Kültür
Giriş Tarihi : 03-06-2018 15:00   Güncelleme : 03-06-2018 15:00

Bilmiyorum!

Bilmiyorum!

“Lâ” olur ilk zikri O’nu bilmişlerin

Lâmekân’dır mekânı dervişlerin

-Emir Fuad-

“Ömür aramakla geçer” diyordu geçenlerde bir çay sohbetinde senin de ismini çok iyi bildiğin bir yazar ağabeyim kâri. El hak doğru söylüyordu. Aramakla geçiyordu ömür. Herkes aynı şeyi değilse de herkes bir şeyi arıyordu. Neden bilmem lakin bu sözü işitince aklıma ilk gelen pir-i uşşak Bayezid-i Bistami’nin “O aramakla bulunmaz lakin bulanlar da arayanlardır” sözü oluverdi. Aramak ve bulmak… Söylemesi kolay, yapması zor… Aramak cehd, gayret, sabır işi lakin bulmak nasip… Demem o ki aradığını bulamıyorsun ve bulduğunu da aramıyorsun. O an söyleyemedim “hocam” kabul ettiğim ağabeyime ve belki de onu dinliyormuş gibi yaptım. Lakin aklım bilmem kaç asır evveline, bir sûfi dergâhına, bir dervişin âhına ve belki de bir Buhara sabahına uçuverdi. Sualler düştü zihnime, aklıma garip haller düştü. Duydum lakin dinlemedim, baktım lakin göremedim.

İnsanın bir bedeni var kâri bir de ruhu. Bedeni doyurmak, susturmak kolay iş! Beden susar, dil konuşmaz lakin nefis; inan ki hiç susmaz. Sen de bilirsin hiç kelam etmediğin, dilinden bir tek harfi dahi düşürmediğin anlarda ne kadar çok şeyi tekellüm eder sana nefsin. Sussan da susamazsın. Bana öyle geliyor ki tasavvuf dedikleri şey susmak demektir. Susabilmek, susmayı bilmek… Nefsi susturmak yani... Kötüyü susturmak… Dildeki kelamından, gafilin selamından, keyif tüten anından, en insani yanından, anından, canından, cananından vazgeçmeyi bilmek demek gibi geliyor bana. “Vazgeçmek” demiyorum, “vazgeçmeyi bilmek” diyorum ve bilerek söylüyorum.

Lâedri mahlaslı şairler var bilirsin. Lâmekân isimli yerler var. “Lâ” diye bir kelam var kâri. Bilmiyorum diye mahlas yazar mı bir şair şiirinin altına? Bilmediği bir mekâna gider mi insan? Bilmiyorum diyebilir mi kolay kolay? İnan söylemesi zor. Bilmem ki nefse bu denli zor geldiğinden midir de iman dahi “lâ” ile başlıyor? Tasavvuf belki de bunu öğretiyor, bilmiyorum. Kendini unutmayı öğretiyor, kendinden vazgeçmeyi… Hiç olmayı ya da hiç olduğunun farkına varmayı…

Bir kitap alıyorum elime şimdi. Masamın hemen sağ yanında duran kalınca ama nazik ve naif ve nazlı bir kitap. Belki aslı bir on asır evvel yazılmış. Öncelerden işaret koyduğum bir sayfasını açıyorum. Altını kırmızıyla çizdiğim satırı okuyorum; “Tasavvuf; açlık, azlık ve yalnızlıktır.” Açlık bahsini geçiyor azlık ve yalnızlık bahsinde bekletiyorum fikrimi.  Yalnızlığı anlıyorum ve seviyorum yalnızlığımı ve belki de şükrediyorum. Lakin azlık dediğinde bir sır arıyorum. Çok evvelden okuduğum bir kitap “sır sol göğsün iki parmak üstündedir” diyordu. İnanamıyorum lakin inanmak istiyorum. Sırrı arıyorum yani ve her varlıkta bir sır olduğuna inanıyorum. Belki de bu sebeple bir sır azlık denen kavramda. Zira manasını sır olmadan anlayamıyorum. “Az”a sahip ol demek mi istiyor bana? Yoksa ne kadar “az”sın, farkına var mı diyor? Bilemiyorum. Daha onca şey geliyor zihnime lakin hepsini yazamıyorum sana. Zira aynı sayfada bir başka cümle çarpıyor gözüme; “Her gördüğüne bakma, her işittiğini dinleme ve her düşündüğünü söyleme.” Hayret etmiyorum. “Eyvallah” diyor ve susuyorum.

Bilmiyorum kâri. Lakin aynen o ağabeyimin dediği gibi ben de arıyorum. Herkesin ömrü boyunca bir şey aradığı gibi… Bu aşk bahsi “Kâl ilmi değil hâl ilmidir” biliyorum ve ben de haline bakıp da aşkı göreceğim bir derviş meşrep insan arıyorum. Lakin var mı, bulur muyum, bulsam tanır mıyım? Bilmiyorum, bilemiyorum, bilmediğime seviniyorum.

Bes…

Fatih Duman / Diriliş Postası

adminadmin