Fikir
Giriş Tarihi : 14-03-2018 11:10   Güncelleme : 14-03-2018 11:10

Bir türk sosyalizmi olabilir mi?

Bir türk sosyalizmi olabilir mi?

Kendimizi kurtarmanın dışında bir sorumluluğumuz yok mu?

Kendi büyük birliğimizin ne idüğünün farkında mıyız?

Dünyaya gelişimizin anlamı ne?

Kendimizi kurtarmanın dışında bir sorumluluğumuz yok mu?

Namık Kemal’den bu yana Türk aydınları Batı tarzındaki fikir akımlarına kendi tarihinden, geleneklerinden, şeraitinden karşılıklar bulmaya çalışıyorlar.

Hatta şeriatinden…

Birçok batılı kavrama karşılık gelmek üzere Namık Kemal Kur’an’dan kavramlar arayıp bulup üretmiştir. Fransız devriminin bütün dünyayı kasıp kavuran zihin etkilemesine karşılık milli bir terkibe başvuran Kemal kendi şeriatinden karşılıklar bularak batılı kavramların karşısında cemiyeti gelenekleri üzerinde sağlam durarak modernleşmesi yolunda gayrete girmiştir.

Entelektüel bir gayrettir bu. Aynı zamanda sorumlu aydın davranışı…

Namık Kemal ve arkadaşları, modernleşmenin içselleştirilmesi için bir terkip meydana getirmeğe çalışıyorlardı.

Üç tarzı siyaset de, geçen asırdaki tüm fikirler de öyle… Sosyalizm, Pozitivizm, Anadoluculuk, ardından gelen akımlar da…

Osmanlı dönemindeki fikirlerde devleti aliyi yaşatma güdüsü vardı. Sonrakilerde ise yeni devrim yeni heyecan ve yeni korkularla mümeyyiz yeni güvenlik beklentileri…

Ve tabii yeni bölünmeler…

İslamcılar, milliyetçiler, sosyalistler…

Nurettin Topçu, Türk milliyetçiliğinin de, Türk İslamcılığının da Türk sosyalizminin de mihveri bir düşünür.

Orijinal…

Orhan Türkdoğan, “Ziya Gökalp Sosyolojisinin Temel İlkeleri” adlı kitabında Gökalp eleştirisini incelerken Nurettin Topçu’ya-Hareket Okulu’na önemli bir yer ayırır. Türkdoğan, Topçu’nun Gökalp’i eleştirirken kendisi de üçleme yapma ihtiyacı hissetmiş ve Türkleşmek, İslamlaşmak ve Muasırlaşmak şeklindeki Gökalp üçlemesine benzer; Ahlak ve insan, Milliyetçilik, Sosyalizm üçlemesi yapmıştır. Ona göre Topçu’nun milliyetçiliği geniş anlamda Gökalp’teki Türkçülüğü kapsamakta, sosyalizm ise hem çağdaşlaşmayı hem de İslamlaşma akımını, ahlak ve insan da fert-toplum ilişkisinin yine İslam açısından değerlendirilmesi anlamına gelmektedir. “Bu üçlemesiyle Topçu, bir tarafta Birinci Dünya Savaşı’na kadar sürüp gelen İslamcı akımların yanlış yönlerini belirtirken diğer taraftan da Türkçülük akımının eleştirisini yapıyordu.

Türkdoğan Hareketçi Okulun üçüncü şemasını sosyalizm diye açıkladıktan sonra, bazı İslamcıların milliyetçiliği “İslam’da kavmiyet olmaz” iddiasıyla reddettiklerini, ama Topçu’da mükemmel bir din ve milliyet diyaloğu bulunduğunu yazmaktadır. Topçu, sosyalizmini işte bu diyalogdan ve Türk’ün sevgi ve fedakârlığından nem’alandırır. Hizmet aşkı ve çalışma prensibi de bu anlayışı güçlendirmektedir. Topçu’nun sosyalizmi ne bilimsel sosyalizm (Marksizm) ne de diğer maddeci sosyalizm biçimleridir. İnsanı seven, ona acıyan, vicdan ve kalb terbiyesine dayanan böyle bir sosyalizm, Marks’tan önceki hayalî sosyalizme yakındır.

İslâm sosyalizmi doğrudan Kur’an’ın kendisinde mevcuttur.

Elbette ki Topçu böyle bir kavramı ortaya atarken dünyada sosyalizm çok popüler bir akımdı ve sosyalizm güneşinin(!) yakmadığı herhangi bir zemin kalmamıştı. Bu kavramın öncelliğinden yola çıkılarak İslam’ın da benzer hükümlerinin onun yerine ikame edilmesiyle yerli bir açılım arandığına kuşku yoktur. Zaten Topçu da bundan yararlanmıştır. “İslâm’ın ışığı altında halli mümkün olmayan ruhî ve içtimâî mesele yoktur... Zamanımızın cemiyetlerinin mühim meselelerinden biri sosyalizm olduğuna göre, İslâm’ın bu husustaki hükmünü yine İslam’ın temel kitabından çıkarmak mümkün olduğu gibi, Peygamber’in hayat ve telkinlerinden de bu dâvaya dair görüşleri bulmak kabil olacaktır.

Buna göre, mülkiyet hakkı başıboş bırakılamaz, devlet herkese iş vermekle görevlidir, dış ticaret devletleştirilmelidir, bankalar ve sigortalar devletleştirilmelidir, iktisadi, dini ve siyasi istismar ortadan kaldırılmalıdır. Türkdoğan, bu görüşün, Gökalp’in “İçtimaî Halkçılık” görüşünü hatırlattığını ileri sürmektedir. Gökalp'’n bir İslam sosyalizmi tanımından bahsetmemesinin sebebini, döneminde sosyalizm o kadar yaygın olmamasına bağlayan Türkdoğan, Gökalp solidarizmiyle Topçu’nun İslâmî sosyalizmi arasında çok az bir fark vardır. Gökalp’inki daha laiktir. Dünyada yaygın olan (o devirde) İslam sosyalizmi anlayışı ile de Topçu’nun İslam sosyalizmi anlayışı birebir değildir.

Topçu’nunki daha ziyade Müslüman Anadolu sosyalizmidir. Türkdoğan da böyle bir tezin diğerlerine nazaran yapıcı olduğu kanaatindedir. Bu yapıcı görüşlerin yanında Topçu’nun demokrasiyle paralel düşmeyen iyilerin yönetimi (meritokrasi) biçimindeki yönetim anlayışını da bugünkü demokrasi anlayışı ile uzlaştırabilmenin yollarını sorgulayan Türkdoğan, Topçu’nun anlayışındaki otoritenin kaynağını bugünkü demokrasiyle ne şekilde uzlaştırabiliriz, temel soru budur” demekte ve daha ileri giderek Gökalp ile Topçu’yu uzlaştırmaya çalışmaktadır. Bu gerçekten de bir Türk Düşüncesi umumi çizgisi aranırken her aydının karşısına çıkan temel tartışmadır.

Hareketçi okulun Gökalp hakkındaki ferdi şahsiyeti yıkarak cemiyeti “Tanrı”laştırma fikirlerini eleştiren Türkdoğan, Gökalp’de fert ile toplumun ayrı ayrı bir güç teşkil etmediği kanaatindedir. Gökalp’in solidarizmi ile Topçu’nun milliyetçi sosyalizmi gerçekte birbirlerine çok yakındır ve Topçu, “cemaat diye hepsinin üstünde olan bir ideale ferdiyetlerini fedâ ederek birleşen insanların topluluğu”nu anlamakta; “Durkheim, cemaate bağlılığın başladığı yerde ahlâkın başladığını söylüyor. Ahlakî bir cemaat, hem ferde hem de cemiyete üstün olan, sonsuzlukta karar kılan bir ideale kendini iradeyle teslim eden topluluktur" dediğine göre Topçu da böylesi mistik tasvirlerle en az Gökalp kadar Durkheimci olmakta değil midir?

Zaten Fındıkoğlu da Gökalp’in “ferdin yaratıcılık hürriyetini hiçe sayan, sert başlı, sekter bir cemiyetçi değil, sadece bir sosyolog olduğu” kanaatindedir.

Bir Anadolu terkibi için elbette Namık Kemal, Mehmet Âkif, Ziya Gökalp, Ziyaeddin F. Fındıkoğlu, Mümtaz Turhan, Hüseyin Kâzım Kadri, Mustafa Şekip, Remzi Oğuz arık ve Nurettin Topçu’nun daha çok işlenerek ayrışma noktalarından fazla buluşma noktaları bulunduğu gerçeği ortaya çıkarılmalıdır. Türk düşünce ufukları için önceki fikir adamlarımızın ortak paydamıza yönelik tespitleri üzerinde araştırmalar yapmak genç kuşakların görevi olmalıdır.

Bugünden başlayarak yayınlanacak olan üç yazımı aslında Türkiye’deki sol çevrelerin okumasını daha çok isterim.

Büyük bir yıkım ve iflah olmaz bir moral bozukluğu yaşıyorlar.

Zira Sovyetler çöktükten, Çin de kapitalizme öykündükten sonra ütopya yıkıldı.

Aslında baştan sakattı.

Her ne kadar Rus ve Çin milliyetçiliği diyebileceğimiz bu iki blok meydana getirebilen tarihsel toplumların sosyal psikolojisi yani üretebildikleri çağdaş ülküleri, büyük birlik idealleri yani geçen asırdaki komünizm, mühim bir ayakta kalma stratejisi meydana getirdiyse de, kapitalist batıyı hayli de zorladıysa da her ikisi de aslında yine batının mütemmimi idiler.

Zihniyet ve matematiksel çözümleme açısından…

Yani her ikisi de materyalizmin bir rüknü idi. Materyalist batı kapitalizmine karşı yine materyalist bir felsefe ile karşılık vermeye çalışıyorlardı. O yüzden Batı’ya eklemlenip yıkıldılar.

Şimdi de İslam medeniyet dairesi böyle bir dejenerasyon tehdidi altında.

Kalvinist ve kapitalist bir İslam tehdidi yani özünden sapma ve tamamen dinden çıkma tehlikesi…

İşte bu ahval ve şeraitte sadece kendi toplumu için değil evrensel bir kuşatıcılıkla milliyetçiliğini anlamlandırabilecek bir büyük birliğe kalbetme stratejisi olarak da Türkiye’nin kendine mahsus bir sosyalizm geliştirmesi mazlum milletler ve yeni bir dünya bloğu meydana getirmede rol oynayabilir.

Geçen asırda komünizm nasıl derin bir Rus milliyetçiliği olarak bir blok meydana getirdiyse hakikatin güneşi daha güçlü bir alternatif kuracaktır. İslam medeniyeti insanlığı içine düştüğü materyalizm batağından kurtaracaktır. Bu da evrensel bir iddia ile mümkündür.

Topçu’nun erli sosyalizmi üzerine dünya çapında yerli aydınlar ortaya çıkabilmeli ve önce çekirdekten yani bu ülkeden başlayarak sonra bütün İslam dünyasına ve ardından bütün insanlığa zekatın yani İslam ekonomi politiğinin çağdaş formunu temiz kalplere anlatabilmelidir.

Onlar henüz kapitalizm ile kirlenmeden…

Türkiye’de sol düşünce büyük bir çöküntü yaşıyor. Siyasi arenada temsilcileri olsa da düşünce dünyasında büyük yıkımın sürdüğünü görüyoruz. Gerçi dünyada da solda bir yenilenme faaliyeti gözükmüyor. Bu şüphesiz Sovyetler’in çöküşünün sürüklediği bir süreç. Sovyetler’in İngiliz Marksist okulundan çıkarak Leninist bir teşkilatlanma modeli olduğuna ve gerçekte onun da Batının bir mütemmimi olduğuna kuşku yok. Orta Batı’nın üç asırlık zengin düşünce dünyasında sosyalist fikirlerin Burjuva devrimine paralel bir gelişme tirendi ortaya koyduğuna şahit olduk. Zaman zaman Avrupa’da gelişen sosyalist cereyanların kapitalist gelişmeyi uyarıcı, tetikleyici, dizginleyici fonksiyon gördüğü; zaman zaman Sovyet tehdidine karşı bir dikkat görevi gördüğü bir gerçek...

Fakat Sovyetler’in yıkılmasından sonra umulurdu ki, Avrupa hür dünya diye tarif ettiği eksenini tehdit eden Sovyet tehlikesinin ortadan kalkmasından dolayı rahatlayacak ve çok daha dingin bir şekilde yeni sosyalist fikirlere kapı aralayacak ve daha korkusuz açılımlar gerçekleştirecek…

Olmadı…

Neden?

Zira Sovyetler’in yerine İslam tehdidi geçti. Avrupa’nın önceki korkusu batı içinde çözümlenebilir ve yönetilebilir bir tehditti. Bu yeni tehdit gerçek anlamda bir potansiyel ve kapitalizmin karşısına geçebilecek gerçek anlamda bir alternatif...

Yani sosyalizm modelleri bakımından İslam Batı’nın kapitalist temellerini yerle bir edebilir…

Avrupa sosyalist düşünceye açılımını sürdürürse bütün sistemi, varlığı tehlikede demektir.

O halde yapılması gereken sosyalizmi tamamen unutmak ve İslam’ın buna dair Avrupa vicdanını yönetmesine izin vermemek…

Hatta biraz daha ileriye giderek İslam dünyasını da kalvinist heyecanlara sürüklemek.

Asla kapitalistleşemeyecek olan İslam dünyasının “libere” edilmesi, Batı’ya bir hayli hazırlanma fırsatı verecek ve alternatifi geciktirecektir. Batı için yeni kurtuluş modeli, hakiki sosyalizmin önünü tıkamaktan geçmektedir.

“Ol mahiler ki derya içerdirler, deryayı bilmezler”

Şairin dediği gibi Doğu, o büyük dirilişçiliğinden habersiz. Doğu, üç yüzyıldır Batı’yı taklit ederek kalkınacağını zannediyor.

Hele hele bugün tam da alternatif olmak için büyük bir düşünce tazeliğine hamletmesi gerekirken bu sefer bütün varlık sebebini ortadan kaldıran biçimde kapitalistleşiyor.

Türkiye’de de “modernleşme” güdüleri sınırlarını zorlayarak iman atlasında değişikliğe varan evrimler gerçekleştirdi. Bu hamleleri önceleri gerçekleştiren Jön Türkler, Kemalistler ve İkinci Cumhuriyetçilerin ardından İslamcılar, bütün geleneklerinden koparak kalvinistleşmenin dayanılmaz hafifliğini yaşıyorlar. Süper hacılıktan tutun, tek dünya felsefesine, dinler kardeşliğine, burjuva fetvasına kadar bir dizi proje de bu sürecin eseri…

Mübarek günlerde televizyonlardan da izlemişsinizdir.

Dualar bile değişti. Fakire yapılacak yardımlar bile bu zengin Müslümanlar üzerinden yapılmalı imiş…

Engin Noyan’ın bir duası: “Allah’ım bize ver ki biz de fakirlere verme huzurunu yaşayalım.”

Türkiye, doğu ile batı arasında şüphesiz bir köprüdür. Şüphesiz zaman zaman Büyük Doğu’nun rüzgârını arkasına alıp büyük imparatorluklar-medeniyetler tesis etmesini bilmiştir. Zaman zaman Batılılaşmanın birçok faziletini doğuya aktarmıştır. Ama çoğunlukla da Batı’nın kapısında onun güvenliğini bedavaya sağlayan bir eşiktir. Mankurtlaşma yaşayarak ancak eşikte uzun müddet tutulabilir.

İşte en son mankurtlaşma İslamcı yüzyıllık muhalefetin kalvinistleşerek kendi dininde reforma sürüklenmesi ve temel anlayışını değiştirmesidir.

Bu maazallah tam gerçekleşirse işte o zaman sadece Doğunun değil elbette insanlığın da çöküşü kaçınılmazdır.

Sosyalizm işte burada önemli... Fakat ne yazık ki bizim bütün sosyalistlerimiz ve sosyalizmlerimizin diğer fikirlerde olduğu gibi ithalatçı idi.

İthalatçı bile değil. İthal…

Doğrudan doğruya ithal… Yazıları çeviri. Modelleri taklit. Liderleri uydurma. Sosyalist harekelerimizin liderleri ya Sovyet ajanı, ya Çin yahut ABD…

Kemal Tahir, Mehmet Ali Aybar gibi yerli sosyalistler de ne yazık ki geniş tabanda müspet tesir icra eyleyemedi.

Düzgün sosyalist gruplar da mesela bir Nurettin Topçu’dan habersizdiler.

Oysa Türkiye sosyalizmi Topçu’yu tanısa ve onun terkibine gönül verse, baş koysaydı bugün sosyalizmin akıbeti daha farklı olur; millet vicdanında ve desteğinde çok daha büyük yer bulurdu.

Türk düşünce tarihi içinde sosyalizmin yeri nedir?

Sosyalizm, Türk düşünce tarihi içinde kendine layık-ı veçhile bir konum kazanabilmiş midir? Sosyalizm, 19. yüzyılda kapitalizme ve onun uygulamalarına, yarattığı sosyal ve ekonomik sorunlara, sınıfsal farklılıklara karşı çıkan ve çalışanların haklarını öne çıkaran bir düşünce sistemi olarak mı anlaşılmalıdır?

Üretim araçlarının mülkiyetinin devlete ait olmasını öğütleyen ve özel teşebbüs ve mülkiyet haklarının sınırlanmasını hükmeden bir sistem diye özetlenen tarifi yeterli midir?

Türkiye’deki sosyalist hareketler ve siyasî gruplar sosyalizmi gerçek anlamda temsil etmiş ve düşünce tarihimizde terkibî bir mevki kazanmışlar mıdır?

Sosyalizmin gelişmesi Sovyetler Birliği’nin himayesinde mi mümkün olmuştur, yoksa SSCB hakikaten sosyalizmin gelişmesine değil de güdükleşmesine mi sebep olmuştur?

Sosyalizmin Marksist ifadeleri dünyanın gündemini teşkil etmezden evvel sosyalist – toplumcu nazariyelerin bir ahlâk felsefesi olarak insanlığın çok daha eski çağlarına uzandığını söyleyebilir miyiz?

Türkiye’de de sosyalizm, genellikle Sovyet ideolojisinin çocukluk devresi olarak nitelenmiş ve daha çok Marksist çatışmaların, çözümlemelerin mihveri kılınıştır. Sosyalist dünya görüşünün, ekonomi politiğinin yerli bir terkibine ne yazık ki ulaşılamamıştır. Mehmet Ali Aybar ve Kemal Tahir sosyalist yerli yorumun temsilcileri olarak öne çıkmışlar fakat onlar da politik sol zeminin ötesinde Türk düşünce hayatında sosyalizmin layık olduğu mevkii kazanmasında fazla yaratıcı olamamışlar, sol kompartımandan dışarı taşamamışlardır.

İçselleştirilmiş bir ahlakçı doktrin ihtiyacı olarak sosyalizmi en doğru özümseyen ve ifade eden iki büyük İslamcı – milliyetçi kalem vardır.

Bunlardan birincisi Mehmet Âkif Ersoy, ikincisi ise Nurettin Topçu’dur.

Türk sosyalist veya komünist hareketi tarihçesinde bu iki büyük sosyalist nedense yoktur.

Sosyalizmin Türkiye’deki gelişimi içerisinde hiçbir ekol, Nurettin Topçu’yu da Mehmet Âkif’i de okumamış, anlayamamıştır.

Bir sanatçı olarak Âkif’in Safahat’ındaki toplumcu doktrinin ve özellikle de Hasta şiirinin eriştiği sosyalist isyan ahlâkının başka meşhur sol sanatçıların hiçbirinde olmadığını söyleyebiliriz.

Nurettin Topçu’nun sosyalizmi ise onun bulunduğu muhafazakâr çevreler de dâhil olmak üzere Türk aydını tarafından ne yazık ki hiç anlaşılamamıştır.

Bakın Nurettin Topçu, kendisine itiraz eden muhafazakâr çevrelere karşı “Ne için sosyalizm” başlıklı yazısında ne diyor:

“Yürekler acısı bir cemiyet düzeni karşısında duygusuz gönüllerle paslı vicdanların durup durup "ne için sosyalizm?" dediklerini duyuyoruz. Öyle ya, rahatça yaşıyoruz.

Karnımız doyuyor. Bir çoğumuzun altında son model otomobil... Şöyle böyle birkaç geliri olanların keyfi yerinde...

Evimizde radyomuz, buzdolabımız var. Büyük şehirlerde düğünler, ziyafetler gırla gidiyor. Yurdun her tarafında fabrikalar açılıyor. Halk oyunu serbestçe kullanıyor. Üniversitelerimizin sayısı her yıl artmaktadır.

Evet, bunların hepsi doğru.. Daha birçok parlak görünüşler sayılabilir. Ancak, her birinin altında bir facia barınıyor. Her tarafı yaralı bir millet vücudunun parlak görünüşlerine aldanmayarak onun tedavisine el uzatmak için, sosyalizmin milliyetçi ve ruhçu şeklinin en iyi çare olduğuna inanıyoruz. Bunca parlak şekillerin altında biz pek iyi görüyoruz ki, bu vatanda toprak sahipsiz, gençlik sahipsiz, insan sahipsizdir. Oyunu kullanan, lakin kendi okuttuğu evladı kendi dilinden anlamayan, Batı'nın bütün lüks vasıtalarını kullanan, lakin kullandığı sermaye kendinin olmayan, kendi ekmeği ile beslediği başını yine kendi mukaddesatına kıvılcımlar ve salyalar sıçratan, din adamı, büyücüsü ve üfürükçüsü ile el ele veren, münevveri, halkının dilini koparmaya hevesli bir milletin perişan talihini tersine çevirip parlatacak olan, olsa olsa Anadolu'nun bütün ruhu ile bağlanabileceği İslam Sosyalizmi'dir. Biz ne için sosyalizm davasına bağlanıyormuşuz; işte sebepleri:”

Türkiye’de sol fikirler can çekişiyor.

Sayın Erdoğan da bir ara muhalefetin fikirsizliğinden yakınıp ciddi bir muhalefet ihtiyacından bahsetmişti.

Gerçekten de sosyalist fikirlerini bir kenara bırakıp merkez sağ partilere benzeyecekse toplum niçin CHP’den ya da diğer sol partilerden ümitvar olsun ki?

Sayın Kılıçdaroğlu ile bir görüşme yapmıştım aylar önce. Kendisine Türkiye’nin ve CHP’nin hatta geniş anlamıyla Türk solunun bir yerli sosyalizme ihtiyacından bahsetmiş, Mehmet Ali Aybar, Kemal Tahir ve bazı yerli sosyalizm arayışlarına değindikten sonra aslında batı sosyalizmlerinden farklı olarak özgün bir sosyalizme ihtiyaç olduğunu bunu Nurettin Topçu’nun hareket felsefesinde bulabileceklerini söylemiştim.

Yani inançlı bir sosyalizm... Zaten bu toplumun inancında yer alan bir toplumculuk anlayışı…

Kur’an’dan fışkıran bir ekonomi-politik…

Kalvinist ya da kapitalist bir İslam vurgusuna ve bu anlamda gerçekten dini ve dini hayatı bozan bir anlayışa karşı vazgeçilmezi olan bir ekonomi politik düzen…

Bu da ancak yerli bir sosyalizm ile mümkün. Topçu’yu mutlaka okumalısınız demiştim.

İşte sebepleri:

Otuz milyonluk bir milletin emeğinin, 40 bin Yahudi’nin midesine esaretten kurtarılması için.

Bin yıllık Müslüman-Türk kültürünün, batılı uşakların okullarının eşiğinde kurban edilmekten kurtarılması için.

Havasında hep yabancı ideolojilerin kaynaştığı fikirsiz, davasız, vicdansız üniversitelerden vatanı kurtarıp millet üniversitelerini kurmak için.

Komünizm ile masonluk gibi yabancı ideolojilerden Müslüman Türk'ün ruhunu korumak için.

Allah inancını seslerine sermaye yapan mevlidcilerin, vahşi seslerle sağır kulaklara haykırırcasına nara atan duacıların, din adamı adı ile halkı soymanın çeşitli yollarını icad eden sahtekârların, irşad vazifesi yapma bahanesiyle zavallı insanları hayvan sürüleri gibi sürükleyen şeyh taslağı cahillerin dini de, aklı da, insanlığı da çürüten soyguncu gayretlerinden milleti kurtarmak için…

Millet radyosunun bizzat vatan içinde esaretten kurtarılması için…

Bir yandan devlet bütçesinden beslenme yolunu bulurken, öbür taraftan halkı da sistemli şekilde soymak için bütün gayret ve maharetini kullanan, günün icaplarına göre hacıya hocaya Alevi’ye, kıza oğlana, sporcuya serseriye, hepsine hepsine hulüs çakmasını bilmek gibi hünerlerin hokkabazlıklarını yapan basına ahlak, davâ ve mesuliyet bağışlamak, onu ciddi bir millet müessesesi haline getirmek için...

Ne için, kim için kazma vurduğunu bilmezken sahte vaatlerin büyüsü ile sefaletlerin içinde oyalanan masumların alın teri ile biriktirdikleri dünya nimetlerini devlet kapısının eşiklerinde paylaşmaktan bir türlü doymayan particilerin ve politika adamlarının sefil ihtiraslarına son vermek için...

Büyük halk kütlelerini emrinde çalıştırarak kendi saadetlerine alet gibi kullanan istismarcı sınıfların, ağalarla patronların hasis menfaatlerine hizmetten halkı kurtararak, kendi kendisinin ihtiyaçlarına hizmet edecek bir hayata kavuşmak için...

Eski saraylardan fabrikaların eşiğine, ailenin kucağından okulların kapısına kadar yayılan çeşitli kumarları kaldırmak, geçimi alın teri ile el ve zekâ emeğine bağlamak, hayatı bir kumar bahşişi olmaktan kurtarıp aklın ve ahlakın idaresine sokmak için; büyük kumara her şeyini, ama her şeyini feda etmekten çekinmeyen ruhları sefaletinden tutup çıkarmak için; piyango ve Spor-Toto gibi kumarların da haklı yaşamasını bilen milletlere ahlaki ve iktisadi bir bela olduğunu öğreterek bunları da ortadan kaldırmak için...

Lüzumsuz birçok yüksek memuriyet makamları gibi faizci, iratçı, komisyoncu (ithalat komisyoncusu, imar komisyoncusu, avukat ve doktor komisyoncusu, büyük makam komisyoncusu, hizmetçi komisyoncusu, gümrük komisyoncusu, vs.) kabzımal, tellal, iş takipçisi, salon fotoğrafçısı, vestiyer kiralayıcısı, milyoner ses sanatkârı, mevlidhan, duahan, şeyh soytarısı, gizli nikahcı, büyücü, bakıcı, üfürükçü, meclis idare azalıkları, emir alıcı müfettişler, özel berberlikler, özel ahçılıklar, özel kalem kadroları, yüksek makam tahsisatları gibi iş hayatının daha nice sahalarında sayıları pek kabarık olan parazitlerini de ortadan kaldırmak için...

Her mahalleden bir milyoner çoktan çıktı ve bu zillet ilerledi. Şimdi her beldede binlerce sefalet barınırken her köşe başında bir tanesi tüneyerek kendi duygusuz ve arsız saadetleri ile övünen, batının binlerce lüksüne hayran, vicdansız milyonerlerin arlığından nefreti insanlara öğretmek için.

Varlığı her yerinden yaralı olan köylünün beden yarasına bir bıçak vurmanın karşılığı olarak, tarlasını sattırmakla yetinmeye, vurguncunun hürmetkar esnafı, aç gözlü hekimlerin soygunculuğundan denli bir milleti kurtarmak için; yoksullarla yetimlerin hastane kapılarında sürünmelerine son vermek için…

Toprakla, yokluk ve çaresizlik içinde boğuşmaya mahkûm olan köylü ile büyük şehirlerin şahane lüksünü kullananların mağara devrinin hayatına mahkûm edilenlerle, Amerika'nın modem vasıtalarına sahip olanların, çalıştıkları halde yaşayamayanlarla, çalışmadan yaşayanların arasındaki uçurumu kapatmak, köylü ile şehirlinin dertleriyle kalplerini birleştirmek için...

Fabrika bacalarından baykuş sesi gibi yükselen çığlıklara kurtarıcı sesi diye koşan köylü akınını durdurarak insanı toprağa sevgi ile bağlamak, toprağı sahipsiz, insanı ruhsuz yaşama felaketinden kurtarmak için...

Ticaret adı altındaki geçim endişesi ile türlü türlü ruhi ve ahlaki sefaletlerin kurbanı olmaktan küçük satıcı kütlesini kurtararak ona şerefli, haklı ve huzurlu bir kazanç tarzı sağlamak için...

İş hayatını bir kumar cesareti ve bir dalavere cihazı olmaktan çıkarıp, emek ile ihtiyaçların kumandasında işleyen, akla bağlı, adalete dayalı bir düzen haline getirerek, şahsi hırsların ve iştihaların tasallutundan kurtarmak için...

Kendilerine millet işleri emanet edilen memurlar arasında derebeylik devirlerinin efendi-esir ayrılıklarını düşündüren maaş farkları ile süründürülen bir sınıfı maaşlı patronlarla karşı karşıya koyan adaletsizliğe son vermek için...

İdare cihazında ve ticaret hayatında bezirgân Yahudi’nin elinde ve devletin kontrol sisteminin yürütülüşünde, hem fakir hem zengin hakkında kanunların kutsal ve mutlak iktidarının gerçekleştirilmesi için...

Sahipsiz ve işsiz gençliğin yaşayışına el koyarak, gençlerin itaat ve hizmet ahlaki ile yetiştirilmesini sağlamak, okuyan gençlerin kulüp, dernek, cemiyet, federasyon, birlik adları altında bayağı menfaatlerin kaynağı ve politikanın basamağı olan teşekküllerden alınarak yalnız ilim, irfan, sanat, ahlak ve kültür çalışmalarına bağlanmaları için, kahvelerde, eğlence yerlerinde, sokaklarda işsiz dolaşan gençliğe iş sahası bulmak, gayesiz ve emelsiz gençliği ruhi ve ahlaki gayelerin hizmetine sokmak için...

Millet eğitimini ticaret vesilesi yapan özel okul ile milletimizi yabancı kültürlerin esiri yapmak isteyen yabancı okulların kapılarını kapatmak, Türk vatanında yalnız Türk kültürünü hâkim kılmak için.

Özel yüksekokulculuk yoluyla, ticareti yüksek tahsile kadar hâkim kılan insafsızlıktan, hakikat huzurundaki bu vicdansızlıktan Ebussuud'ların, İbn Kemal'lerin vatanını kurtarmak için.

Her karış toprağı devlet gayretiyle kalkınmaya, her ferdi devletin yardımıyla tabii haklarına kavuşarak insan gibi yaşama şartlarını bulmaya muhtaç olan bir vatanda özel idare, özel sermaye, özelokul, özel üniversite ve türlü özel çalışmalarla genel iradenin gücünü her tarafından bölüp de parçalayarak sanki bir özel devlet hasretine doğru sürüklerken, maddenin ve ruhun bütün değerleriyle bütün iktidarları doğrudan doğruya millete mal edecek

koruyucu ve güdücü, iktidar sahibi bir devlet irâdesiyle ruhları canlandırmak için…

İkbal hırslarıyla yanıp da yoksulları göremeyen kör gönüllerin gafletinden halkı uyandırmak için...

Zenginlerin âlemi kendi iştihalarına lokma sayan duygusuzluklarından utanmayan ruhlarını kapkara örtülerinden sıyırarak kurtarırken, zamanın her anında ve mekânın her adımında hakkı çiğnenen fakirlerin affını gerçekleştirmek için; fakirle zengini böylece birlikte kurtarmak için...

Kirli yüzlerin, hayâ bilmez bakışların sızıntısı olan hırs ve hased çamuru ile tertemiz toprağı kirlenmekten koruyacak elleri yer-yüzüne hâkim kılmak için…

Nihayet her varlığı kendi nefsi için tasarlayan kemirici egoizmden ruhları kurtararak onları da Allah'a ulaştıracak merhameti canlandırmak için...

Pek uzun bir tablo veya kanlı bir destan teşkil edecek kadar çok fecaatlerin vatanı olan Anadolu'da bu dertlerin hepsi yalnız bir şeyden şifasını bulacaktır: Vicdanın kumanda ettiği bir otorite, yani hakla el ele veren bir iktidar.

Onu nerede bulacağız diye şaşkın şaşkın dışarıda arayan, hakkı gökten insin diye bekleyen, iktidarı ellerden dilenen, kendi aczine inanmış zavallılara, bu dünyada herkesin kendi mesuliyetini kendi omuzlarına yüklendiğini hatırlatırız. Hak ve iktidar, muayyen ölçüler vererek başkasına ısmarlanan elbise değildir; ancak onlara inananların eseridir. Ancak bu şaşkınlıktan din bezirganı sahtekarlar faydalanıyor ve davamızın İslam'a aykırılığından büyücü ifadeleriyle bahsediyorlar. Halk bilmiyor ki, hiçbirisi dini ruha sahip olmayan bu şarlatanlar, halkı din adına soyarlarken, çiğnenip darbelenen İslam dinidir. Bizim sosyalizmimiz İslam'ın ta kendisidir.

Davamız, İslam ahlakına dayanan bir cemiyet düzeni kurmaktır. Her tarafı hürmetsizlikle tarumar edilen bir cemaate hürmet, her uzvu haksızlıkla yararlanan bir hayata hakkaniyet, her hareketi hemcinsine zulüm olan bir insanlığın kalbine sevgi ve merhamet doldurmak istiyoruz. Bütün bunları yaparken, varlığımızı her taraftan çeviren hırslara menfaatler gibi içteki düşmanlarla kökleri dışarıda bulunan içimize sokulmuş düşmanları yenmenin yalnız iman ve iktidar ile mümkün olacağına inanmaktayız. Dava, kendine inanan, iradesini bunca düşman kuvvetine karşı koymasını bilen cesur ruhların davasıdır. Onun en güzel ifadesini Safahat şairinden dinleyelim:

... ederim taptığım Allah'a kasem,

Yoktur asla şu cemaatte ki hiçbir aciz,

Benim indimde sizin olmaya en kadiriniz,

Bir kavinizde olan hakkını kurtarmam için.

Bir kavi kimse de yoktur ki bu ümmette, bilin,

En zaif olmaya nezdimde, tutup kendinden,

Âcizin hakkını ısrar ile isterken ben.” (Hareket, III/26, Şubat 1968)

Türk sosyalistleri Topçu’yu neden anlamadı? İslamcılar ve milliyetçiler Topçu’dan neden rahatsızlık duydu?

Özetle:

TÜRKİYE’DE YAŞANAN EN BÜYÜK KRİZ: DÜŞÜNCE KRİZİDİR.

ÇARPIK KAPİTALİZM; ÇARPIK SANAYİLEŞME VE ÇARPIK KENTLEŞMEYİ YARATTI. SOSYALİST AKIMLAR DA ÇARPIK OLUNCA BU SÜRECE İSYAN EDEBİLECEK CİDDİ BİR FİKİR AKIMI ÇIKMADI.

Kapitalist ve Kalvinist İslamcılığa karşı: sosyalist İslamcılık acaba bir çözüm olabilir mi?

Türk Sosyalizminin fikir babası Nurettin Topçu, aynı zamanda İslam ahlâkçısıydı.

NİÇİN SOSYALİZM: İkbal hırslarıyla yanıp da yoksulları göremeyen kör gönüllerin gafletinden halkı uyandırmak için…

Nihayet her varlığı kendi nefsi için tasarlayan kemirici egoizmden ruhları kurtararak onları da Allah'a ulaştıracak merhameti canlandırmak için...

“Hak ve iktidar, muayyen ölçüler vererek başkasına ısmarlanan elbise değildir; ancak onlara inananların eseridir. Ancak bu şaşkınlıktan din bezirganı sahtekarlar faydalanıyor ve davamızın İslam'a aykırılığından büyücü ifadeleriyle bahsediyorlar. Halk bilmiyor ki, hiçbirisi dini ruha sahip olmayan bu şarlatanlar, halkı din adına soyarlarken, çiğnenip darbelenen İslam dinidir. Bizim sosyalizmimiz İslam'ın ta kendisidir.”

Topçu, sosyalizmini bu toprakların hareket felsefesine, ruh köküne, varlık iradesine dayandırıyordu. Yani ithal ve uydurma bir sosyalizm değil. Sımsıkı toprağa, millete ve değerlerine bağlı…

Dolayısıyla milletin kalbindeki Akif’e gönderme var. İnanç temellerine gönderme var.

Böyle sağlam bir sosyalizmin sade doğuda değil, batıda da büyük bir dirilişe kapı aralayacağı açık değil mi? O halde maddeci batı için en tehlikeli olan bu gerçek sosyalizmdir.

İşte bu yüzden Müslümanların böyle bir insanın peşinden gitmesinin önü kesilmeli, İslamlar kapitalist heva ve hevesler için yoldan çıkarılmalıydılar.

Onun için şehirlerimiz böyle araba modelli, alışveriş merkezleriyle dolu… Belediye başkanlarımız rantiye peşinde…

İslam şehir mimarisi ağlıyor.

RUBAİ

Men görürem, sen görmürsen o yüzden ihtilafımız

Gorhıram bu gidişle Rab, mukadder kılar mahvımız

Bir kişi yerse rızkını min kişinin hak mıdır bu

Hesap günü kurtarır mı acep Müslümanlığımız

Kaynak: millivicdan.org - Lütfü ŞEHSUVAROĞLU

adminadmin