Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 29-03-2017 09:09   Güncelleme : 29-03-2017 09:09

Bir Polisin Gözyaşları ve Çanakkale’den 15 Temmuz’a İhanetin İzdüşümleri

Çanakkale 18 Mart deniz zaferinin yıldönümü münasebetiyle Yozgat’ta düzenlenen etkinliklerin bir kısmına iştirak etmek üzere sabahın erken vaktinde şehitlikteki törene katılarak başladım güne.

Bir Polisin Gözyaşları ve Çanakkale’den 15 Temmuz’a İhanetin İzdüşümleri

Törenin ardından şehitlerimizin ruhlarına Fatihalar okumak üzere kabirlerine yöneldiğimde, beni her şehitlik ziyaretimde derinden etkileyen o manzara ile yeniden karşılaştım.

Kanımın donduğu anlardı. Kazılmış ve üzeri beton bloklarla kapatılmış 4 hazır mezar. Sahibini bekleyen mezarlar. “Vatanın ha ekmeğini yemişim, ha uğruna kurşun” diyerek şehadete koşan aslanlarını bekleyen 4 cennet kapısı gibi duruyordu karşımda.

Ölümü Hak bilirim. Şehadeti ise müjdelenmişlerin nail olacağı kutlu bir makam. Ama her bir şehide selam verip yanlarından geçerken gözüme ilişen o manzaradan “utandım”. Mehmetleri vatan için yaşatmayı beceremeyişimizden utandım. Onlardan hep ölmeyi istememizden utandım. Ve yaşatamayacağımızı bildiğimiz Mehmetler için mezar kazıp hazır bekletiyor olmaktan utandım.

Şehitlik programının ardından benim de okulum olan eski adıyla Yozgat Anadolu Lisesi yeni adıyla Şehit Fuat Bahadır Buharalıoğlu Lisesi’nin Kültür Müdürlüğü Salonundaki anma programına katılmak için salonda yerimi aldım.

Bir ara, “Hangi okul?” diye sordu yanımda ayakta duran, sonradan polis olduğunu ve Yozgat’a bir yıl önce geldiğini öğrendiğim kişi. Okulu söyledik ve program başladı.

Başladı ama ilk sunumdan sonra salonu bir ses kapladı. Uçakların, bombaların, kurşunların sesi. Sizi içine alan bir ses. Sesler hafifleyince ben yanımdaki polis arkadaşa eğilerek “Biliyor musunuz, Çanakkale’deki şehit sayımız 57 bin iken“ dedim ve polis arkadaşım “Ben şuan 15 Temmuz’dayım” cevabını verdi. Yarım yamalak cümlemi tamamladım ama gözyaşları akmaya başlayan polis arkadaşımın o haline takıldı gözüm.

Dakikalarca sel olup akan gözyaşını silerken o, ben de rahatsız etmeyecek şekilde onu seyrettim. Onun gözyaşlarından, davranışlarından ve “15 Temmuz’dayım” sözünden hareketle Yozgat’tan önce nerede görev yapmış ve neler yaşamış olabileceğine dair sonuçlar çıkarmaya çalıştım kafamın içinden. “15 Temmuz’dayım.” Üzerinden sekiz ay gibi bir zaman geçmiş, bugün bir salonda lise öğrencileri Çanakkale Savaşını canlandırıyorlar ve yanı başınızda biri bombalar atılan Gölbaşı Özel Harekat Daire Başkanlığı’na yapılan saldırıyı yaşıyor. Silah arkadaşlarının, devrelerinin, her biri vatan için canını feda etmiş ve kahpece pusularda şehit edilmiş canları ile o geceki mücadeleyi yeniden yaşıyor. Buna kayıtsız kalmak mümkün değildi.

Bir ara ben de ağladım. Erkekler ağlamaz diyenler yanılıyor, biz de ağlarız hem de erkekçe ağlarız.

Ağladım, karanlıktan istifade ederek, gözyaşlarımı gizleyerek ve yine kendimden de saklarcasına silerek gözyaşlarımı.

 Ve 57 bin şehit verilen Çanakkale’de 10 binin üzerindeki firariler, İstiklal Savaşına katılmamak için dağa çıkanlar ve -hatta Yozgat’tan bilirim ki- askere gitmemek için kendini sakatlayanların olduğu bir coğrafyada ardı arkası kesilmez ihanetler hızlıca geçiverdi zihnimden.

Viyana kapısında Osmanlı’ya bozgun yaşatanların torunlarını İstiklal Harbinde görmüştük. İşte bu savaşa gitmemek için eşkıya olanlar, kendini sakatlayanlar, cepheden firar edenler onların kanını taşıyorlardı.

Lakin 15 Temmuz’da gördük ki. O kahpe kanını kurutamamışız. İçimizde bir virüs, habis bir ur gibi varlıklarını sürdürmüşler. Ve tarihler 15 Temmuz’u gösterdiğinde dedelerinden miras kalan hainliklerini açığa vurmuşlardı.

Bu yüzdendir ki, bu güzel anma günlerinde sadece vatan için can veren Mehmetleri, Hakanları, Muratları, Demetleri, Sevdaları anmakla yetinilmemeli.

Bize hainlik eden “bizden olanlar da” açığa vurulmalı. Viyana’da bozgunu hainlerimizin yaşattığını, 57 bin Mehmetimizin şehadete koştuğu Çanakkale’de cepheden firar edenlerin sayısının 10 binin üzerinde bulunduğunu, bunların bizimle aynı milletten, aynı dinden, aynı vatandan olduklarını açıkça söyleyebilmeliyiz.

Yunan’ın zulmünden kurtarılan yerlerde, katledilmiş bebekler, karnı deşilmiş, ırzına tecavüz edilmiş kadınlar ve kolu kafası kesilmiş erkekleri görünce; bu durumdan etkilenmeyen askerlerine tepki veren komutana “Aman komutanım bizim ev Sivas’ta düşman oraya giremez/girmedi ki.” diyecek kadar yaşananlara kayıtsız kalan dedelerimiz vardır, diyebilmeliyiz.

15 Temmuz darbe girişimine katılanlar; akrabamız, komşumuz, silahdaşımız, ırkdaşımız, dindaşımız, vb, “bizden biri olan” hainlerdir, diyebilmeliyiz. Bu hainlerin dışarıdan gelmediğini bizzat “bizden birileri” olduklarını ama dedelerinden miras kalan dna’larının gereğini yaptıklarını ifade edebilmeliyiz.

Haini, düşmanı hep dışarıda aramak aymazlığına düşmeden; bu coğrafyanın almaz* sosyolojisi ve onun tarihi ile yüzleşebilmeliyiz.

Bu yüzleşmedir ki; bu coğrafyada barınan sosyolojinin kökenlerine dair somut veriler ortaya koymamızı sağlayacak. Ve bilelim ki, bu hainlerin bizden görünen çocukları taşıdıkları kanın ihanet yüklü tohumlarını her an ekmekteler ve bir gün “şartlar oluştuğunda/olgunlaştığında” yeniden hainlik edebilirler. Unutulmamalı bu coğrafya hainleri ve isyanları ile de anılır. Osmanlı ve Cumhuriyetin ilk yıllarındaki isyanların sosyolojik izdüşümlerini bugün yaşadığımız terör belasında müşahede ediyoruz.

Onlara yeniden fırsat vermemek adına; genç nesillerimizden ölmeyi değil, bilimi, teknolojiyi, vatan için yaşamayı ve yaşatmayı isteyelim. Onlara tarihi yansız, objektif ve duygulardan arınmış olarak doğru anlatalım ki, derslerini doğru çıkarsınlar ve 15 Temmuz’da milletçe yaşadığımız varlık yokluk anlarının acıları tekrar etmesin.

Ölmekten çok, ihanete uğramışlığına gözyaşı döken güzel yürekli polis kardeşim içerdeki kahpelerin hain pusularına düşmesin. Dökerse gözyaşını, şehitlikle muştulanan yiğitlerin ardından döksün. Ama bir daha “bizden hainler”ce incitilmesin yüreği, kırılmasın uğruna can verme gününü beklediği vatanına dair umutları. 

Almaz bir sosyolojinin devlet kurumlarına sızarak kapıyı içerden açan olmalarına yeniden müsaade edilmesin, fırsat tanınmasın.

Tarih, ders alındıkça tarihtir. Ders alınmaz ise hikayeler bütünü olur. Ve o zaman işimiz her tarihi vakayı kendince yorumlayan Heredot Cevdet’e kalır.

*Almaz: Kendi menfaati dışında hiçbir şeyi umursamayan, bencil, yaşananlardan ders çıkarmayan, hafızası olmayan, şuursuz, algısı zayıf olan

Savaş UYAR  

adminadmin