Kültür
Giriş Tarihi : 20-01-2019 18:00   Güncelleme : 20-01-2019 18:48

Bir Zamanlar Osmanlı

Bir Zamanlar Osmanlı

Bir zamanların asil şehri İstanbul, genç neslin eğitimi, nezaketi ve güzel ahlakıyla tüm dünyaya ün salmıştı. Erkeğe kadına, gence yaşlıya, anneye babaya, dedeye ataya edilen hitaplar âdeta name gibi söylenir, bu nameler hitap edilen kişilerin gönlüne sevgiyle dokunurdu.

Hem dönem kaynaklarında hem de yaşayan hazinelerimizden bizlere nakledilmektedir. Kadına hanımefendi, erkeğe beyefendi denilirmiş, yaşlıya efendi veya efendibaba diye hitap edilirmiş. Dosta arkadaşa candan hürmet gösterilir, incinmesin diye naif kelimelerle söz söylenirmiş.

Osmanlı döneminde Türkçe kaleme alınmış eserlerin yanında Batılı seyyahların ve yazarların kalemlerinden de Osmanlı dönemine dair vesikalar vardır. Yazar Guer, Türk gençleri hakkında şunları söylemektedir: “Türk toplumunda, baştan çıkmış, yüz kızartıcı işler yapan çocuk nadirdir. Ana ve baba saygısı çok büyüktür. Aile büyüklerinin sözleri dinlenir. Türklerin pek mükemmel görgü kuralları vardır. Hepsine canı gönülden riayet ederler.” Türk dostu olarak bilinen ve “Dünyaya son bir kez bakacaksın deseler, bu bakışı İstanbul’un Çamlıca’sından isterdim.” diyecek kadar büyük bir İstanbul aşığı olan ünlü Fransız yazar, şair ve politikacı La Martine, Türk çocuklarının dürüstlüğünü şu sözlerle ifade eder: “Çocuklar çok dürüsttür. Sokakta bir şey bulan çocuk derhâl sahibini aramaya başlar.”

Gençlerin ve çocukların terbiyesinden başka Osmanlı toplumu, insanları ve sosyal hayatı konusunda da Avrupalı gezginlerin sayısız tespitleri olmuştur. Tanınmış yazar Edmondo de Amicis, Osmanlı’yı şu ifadelerde ülkesine anlatır: “Tetkîk ve tespitlerime göre, İstanbul'un Türk halkı, Avrupa'nın en nazik ve en kibar topluluğudur. Koca şehrin en ıssız sokaklarında dahi bir yabancı için hiçbir hakaret ve zarara uğrama tehlikesi yoktur...” Ünlü yazar Du Loir ise yıllarca incelediği toplumsal yapımız üzerine 1650’li yıllarda hazırladığı seyahatnamesinde Türkler hakkında şu tespitlerde bulunmuştur: "Hristiyan memleketlerinde, pek yaygın olan küfürbazlık, öfke ve intikam hissi, Türklerde yoktur. Türkler ve Osmanlı toplumu bazı kötülükleri değil işlemek o kötülüklerden haberdar bile değillerdir. Hiç şüphesiz ki, ahlâk bakımından Türk siyasetiyle medeni hayatı, bütün cihana örnek olabilecek vaziyettedir."

1700'lü yıllarda İstanbul'da yaşamış olan Fransız müellif Motray, anılarında Osmanlı’dan bahsederken Türk dükkânlarında hiçbir zaman tek meteliğinin kaybolmadığını, ne zaman bir şey unutsa, hiç tanımadığı dükkâncıların arkasından adam koşturduklarını, hatta birkaç kere Beyoğlu'ndaki ikametgâhına geldiklerini söyler. Hak, hukuk ve adalet, toplumun bütün katmanlarında bir hassasiyet kendini gösterir. Fransız generallerden Comte de Bonneval, Türkler hakkında, “Haksızlık, mürabahacılık, inhisarcılık ve hırsızlık gibi suçlar, Türkler arasında meçhuldür. Öyle bir dürüstlük gösterirler ki, insan çok defa Türklerin doğruluklarına hayran kalır.” İfadelerini kullanır. 1740 yılında İstanbul’da bulunan İngiliz sefiri Sir James Porter, 1740'ların İstanbul'unu şöyle anlatır: "Gerek İstanbul'da gerekse İmparatorluğun diğer şehirlerinde hüküm süren emniyet ve asayiş, hiçbir tereddüde imkân bırakmayacak şekilde ispat etmektedir ki, Türkler çok medeni insanlardır.”

F.H.A. Ubucini’nin iki ciltlik “La Türkiye Actuelle” (Türkiye Günlüğü) isimli eserinde ise Osmanlı halkının evlat sevgisini ve evladın da aileye olan saygısını şöyle anlatılıyor: “Çocuklarını daha fazla şefkat ve alâka içinde yaşatan bir memleket de bilmiyorum. Sokaklarda çocuğunu omzuna, kucağına alarak yürüyen, onu fazla yürütmekten, yormaktan sakınan çok baba görülür. Ama büyüyen çocuk, babasına büyük saygı gösterir. Emretmedikçe oturmaz. Yalnız “Baba” şeklinde değil, babasının unvanı neyse ‘Efendi Baba’, ’Ağa Baba’, ’Bey Baba’, ‘Paşa Baba’ diye hitap eder. Küçük kardeş, büyüğüne saygı gösterir. Büyük kardeş asla ismiyle çağırılamaz, ‘Abla’ veya ‘Ağabey’ denir ki bizim dilimizde bu kelimeler meçhuldür.”

Batılı gezginlerin ve yazarların eserlerinde dönemin sosyal hayatı, aile bağları ve davranış kalıpları bütün ayrıntılarıyla ortaya konulur. Fransız gezgin Dr. A. Brayer’in “Neuf annees â Constantinople” adlı kitabının 1836 Paris baskısının 1. cildinin 225. ve 226. sayfasında da Brayer, Türk ve Frenk çocuklarını arasındaki farka dikkat çeker: “Osmanlı’da analarla babaların ve ninelerle büyük ninelerin çocuklarına en tatlı sözlerle hitap edip en candan ihtimamlarla baktıklarını yukarıda görmüştük. İşte bundan dolayı Osmanlı’da çocuklar yetişip adam oldukları zaman analarıyla babalarını yanlarında bulundurmakla iftihar ettikleri ve küçükken onlardan gördükleri şefkate mukabele etmekle bahtiyar oldukları hâlde, başka memleketlerde çok defa çocuklar olgunluk çağına girer girmez, analarıyla babalarından ayrılmakta, mali menfaatleri hususunda onlarla çekişe çekişe münakaşa etmekte ve hatta bazen kendileri refah içinde yaşadıkları hâlde onları sefalete yakın bir hayat içinde bırakmakta ve zavallılara karşı âdeta yabancılaşmaktadırlar.”

Kanuni Sultan Süleyman zamanında Cenova’dan Napoli’ye giderken esir düşerek Türkiye’ye gelmek zorunda kalan ve doktor olması münasebetiyle dönemin Kaptan-ı Deryası Sinan Paşa’nın hekimliğine kadar yükselen İspanyol Pedro, 1552-1556 yıllarında Türkiye’de geçirdiği dört yılı, ülkesine döndüğünde kaleme alır. Pedro kaleme aldığı seyahatnamesinde Türklerle alakalı pek çok konuyu dile getirir. Seyahatnameyi incelerken dikkatimizi celp eden birkaç konu şöyledir: “İstanbul öyle işlek bir şehir ki, buraya günde İspanya’nın Valladolid şehrinin nüfusu kadar yabancı girip çıkar. (…) Türklerin bıraktığı hayır eserleri, bizde bırakılandan çoktur. Türk zenginleri, bizimkilerden daha cömert davranırlar. (…) Türkler sadece insanlara değil, hayvanlara bile iyilik yapmayı sevap sayarlar. Bir-iki düzine ciğer satın alıp, kedi ve köpekleri doyuranlara çok rastlanır. (…) Türkler adaleti Hristiyan, Yahudi, Müslüman herkese eşit olarak tatbik ederler. (…) Herkes kapısının önünü temiz tutmaya mecburdur. (…) Biz bu kimselere barbar diyoruz. Onlara barbar demekle, asıl biz barbarlığımızı ortaya çıkarmış oluyoruz.” (Pedro’nun Zorunlu İstanbul Seyahati, Çeviren; Fuad Çarım, Güncel Yayıncılık, 2002.)

Osmanlı halkının vatansever, vakur, büyüğüne hürmetli, küçüğüne şefkatli, vefalı, sadakatli, hayırsever, cömert, merhametli ve hoşgörü sahibi olduğu, bu hususiyetleriyle Batılıları kendine hayran bıraktığı pek çok tarihî vesikada kayıtlıdır. Sultan II. Abdülhamid Han zamanında İstanbul’da bulunan Edmondo da Amicis, ülkesine döndüğünde “Constantinopoli” adlı bir eser yazar. Eserinde Osmanlı ülkesi ve Osmanlı insanının ahlâkı hakkında şunları yazar: “Paşasından sokak satıcısına kadar istisnasız her Türk’te vakar, ağırbaşlılık ve asillik ihtişamı vardır. Hepsi, derece farkları olmasına rağmen, aynı terbiyeyle yetişmişlerdir. Kıyafetleri farklı olmasa, İstanbul'da bir başka tabakanın olduğu belli değildir. (…) En ıssız sokaklarda bile, bir yabancı için küçük bir hakarete uğrama tehlikesi yoktur. Namaz kılınırken bile bir Hristiyan camiye girip Müslüman ibadetini seyredebilir. Size bakmazlar bile, küstahça bir bakış değil, sizinle ilgilenen mütecessis bir nazar dahi göremezsiniz. (…) Sokaklarda bir yerde birikmek, yolu tıkamak, yüksek sesle konuşmak, çarşıda bir dükkânı lüzumundan fazla işgal etmek, ayıp sayılır...”

Evet, bir zamanların Osmanlı'sı, böyleymiş. Biz söylemiyoruz. Kâh görevi için gelip gördükleri karşısında hayran kalan sefirler kâh Türk milletini tanımak için araştırma yapanlar. Bazen bir seyyahın kaleminden süzülüyor hayranlıkları, bazen bir diplomatın ülkesine yazdığı mektuplarda yer alıyor. Bugün “bizden adam olmaz” diyerek toplumsal özgüvenini kaybeden insanımızı, mensubu olduğu medeniyetten, o medeniyetin tarih boyunca inşa ettiği ihtişamlı şehirlerden, ahlaklı toplumdan ve erdem abidesi insanlardan haberdar etmeli, kendi tarihimizle hemhâl olmalıyız. Gençler oradan alacakları ilhamla yeniden bütün dünyanın gıpta ile seyrettiği bir insan tipini, bir sosyal hayatı bu coğrafyada egemen kılacaklardır.

Nermin TAYLAN / Diyanet Dergisi

adminadmin