giderdik. İstanbul’un ışıklarını kaybolana kadar seyrederdik. Şimdi artık İstanbul’un ışıkları hiç kaybolmuyor neredeyse. Binalar o kadar İstanbul’un dışına çıkmış. Arada hiç boşluk yok. Nasıl düzeltilir diye soracak olursanız, hiç dokunulmasa daha iyi. Kendi yolunu bulmuş gidiyor bir şekilde. Bir yerini bozarsanız, sonrasını toparlamak zor. Dokunulacaksa çok ince hesaplar, araştırmalar yaparak dokunulmalı. İstanbul, insanın idrakini aşmış bir şehir.

İstanbul’da mahalle kültürü de kayboldu. Geri kazanma ihtimalimiz var mı, yoksa sadece hatıralarda mı yaşanacak artık?

Mahalle kültürünün oluşması için o tür bir mimarinin olması lazım. Küçük ve yakın evler, sokaklar yoksa, mahalle kültürünün oluşması mümkün değil. 5-6 katlı binada bile insanların çoğu birbirini tanımıyor. Eskisi gibi görüşmeler yok artık, çünkü sağlanan refah ve teknoloji insanı tek başına yaşar hale getirdi. Halbuki eskiden bir yetersizlikler vardı. Çocukları komşuya çay, kahve istemeye gönderirdik. Şimdi 2-3 ay sokağa çıkmadan, evinizde her şeyi depolamış olarak yaşamanız mümkün. Bilgisayar ve televizyon sayesinde de sıkılmazsınız. Aşırı bireyciliğe doğru gidiliyor.

Ya alışacağız ya da bırakıp gideceğiz

Mahalle kültürüne dönmemiz mümkün değil, ama batılı gibi şehirlerimiz de yok. Neden?

Batıda bu kadar nüfus yoğunluğu yok. Olan nüfusu da bir güzel dağıtmışlar. Banliyöler yapılmış, nüfus oraya taşınmış. Şehir imalathane gibi kalmış. Bizdeki kadar nüfus artışına maruz kalmayınca, tabi bir de tedbirler alınınca, batılı şehirler korunabilmiş. Biz çözüm üretmemişiz, hemen yık-yap şeklinde ilerlemişiz. 2 katlı binayı yıkıp 5 katlı yapmışız nüfus arttıkça. Şehrin içinde yıkılıp yapılacak yer kalmayınca, bu sefer etrafa açılmışız. Belediye hizmetleri de ona göre dağılmış. Bu sebepten dolayı İstanbul’un ancak eksiği gediği giderilebilir, acil ihtiyaçları görülür, göze batan yerler düzeltilir. Ya biz alışacağız böyle bir İstanbul’da yaşamaya ya da insanlar başka yerlere gitmeye başlayacak.

Kutu kutu

Şehrin nüfusu sayıca bir yerde kalmalı

Kültürüyle, yaşantısıyla, sosyolojisiyle, binasıyla bize bir şehir profili çizin desek, nasıl çizerdiniz?

Öncelikle konutları olacak şehirlerin. Bu konutların birbirine devamını sağlayacak semtler arası bağlantı yolları olacak. Bunların yanı sıra insanların vakitlerini değerlendirebileceği yapıların olması gerekiyor. Uluslararası standartlarda bir alışveriş merkezi, kültür merkezleri, dinlenme merkezleri, deniz kenarındaysa güzel bir sahili olmalı. İnsanların vaktini geçirebileceği koruluklar önemli. Yıldız Parkı, Emirgan Korusu gibi korularımız var, onları da nasıl kullanıyoruz bilemiyorum.

En önemlisi de şehir nüfusunun sayıca bir yerlerde kalması gerekiyor. Şehrin çekirdek nüfusu olur, sonra eklentilerle, banliyölerle, kendi mekanizmalarıyla yaşayacak yerleri olur. Paris’in nüfusu birkaç milyon deniliyor, ama bütün hinterlandıyla 10 küsür milyon oluyor. Biz 10 küsür milyonla iç içe yaşıyoruz.

Banliyöler eskiden vardı, İstanbul’un yazlık yerleri gibiydi. Ama şehir büyüdükçe, iskan izni verildikçe, bunlar başka yere yönlendirilmedikçe kontrolsüzce büyüyor. Son 5-10 yıldır deniz kenarlarını adam etmişiz, yürüyecek, nefes alınacak yerler yapmışız. Kısacası önlemini alamamışız bu şehrin kontrolsüzce büyümesinin.

Kutu kutu

Çatlakları sıvasak yeter

İstanbul gibi büyük bir şehri yönetmeye aday olan başkanlara ne tavsiye edersiniz?

Allah iyilik versin diyorum, yapabilecekleri çok bir şey yok. Ancak duruma hakim olur da, gerçek manada bir fikirleri varsa onu uygulayabilirler. Tsunami döneminde “Ben şunu yapıcam” diyemezsiniz. Yapmaya da çalışırsanız altında ezilirsiniz. Tabi ulaşım için bir şeyler yapmak gerekiyor. Trafik bir yerde kilitlenip kalıyor, çünkü 3 metrelik yolu 300 kişi kullanırken 3.000 kişi kullanır olmuş. Raylı sistem sayesinde ulaşım biraz daha nefes aldı.

Yapılacak iş, ana mekanizmaya dokunmadan çatlakları sıvamak, bir iki yere payanda vurmak, bir iki yerin önünü açmak. İstanbul’un nüfus artışının önüne geçilmesi lazım, mümkünse geriye göç teşvik edilmeli. Şehrin yavaş yavaş, belli bir mantık içinde düzeltilmesi lazım. Gene de şükür, çünkü bu haliyle yaşıyor şehir. Gidiyor, geliyor, ilavelerle rahatlıyor.

Sevda Dursun / Gerçek Hayat

adminadmin