Fikir
Giriş Tarihi : 10-07-2018 11:06   Güncelleme : 10-07-2018 11:06

Bize de Yazıklar Olsun

Bize de Yazıklar Olsun

Cânım kâri, çok şeyden bahsettim sana bu sayfadan. Derdimi anlattım, dertleştim, muhabbet ettim, aslında yazmaktan çok karşılıklı konuşur gibi, eski bir kıraathanenin önünde tahta iskemlelere oturup da çay içip sohbet eder gibi yazdım sana. Ve bence yazmanın en tatlı tarafı her zaman böyle olan tarafıydı. Zira ben dahi herkes kendine nasihat edeni değil oturup onunla dertleşen birini istiyor karşısında. O sebeple ben de her zaman öyle yazmaya gayret ediyorum. Ve bana “yazmak nedir?” diye sorsalar şimdi “yazmak en ziyade samimiyettir” derim. Hasılı yazdıklarım salt dert edindiklerimdir. O yana, bu yana yaklaşmak ya da birilerinin dediklerini ya da diyeceklerini hesap ederek değil de dostumla, kardeşimle dertleşir gibi yazıyorum. Neyse, geçelim.

Gerçi yazdığımı tekrar okuyunca veda yazısı gibi bir giriş olduğunu fark ettim. Ama hayır veda yazısı değil ve veda da etmiyorum. Birkaç vakittir duyduğum, gördüğüm ve bir şekilde bana mesaj gönderen derdimi anlamayan kardeşlerime izah için yazdım bunları. Zira onlardan bazıları yazmanın bir “iş” olduğunu düşünüyor ve hatta öyle inanıyorlar. Öyle inandıkları için de kendilerince bu iş mantığıyla eleştiriyorlar beni. Duygusal olduğumu ve bu kadar romantik yazmanın bu “iş”in mantığına uymadığını söylüyorlar.

Oysa bence asla öyle değil. Öyle olmamalı. Zira bana kalırsa insan hissettikleri kadardır. Ve ben kimseye akıl vermeye ya da bir şey öğretmeye çalışmıyorum, asla. Ben insanlar benim yazdıklarımla bir şeyler hissetsinler istiyorum. Zira öğretilenin çabuk unutulacağına oysa hissedilenin unutulmayacağına inanıyorum. Hatta okurken ağlasın istiyorum bazen insanlar. Hayır, kimseye acı çektirmek istediğimden değil. Ben ağlayan insanın anlayacağına ve anlayan insanın ağlayacağına inanıyorum. Belki de hayal ediyor ve kendime kendimce bir dünya kuruyorum yazarak. Olsun yine de böylesi bir hayal tam aksi bir gerçekten çok daha güzel.

Geçelim…

Gündemi yakalamakta zorluk çekiyorum bazı vakitler. Öyle hızlı ve öyle kalabalık ki her şey bir olay için “oluyor” demeye fırsat bulamadan “oldu” demek zorunda kalıyor insan. Ve açıkçası ben bu kadar hızlı yaşamaya ve bu kadar hızlı bit değişime ayak uydurmada çok zorlanıyorum. Kendimi yabancı ve uzak hissediyorum çoğu zaman da. Ama yine de bunca kalabalığın ve hızın arasında yakaladığım ve acı çektiğim çok fazla şey var. Eskimeyen, eski olmayan ve olamayacak olanlar.

Mesela Ebru Özkan meselesi canımı çok fazla yaktı. İsrail teröristlerinin Filistinli mazlum kardeşlerimize yaptıkları zulmü defalarca yazdım ve yazdıkça canım yandı. Ellerinde taşlarla dünyanın gözü önünde katil bir devlete karşı direnen çocukların gözlerindeki iman her vakit umut oldu bana da. Kucaklarında çocukları ölen babaların gözlerindeki yaşta ben de aynı hüznü hissettim ve her seferinde haykırdım “kahrolsun İsrail” diye. Ama olmadı. Kahrolsun demek yetmedi yetmiyor ve yetmeyecek demek ki. Fazlası ve çok daha fazlası lazım.

Şimdi de ellerinde kelepçe ve ayaklarında prangalarla dünyaya zalimliklerini bir kez daha ilan ederek karşımıza bir kardeşimizle çıktılar; Ebru Özkan… O zincirleri bizlere vurdular ve bir bacımızın ellerindeki o zincirlerle hepimizin onurunu, izzetini ayaklar altına aldılar.

Ve koluna katil köpeklerin girip de götürdüğü, ayaklarında zincirler olan o kardeşimizin o halini gördükten sonra uykularımız kaçmıyor, canımız acımıyor, yüreğimiz sızlamıyorsa bize de yazıklar olsun.

Fatih Duman / Diriliş Postası

adminadmin