Kültür
Giriş Tarihi : 11-02-2018 15:00   Güncelleme : 11-02-2018 15:10

Bölücülük için tek yol silah değil: Entelektüel Terör

Türkiye’nin özellikle son on yılda hız kazanan değişim ve dönüşüm süreci, oldukça sıkıntılı toplumsal olgular yarattı. Askeri vesayetle mücadele, sermaye sahiplerinin ekonomik güç ve medya yoluyla kurduğu tahakküm düzenine direniş, 30 yıl boyunca binlerce insanımızın hayatına mal olan Kürt meselesine çözüm arayışı, bürokrasi çetelerini tasfiye gibi birbirinden ağır yüklerin altına giren AK Parti iktidarı, yürüttüğü politikaların negatif yansımalarıyla da boğuşmak zorunda kaldı. Cumhuriyet mitingleri, Doğu illerimizdeki provokasyonlar, askeri vesayet, Gezi Parkı olayları, FETÖ’nün yargı operasyonları vb. bu yansımaların birer örneğiydi.

Bölücülük için tek yol silah değil: Entelektüel Terör

Topraklarımızda cirit atan ajanlar

Bahse konu süreçte yalnızca iç değil, dış kaynaklı sorunlarla da mücadele edildi. Yanı başımızdaki Suriye savaşı ve onun gölgesinde Türkiye’yi güneyden kuşatma amacıyla oluşturulmaya çalışılan terör koridoru bu sorunların en büyüğüydü. Malum koridoru açmak için Türkiye’yi sindirmeleri gerekiyordu ve bu amaçla çok kan akıttılar; sayısız masum canlı bombaların hedefi oldu, HDP’nin öncülüğünde yürütülen “hendek siyaseti” yüzünden birçok şehirde yaşam çekilmez hale getirildi.

Yine bu süreçte, yaratılan karmaşanın kaldırdığı toz dumana gizlenen çok sayıda yabancı ajan/istihbaratçı, içerideki destekçileriyle birlikte topraklarımızda çeşitli faaliyetlere girişti. Bunların bir kısmı tespit edilip tutuklandı, bir kısmı sınır dışı edildi. Kimi isimler için ABD ve Almanya gibi ülkeler ayağa kalktı; açılan davalar hâlâ sürüyor.

Muhalefet mi düşmanlık mı?

Memleketin içeriden ve dışarıdan göstere göstere kuşatıldığı bu dönemde, en az Türkiye düşmanları kadar zararlı faaliyetlere girişen bir kesimin, “entelektüellerin” ihanetiyle de karşılaştık. Aydın, sanatçı, akademisyen, doktor vb. sıfatıyla öne çıkan (bu sıfatların içini ne kadar doldurdukları ayrı bir tartışma konusu elbette) isimlerin bir bölümü, ideolojik bağımlılıklarından kurtulamayıp, sırf muhalif kimliklerine halel gelmesin diye “Türkiye karşıtı cephenin” gönüllü erleri olmayı seçti. Türkiye ne zaman iç ya da dış kaynaklı bir bölücülük faaliyetiyle karşılaşsa bu cephenin cansiperane feryadıyla karşı karşıya kaldı.

Terörle mücadeleye ‘savaş’ diyorlar

Türk Ordusunun Afrin’i terör unsurlarından temizlemeye yönelik başlattığı Zeytin Dalı Harekâtı, “entelektüel” cepheyi ayağa kaldıran son büyük hadise oldu. Harekât başladığından beri en çok ses getirdikleri (ya da halkta nefret uyandırdıkları mı demeliyiz?) eylem, Türk Tabipler Birliği’nin (TTB) sitelerinde yayınladıkları “Savaşa Hayır” bildirisiydi. Bir ülkenin en tabii hakkı olan terörle mücadeleyi “savaş” olarak nitelendirecek kadar vatan bilincinden uzak kişilerin 24 Ocak’ta kaleme aldıklarını hatırlayalım:

“Biz hekimler uyarıyoruz:

Savaş, doğada ve insanda tahribat yapan, toplumsal yaşamı tehdit eden, insan eliyle yaratılan bir halk sağlığı sorunudur.

Her çatışma, her savaş; fiziksel, ruhsal, sosyal ve çevresel sağlık açısından onarılmaz sorunlara yol açarak büyük bir insani dramı da beraberinde getirir.

Yaşatmaya ant içmiş bir mesleğin mensupları olarak, yaşamı savunmanın, barış iklimine sahip çıkmanın birincil görevimiz olduğunu aklımızdan çıkarmıyoruz.

Savaşla baş etmenin yolu, adil, demokratik, eşitlikçi, özgür ve barışçıl bir yaşam kurmak ve bunu sürekli kılmaktır.

Savaşa hayır, barış hemen şimdi!”

Kobani tiyatrosunda memleket düşmanlığı

TTB’nin ve onlara destek veren kesimlerin, bir milli güvenlik meselesini fevkalade romantik biçimde ele alan, YPG-PYD-YPJ-SDG gibi sürekli yeni kılıflar geçirilen ama özünde PKK olan terör örgütünün adını bile anmayan bu bildirisi ilk değil. Suriye’deki terörist unsurların diğer terörist unsurlarla olan “vitrinlik” kavgasını da benzer söylemlerle “eleştirmiş”, o arada her nasılsa tüm yaşananların Türkiye’nin suçu olduğu iddiasını da araya sıkıştırmışlardı. 1 Temmuz 2015’te yayınlanan “savaş karşıtı” bildiride şu satırlar yer alıyordu:

“Türkiye bir kez daha savaş sınavı ile karşı karşıya. 13 yıllık iktidarı boyunca, iç politikada her sıkıştığı zaman savaş/tezkere kartını Türkiye halkının önüne koyan AKP, şimdi de gerek 7 Haziran seçimlerindeki gerilemesini, gerek ekonomide giderek olumsuzlaşan tabloyu dikkatlerden kaçırmak, gündem değiştirebilmek umuduyla, bir kez daha bu silaha sarıldı.

(…)

Tüm siyasi aktörleri, tüm sorumluları savaş politikalarından uzak durmaya çağırıyoruz. En örgütlü şiddet olan savaşla baş etmenin yolu, adil, demokratik, eşitlikçi, özgür ve barışçıl bir yaşam kurmak ve bunu sürekli kılmaktır.

Tüm yurttaşları savaşın neden olduğu insanlık dışı felaketleri görmeye, hatırlamaya, savaşa karşı direnmeye davet ediyoruz.”

Teröristlere sağlık hizmeti verildi mi?

Bildiri, işin yalnızca küçük bir bölümü. TTB, 2014’ten itibaren güney sınırımızda kalan bölgelere tıbbi destek de sağlıyor. Bu desteği sağlarken masum sivillerle teröristleri birbirinden ayırıp ayırmadıklarına dair bir veri yok elimizde. Fakat o tarihlerde gerçekleştirdikleri “Hekimler İstanbul’dan Kobani’ye barış zinciri örüyor” tipi eylemleri ve bu eylemler esnasından takındıkları “şahin” tavırları göz önüne getirdiğimizde böyle bir hassasiyet gösterdiklerine dair çok da ümitvar olamıyoruz. Peki suç bizde mi? TTB ve destekçileri gerçekten ve sadece insani güdülerle hareket ediyor da biz mi ideolojik bakış açımızı kıramadığımız için yaşananlara taraflı bakıyoruz?

Bildiride tek eksik var: PKK

Bunu test etmek hiç zor değil. Ama önce aşağıdaki 2 Eylül 2015 tarihli bildiriye bir göz atalım:

“Türk Tabipleri Birliği olarak kimden gelirse gelsin, başta meslektaşımız Dr. Abdullah Biroğul olmak üzere sağlık çalışanlarına ve sivillere yönelik tüm saldırıları ve cinayetleri, şiddeti faillerine bakmaksızın, amasız, ancaksız dün olduğu gibi bugün de hiç tereddüt etmeksizin nefretle kınıyoruz.

Bu terör eylemiyle yaşamdan koparılan Dr. Abdullah Biroğul’un ailesi, sevenleri ve çalışma arkadaşları başta olmak üzere, tüm halkımıza baş sağlığı diliyoruz. Acımız derin, öfkemiz büyüktür.

Bu ortamda Türk Tabipleri Birliği olarak defalarca yaptığımız çağrıyı bir kez daha tekrarlıyoruz. Bütün çatışmalar bir an önce sonlandırılmalıdır. Yaşam hakkı, en önde gelen insan hakkıdır.

Barışı isteyen, özleyen herkes adına haykırıyoruz: Parmağınızı tetikten çekin! Barış katliamlarla gelmez!”

Okuduğunuz satırlarda neyin eksik olduğunu bulamadıysanız biz söyleyelim: PKK. Pek değerli Tabipler Birliği, bir meslektaşlarının katledilmesini “amasız ve ancaksız” kınamış, fakat kimi kınadıklarını yazmayı unutmuşlar! PKK’lılarla DEAŞ’lılar güya çatışırken olan biteni hayali bağlantılarla Türkiye’ye yıkanlar, PKK’nın gözlerinin içine baka baka işlediği cinayetleri görmemek için atmadık takla bırakmadı.

Silaha değil, ‘teröre yönelen silaha’ karşılar

Öte yandan, TTB’nin yönetici kadrosundan kimi isimler bireysel olarak da teröristlere sempatiyle yaklaşmayı tercih etti. Geçtiğimiz hafta gözaltına alınan Hande Arpat onlardan biri. Bir tweet’inde “#Kobane’ye göz diken tüm IŞİD çetelerinin bir an evvel hurilerine kavuşmasını diliyorum; sorgusuz sualsiz ve evet bir hekim olarak” yazan, ellerini silah üzerine koymuş yemin eden kadın terörist fotoğraflarını beğenen Arpat’a şunu sormak gerekiyor: Siz genel olarak silaha mı, vatandaşı olduğunuz ülkenin teröristlere yönelttiği silaha mı karşısınız?

Entel terörizmi

TTB’yi bir kenara bırakalım ve geçen sayımızda da yine Afrin operasyonu karşıtı tavırlarına yer verdiğimiz bazı “aydınların” Kobani Olayları esnasında yazdıklarını anımsayalım. Ayşe Hür, Ayhan Bilgen, Prof. Dr. Ahmet İnsel, Ahmet Tulgar, Prof. Dr. Ali Nesin, Prof. Dr. Baskın Oran, Cafer Solgun, Cengiz Çandar, Erkan Can, Fehim Taşdekin, Garo Paylan, Gaye Boralıoğlu, Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, İhsan Eliaçık, Koray Çalışkan, Mahir Günşiray, Meral Tamer, Nuray Mert, Osman Kavala, Oya Baydar, Selim Temo, Şebnem Korur Fincancı, Vedat Türkali, Ufuk Uras gibi onlarca isim, uluslararası kamuoyunda “Türkiye teröre destek veriyor” algısını yerleştirmeye çalışanlara omuz verirken hiç ama hiç utanmadan şu satırların altına imza koymuşlardı:

“Başta ABD olmak üzere, Ortadoğu’da siyasi hegemonya peşinde olan bölgesel ve uluslararası tüm güçlerin yarattığı bu ucube siyasi oluşumun büyümesinde, bölgesel hegemonya peşinde olan Türkiye’nin siyasi hesaplarının da rolü olduğu inkâr edilemez. Bir yandan Kürtler ile müzakere başlatan Türkiye, diğer yandan Kürtlerin Suriye’deki kazanımlarını boğmak için arayışlara girdi, gerici güçlerle işbirliği yaptı. IŞİD’in Kobani saldırısı, bölgede ve Türkiye’de yaşanan siyasal-toplumsal krizlerin kesişme noktasıdır. Türk hükümeti IŞİD’den kaçanlara insani yardım sağlayarak siyasi sorumluklarını göz ardı edemez.”

Siyasi muhalefet neyinize yetmedi

Hepsine yer vermeye kalksak sayfaların yetmeyeceği tüm bu bildiriler, mektuplar, makaleler, konuşmalar ve tweet’ler şu acı gerçeği yüzümüze bir kez daha çarpıyor: Türkiye’nin okumuş yazmış, sanatçı, “entelektüel” kesimi, uzun zamandır bilerek ya da bilmeyerek teröre hizmet eden davranışlar sergiliyor. Yalnızca siyaseten muhalefet etmekle yetinmeyen, Türkiye’nin içine sokulmaya çalışıldığı ateş çemberine odun taşıyan bu isimleri halk elbette unutmayacak ve affetmeyecektir. Ancak bu mesele, kimilerinin önerdiği gibi yalnızca vicdanlarda halledilemez. Çünkü terör yalnızca silahla yapılmıyor.

Turgay Bakırtaş

http://www.gercekhayat.com.tr

 

adminadmin