Analiz
Giriş Tarihi : 30-12-2019 10:38   Güncelleme : 30-12-2019 10:38

Boğazlar, Montrö Ve İstanbul Kanalı

Lozan ile milletlerarası statüye getirilen Boğazlar, Montrö ile Türkiye’nin kontrolüne bırakılmıştır.

Boğazlar, Montrö Ve İstanbul Kanalı

I. Cihan Harbi, Rusya cihetiyle Boğazlar’ın ehemmiyetini arttırmıştı. Asrın başında Rusya ihracatının yarıya yakını buradan sevk ediliyordu. Trablusgarp ve Balkan Harbleri’nde Boğazlar’ın kapatılması, Rusya’ya çok maddi zarar vermişti. Cihan Harbi’nde de Boğazlar’ın kapatılması sebebiyle müttefiklerinden yardım alamayan Rusya’nın çöküşüne yol açtı.

Demek ki Boğazlar’a hâkim olan güç, Rusya’yı siyasî, askerî ve iktisadî olarak tehdit etmekteydi. Bu sebeple Rusya, Boğazlar’ın enternasyonalize edilmesi tezini müdafaa ediyordu.

Sevr Muahedesi gibi, Lozan Muahedesi (m.23) ve mütemmimi olarak İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, Rusya, Yugoslavya ve Türkiye tarafından imzalanan “Boğazların usul-i idaresine dair mukavelename” de bu tezi kabul etmiştir. Türkiye söz sahibi olmaktan çıkarılarak, Boğazlar, her çeşit askerî güçten arındırılmıştır. Artık milletlerarası bir konsorsiyum tarafından idare edilecektir. Deniz ve hava geçişleri, harb ve sulh zamanında tam serbestiyi haizdir.

Bunu çaresiz kabul eden Türkiye’nin ümidi, dünyayı mahveden I. Cihan Harbi’nden sonra Milletler Cemiyeti’nin silahlanmayı önleyerek muhtemel harblerin önüne geçmesiydi. Ama bu, mümkün olmadı. Japonya’nın 1936’da Mançurya’ya taarruzu ile başlayan hadiseler neticesine dünya kendisini hummalı bir silahlanma ve dehşetli bir harbin içinde buldu.

Fırsattan istifade

İngiltere’nin XIX. asrın ikinci yarısındaki düşmanca politikasını, cumhuriyetin kuruluşundan sonra terk etmesi, hatta Rusya’ya karşı desteklemesi ve kendisine yakınlaştırmak istemesi, Boğazlar’da Türkiye’nin önünü bir miktar açtı.

Türkiye hariciye vekili Tevfik Rüştü Aras, 1935’te Milletler Cemiyeti Konseyi’nde bir konuşma yaparak Boğazlar’ın silahsızlandırılmasının, Türkiye’nin müdafaasını zayıflattığını söyleyerek bu statünün değiştirilmesini istedi. İngiltere, Fransa ve İtalya alakasız dururken, Rusya destek verdi.

Nazi Almanya’sı ile Faşist İtalya’nın Orta Doğu ve Akdeniz’de nüfuz kurma faaliyetleri İngiltere’yi endişelendiriyordu. İtalya’nın Habeşistan’ı işgali ve Almanya’nın Ren mıntıkasını silahlandırması, Türkiye’ye beklediği fırsatı verdi. 10 Nisan 1936’da Lozan Boğazlar Mukavelesi’ne taraf olan devletlere birer nota vererek Boğazlar’ın statüsünün değiştirilmesini talep etti. Başta İngiltere olmak üzere, İtalya hariç hepsi buna müsbet cevap verdi.

Bağı gevşeten Montrö

22 Haziran 1936’da İsviçre’nin Montrö (Montreaux) şehrinde toplanan konferansta, Türkiye’nin tezine mukabil, Rusya ve İngiltere de birer tez ileri sürdü. Rusya, Boğazlar’ın Türkiye tarafından silahlandırılmasını kabul ediyor; ama Karadeniz’e sahili olmayan devletlere ait harb gemilerinin geçirilmemesini istiyordu. Rusya, Lozan’da da Boğazlar’ın silahsızlandırılmasına muhalif idi. İngiltere ise, Karadeniz’e sahili olsun olmasın bütün devletlerin bir tonaj tahdidine tabi olarak geçişini müdafaa ediyordu.

İki ay süren müzakereler neticesinde, 20 Temmuz 1936 tarihinde Montrö Mukavelesi imzalanarak Türkiye’nin tezi büyük ölçüde kabul edildi. Boğazlar’ın askerden arındırılması hükmü ve Boğazlar’ı idare eden Milletlerarası Boğazlar Komisyonu kaldırıldı. Mıntıkanın emniyeti Türkiye’nin inisiyatifine bırakıldı. Geçen gemilerden ücret alabileceği kabul edildi. Ancak altın frankın zamana intibakında yaşanan problemler (dolara endekslenmesi, altının ise yükselmesi) sebebiyle bu madde hakkıyla tatbik edilemedi.

Türkiye, İngiltere, Fransa, Rusya, Bulgaristan, Yugoslavya, Romanya, Avustralya ve Japonya arasında imzalanan mukavele, 2 sene sonra İtalya tarafından da imzalandı. Müddeti 20 sene olup, taraflar fesh istemezse, mukavele kendiliğinden devam edecekti. 1956’da tarafların hiçbiri fesih istemediği için mukavele bugün de meriyettedir. Bugün Türkiye, başka bir su yolu açsa bile, ecnebi gemileri Boğaz yerine buradan geçmeye mecbur edemez. Belki beklememek adına parayı verip başka yolu tercih edebilirler...

Sulh zamanı

Montrö Mukavelesi’ne göre sulh zamanında veya Türkiye’nin taraf olmadığı bir harb esnasında, ticaret gemileri Boğazlar’dan serbestçe geçebilecektir. Türkiye’nin taraf olduğu bir harbde, düşman olmayan devletlere ait ticaret gemileri belli şartlar altında serbestçe geçebilecektir. Geçiş ücreti alınamayacağı gibi, kılavuzluk hizmeti de mecburi değildir.

Harb gemileri ise, sulh zamanında Karadeniz’e sahili olmayan devletlere ait harb gemileri serbestçe geçebilecek; ama transit geçişlerde gemi sayısı 9’u ve mecmu tonajı da 15 bin tonilatoyu geçmeyecektir. Bu devletler Karadeniz’de en fazla 21 gün ve nihai olarak 30 bin tonilatoluk harb gemisi bulundurabilecektir.

Ayrıca geçişten evvel Türk hükûmetine ihbarda bulunulacaktır. Türkiye, 10 bin tonilatodan büyük harb gemilerine, denizaltı ve uçak gemilerine izin vermeyebilecektir. Boğaz limanlarına dostluk ziyareti yapan gemiler tonaj hesabına katılmayacaktır.

Karadeniz’de sahili bulunan devletler, sulh zamanında tonaj ve adet tahdidi olmaksızın; ama teker teker ve en çok iki destroyer ile beraber geçebilecektir. Karadeniz dışında yaptırdıkları veya satın aldıkları gemileri, önceden bilgi vererek gündüz ve satıhtan geçirebilir. Uçak gemilerini bunlar da geçiremez.

Harb zamanı

Kendisinin iştirak ettiği bir harbde, Boğazlar’dan geçişte bütün inisiyatif Türkiye’ye aittir. Kendisinin iştirak etmediği bir harbde, muharib devlet gemilerinin Boğazlar’dan geçişi yasaktır. Türkiye harbde olmasa bile, kendisini yakın harb tehdidi altında hissettiği zaman,  harb gemilerini geçirmeyebilir. Ancak BM’in üçte ikisi uygun bulmazsa, bu tedbirleri alamaz. Boğazlar’dan geçecek sivil tayyarelerin güzergâhı da Türkiye tarafından tesbit edilir.

Montrö, Türk-İngiliz ve Türk-Sovyet münasebetlerinde bir dönüm noktası sayılır. O zaman dünyada oyun kurucu devletlerin başında gelen İngiltere olmasa, bu mukavele imzalanamazdı. 1937’de Karabük Demir Çelik, İngiltere’nin yardımıyla kuruldu. Ardından Türkiye’ye 16 milyon liralık kredi açtı. Bütün bunlar Türkiye’yi Almanya’dan uzaklaştırmak içindi. Sovyetler, bu Türkiye-İngiliz yakınlığından rahatsız olsa da ses çıkarmadı. Montrö, II. Cihan Harbi’nde tarafsız kalabilmesini de temin etti…

Ticaret gemilerinin sağlık haricinde gece gündüz serbestçe geçmesi, kılavuz ve römorkör almanın da ihtiyari oluşu bir risktir. 1994’te Nassia tanker kazasından sonra Türkiye bu hususta -Rusya’nın reaksiyon gösterdiği- bir nizamname hazırladı. 200 metreden uzun gemilerin gece geçişi yasaklandı. Ondan beri de trafik kesafetinden kaynaklanan bir kaza yaşanmadı…

Boğazlar’da üs

Stalin, 10 Şubat 1945’te Yalta’da Roosevelt ve Churchill ile bir araya geldiğinde Boğazlar’ın statüsünü dile getirdi ve Montrö’nün revizyona tabi tutulmasını istedi. Japonya’nın bile Rusya’dan fazla hakka sahip olduğunu; Türkiye’nin bu vasıtayla Rusya’nın boğazını sıktığını söyledi. Roosevelt gayet umursamaz bir tavırla, ABD ve Kanada arasında 3000 millik sınır olduğunu; ama yüz yıldır hiç asker beklemediğini söyleyerek “Siz de umarım böyle olursunuz” deyip geçiştirdi.

Stalin’i kızdırmaktan korkan Churchill, ara formül buldu. “Montrö’de değişiklik lazımdır. Bunu gelecek toplantıda hariciye nazırları ele alsınlar. Rusya, müşahhas teklif getirsin. Türkiye de haberdar edilsin” dedi. Zaten Stalin, bir sene evvel, harbden bunalmış İngiltere’nin bu yolda muvafakatini almıştı. Ona göre “İnönü geçen sene harbe girmeyi reddederek fırsatı kaçırmıştı.”

Churchill tarafından haber uçurulan ABD hükûmetinin 1944’te bu mevzuya dair görüşü şu şekildeydi: “Harbde Rusya’ya yardım edememek Montrö yüzünden değil, Balkanların Alman işgalinde olmasından dolayı idi. Montrö değişir de, Türkiye’nin hâkimiyeti zayıflarsa, Balkanlarda stratejik ve politik muvazene bozulur.”

Bozulan denge

Türkiye, 23 Şubat 1945’te Almanya ve Japonya’ya harb ilan edince, Montrö’nün tadili rafa kalktı. Ama kriz bitmedi. Rusya, Türkiye ile akdettiği 1925 tarihli tarafsızlık ve saldırmazlık paktını 19 Mart 1945’te feshetti. Böylece Türkiye için açık bir düşman hâline geldi. Almanya’nın mağlubiyeti, dünya dengesini bozmuştu.

7 Haziran 1945’te Rusya Ankara’ya nota vererek Kars ve Ardahan’ın terki ve Boğazlar’da Rusya’ya üs verilmesi mukabilinde ittifak teklif etti. Ardından Boğazlar’ın statüsünün, Türkiye, Rusya, Bulgaristan ve Romanya tarafından tesbit edilmesini istedi.

17 Temmuz 1945 tarihinde Potsdam Konferansı’nda Churchill, bu meseleyi Rusya ile Türkiye’nin aralarında halletmeleri gerektiğini söyledi. Rusya’nın, Afrika’daki İtalyan sömürgelerinden pay istemesi, İngiltere’yi ve ABD’yi ürkütmüştü. İkisi de Türkiye’ye arka çıkmaya mecbur oldu. Montrö yerinde kaldı.

Montrö, bugün en çok Rusya’ya yarayan bir mukavele olarak biliniyor. Boğazlar üzerinden yıllarca Suriye’ye yardım gönderen Rusya’nın, Ukrayna ile muhtemel bir harbinde, muazzam deniz gücü sayesinde yine kendisine avantaj temin edeceği biliniyor. Yeni bir su kanalının ise başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkelerin işine geleceği söyleniyor.

Boğaz mı, Kanal mı?

Boğazlar, nakliye kolaylığı temin ettiği için dünyanın iktisadi, siyasi ve sosyal tarihinde mühim inkişaflara sebep olmuş coğrafi mevkilerdir. Marmara Boğazlar’ı belki de bunların en meşhurlarıdır. Boğazlara benzer avantajları elde etmek için suların yakınlaştığı yerde kanallar açmak da eski, ama pahalı bir âdettir.

ME 609’da firavun Neako, Akdeniz ile Kızıldeniz arasında bir kanal açmaya teşebbüs etti, ama yarıda kaldı. Burayı işgal eden Pers Kralı Darius tamamlamaya çalıştı. Ama kanalın suları Kızıldeniz’e ulaşamadı. Akdeniz’den gelen gemilerin yükleri, Heliopolis’de Kızıldeniz’deki gemilere aktarılırdı.

Mısır Valisi Amr bin Âs, 640’da Nil Nehri ile Kızıldeniz arasında kanal açarak Hicaz’da kıtlık çıkmasını önledi. Altı ayda 138 km kazılarak açılan kanal, az sonra bakımsızlıktan kapandı.

Akdeniz ile Kızıldeniz arasında da kanal açmayı düşünen Amr bin Âs’a, Halife Ömer askerî endişelerle izin vermedi. Halife Harun Reşid de aynı şeyi düşündü ise de, Bizans’a Arabistan yolunu açar diye vazgeçti.

Mısır’ı işgal eden Napoléon’un da alakadar olduğu bu proje, 1869’da Süveyş Kanalı adıyla gerçekleşmiştir. Ama o kadar pahalıya mal olmuştur ki, Mısır Hıdivi, bu sebeple Avrupa’dan külliyetli borç almış; ödeyemeyince de 1882’de İngilizler Mısır’ı işgal etmiştir. Böylece zavallı hıdivin başını yiyen kanal, Avrupa sermayesinin işine yaramıştır…

Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci / Türkiye Gazetesi

adminadmin