Fikir
Giriş Tarihi : 02-10-2016 11:00   Güncelleme : 02-10-2016 11:00

Bin Canım Feda Sana Deyu Cevap Vereler Demeğe Görsün Devlet Onlara Nonoşum

Onlardır hem Allah’ın gazabına uğramış Yahudiler, hem de azıp sapmış Hıristiyanlar bidayetin doğum olduğu inancına sıkı sıkıya sarılıp doğum hadisesine başlayış imtiyazı atfedenler.

Bin Canım Feda Sana Deyu Cevap Vereler Demeğe Görsün Devlet Onlara Nonoşum

Biz Müslümanlar, biz Türkler olanca dikkatimizi doğum haline değil, doğumdan ölüme kadar geçen zaman aralığına, aradaki zaman boyunca benimsenen varoluş tarzına çevirmişiz. Ortodoks Yahudilik kendi varlık sebebini Yahudi anadan doğmağa bağlar. Niçin? Bebeğin peyda oluş sebebini kaçınılmaz vukuatta aramak, hayvanî ilkah hadisesi harici bir yerde aramamak için. Yahudi aklınca varoluş semavî bir dayanağa ihtiyaç duymaz. XVII. Hıristiyan yüzyılından itibaren bilimin Batı Medeniyetindeki muafiyetini olsun, ihtiyarını olsun bu yaklaşımın, bu inancın uzantısında aramalıdır. The proof of pudding is in eating.

Buna mukabil Hıristiyanlar romantikleştikleri, gerçek doğum vakıasının vaftiz ve communion (Aşai Rabbani) vasıtasıyla vuku bulduğu inancında ısrar ettikleri için kurtuluşu bilimin (bilim ibaresini anmaksızın) önyargılarından ziyade felsefe kalıplarında aramışlardır. Hıristiyanlık modern çağla birlikte, modernliğin önüne çıkardığı her türlü takıntıya rağmen doğum vakıasından, yeniden doğuşu imkân saymaktan vazgeçmediği için Batı medeniyeti felsefenin ikna gücünden bolca istifade etmesini bilmiştir. Böylelikle Avrupa haricindeki toprakları zapt edici beyazların beyaz olmayanlar yani zapta maruz kalanlar üzerindeki muzafferiyet iddiası vaftiz cevherinin yayılma siyaseti şekline getirilmiştir.

Beri yandan geç-antikite çağı olarak bilinen zamanda gerek Yahudiliği, gerekse Hıristiyanlığı butlana uğratan İslâm, kalubelayı bidayet, giderek ezel olarak kabullenir. İslâm fikre müstenit faaliyet hatırına bilim ve felsefe payandalarına meyletmez. Müslüman toplumun kendine mahsus yüksek kültür sahasını şekillendirmesi için lisan ve lisana istinaden yükselip yükselten şiir kifayet eder. Şiir münebbihtir. İslâm dairesine giren kişi Allah’ın kendisini Müslüman olarak yaşatmasına ve Müslüman olarak öldürmesine dua eder. Müslümanlar ne Yahudiler gibi bilimden, ne de Hıristiyanlar gibi felsefeden emniyet sahası devşirmeğe hevesli olmuştur. Kâinatın her an biz Müslümanlar nazarında yeniden yaratılması sebebiyle hakikatle tanışma fırsatı önümüzde hep var, hakikate dirsek çevirme belâsına uğrama tehlikesi hep vardır. Şiirin gücü havf ve reca arasında bulunduğumuzu bize tembih edecektir. Şiire mutlaka bir tema yakıştırmak istiyorsanız bu minval üzere tembihattan daha iyisini asla bulamazsınız. Bilim Yahudiliğin, felsefe Hıristiyanlığın kalıcılığını ispat için senet teminine müsaittir. Her ikisinin karşısında İslâm bekanın Allah’a mahsus olduğu gerçeğiyle yükselir. Fena kâinata ve/veya yaratılmışlara mahsustur. Dolayısıyla Müslümanların kolayca görebildikleri, Yahudilerin ve Hıristiyanların hiç göremediği, üzerinde sadece Müslümanların kolayca oynayabildikleri yaratılmışlara tahsis edilmiş bidayetler ve nihayetler söz konusudur. İslâm âleminde şiirin başlama ve bitme ihtimali hep vardır.

Bilim ve felsefe Yahudileri ve Hıristiyanları ortaya dünyada bizatihi dönen dolapların istinat edilebilecek esas veya esaslar çıkardığı fikrine ikna etmiştir. Müslümanlar Kur’an-ı Kerim’in nâzil olmasıyla birlikte esası dönen dolaplarda değil, o dolapları döndürende arama zaruretine inanarak Yahudi ve Hıristiyanlara galebe çaldı. Hendekler kazılırken inen her kazmanın gerek Kisra ve gerekse Kayser’in saraylarının duvarlarına indiğini Resulü Ekrem söylemiştir. İtikadı Allah’ın kulu olmakla devletin nonoşu olmak arasına çekilen hattan farklı bir yerde bulduğu zannıyla hareket edenler menfaatlerini yetkeye memurluk etme teminatına bağladı. Bu bağ onların canlarını devlet uğruna feda etmelerine alan açtı. Kazın ayağı zannettikleri gibi değil oysa. Tarihin akışı itibariyle Yahudi ve Hıristiyanlara galebe çalarak Türklerin bir vatan sahibi olmaları Kur’an-ı Kerim’in nâzil olmasıyla eşdeğer bir hadisedir. Türkler vatan sahibi olmak suretiyle Asr-ı Saadet’ten sonra iki kez İslâm’ı siyasi bir teşkilat ve askeri bir güçle buluşturmuştur. Türkler dünyada bu ikisinin yani siyaseten iyi teşkilatlanmanın ve askeri bakımdan müessiriyet kesp etmenin üstün kıldığı millet olma müzâheretiyle şöhret buldu. Devletin nonoşu diye ekmeğini Türklerin faziletlerini Türklerin ayıbı ilân etmekten çıkarana denir.

İsmet Özel,  14 Eylül 2016

İstiklal Marşı Derneği

adminadmin