Analiz
Giriş Tarihi : 09-08-2019 09:29   Güncelleme : 09-08-2019 09:29

Bu ülke fiilen işgal edil-e-medi ama Zihnen işgal edildi!

Muasır medeniyet seviyesine ulaşmak”tan sözediyorlardı; hatta sanki dalga geçercesine “muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkmak”tan dem vuranlar bile çıktı!

Bu ülke fiilen işgal edil-e-medi ama  Zihnen işgal edildi!

Zıpçıktı, türediler!

Türedi, diyorum; kendini, ruhköklerini inkâr edenler, bırakınız muasır medeniyet seviyesinin üstüne filan çıkmayı; intihar ederler sadece, intiharın eşiğine sürüklenirler.

KÜLTÜREL İNKÂR’IN KÜLTÜREL İNTİHAR’LA SONUÇLANMASI KAÇINILMAZ!

Köksüz ağaç meyve vermez. Ne güzel sözdür bu öyle! Ne kadar derin ve hikmetli!

Bir ülke köklerini inkâr ederse, başkalarının hizmetine girer, gönüllü acentasına ve kölesine dönüşür. Kendini inkâr, önce aşağılık kompleksine sürükler genç kuşakları; sonra da entelektüel melekelerin iflas etmesine, zihnî felçleşme ve nihayet zihnî köleleşme yaşanmasına yol açar kaçınılmaz olarak.

Bir ülke köklerini inkâr ederek insanlığın önünü açacak bir gelecek inşa edemez!

İnsanlığın önünü açmayı geçtim, varlığını bile sürdüremez!

Hep söyledim; her zaman da söylemeye devam edeceğim: Bu ülkenin zihin ve hayal dünyasının en parlak isimlerinden Ahmet Hamdi Tanpınar, Türkiye’de yaşanan Batılılaşma tecrübesini “kültürel inkâr” olarak tarif etmişti. Ülkemizin en parlak sosyal teorisyenlerinden Şerif Mardin ise, Tanzimat’la başlayan Cumhuriyet’le sürdürülen modernleşme projesini, “Türklerin İslâm kültüründen uzaklaştırılması” olarak tanımlamıştı.

Tanpınar’ın da Şerif Mardin’in de seküler isimler olduğuna özellikle dikkatinizi çekmek isterim.

İşte bu kültürel inkâr, bizi kültürel intihar sürecinin eşiğine fırlattı.

Tanzimat’la başlayan ön-modernleşme projesi, Cumhuriyet’le birlikte laiklik projesine ve prangasına dönüştürüldü; toplumun anlam haritaları dinamitlendi: Bin yıllık bir çileyle yoğrulan Müslüman ruhumuzun yerle bir olmasına yol açan epistemolojik kırılma ve ontolojik kopuş yaşandı: Müslüman zihnimiz, düşünme melekelerimiz yitirildi; Müslümanca yaşama zeminimiz, habitus’umuz ve gökkubbemiz yok edildi.

Türkiye’de kurulan laik devlet, her alanda İslâm’danarındırıldı! Osmanlı’nın benzersiz bir medeniyet tecrübesi geliştirmesini mümkün kılan bütün İslâmî anlam haritaları, ülkenin bütün kurumlarından sökülüp atıldı!

BU ÜLKENİN ÇOCUKLARINI DAHA FAZLA APTALLAŞTIRMAYIN LÛTFEN!

Cevabını vermemiz gereken ama vermediğimiz, bu kafayla giderse aslâ veremeyeceğimiz soru şu: Türkiye’de yapılan laik devrimler, bizim medeniyet iddialarımızı inkâr etti; bizi muasır medeniyetler seviyesine çıkarmadı; aksine bizi muasır medeniyetin ileri karakolu, uydusu yaptı; bizi bizden, bizi biz kılan ruhköklerimizden ve anlam haritalarımızdan uzaklaştırdı ve tastamam intiharın eşiğine sürüklenmemize yol açan bir çıkmaz sokağın eşiğine fırlattı.

Şimdi soruyu sorabiliriz: Türkiye, eğer emperyalist Batılıların işgal ettiklerinde yapmaya bile cesaret edemeyecekleri cinayetleri işleyecek idiyse (yani bu ülkenin kültürel dinamiklerini dinamitleyerek, medeniyet iddialarını terkederek ve anlam haritalarını yok ederek kendi ayağına kurşun sıkacak idiyse) biz ne diye -kime ve ne’ye karşı- kurtuluş savaşı verdik ki?

Bu ülkenin çocuklarını daha fazla aptallaştırmayın lütfen!

TÜRKİYE, FİİLEN İŞGAL EEDİL-E-MEDİ, ZİHNEN İŞGAL EDİLDİ!

Bu ülke Batılılar tarafından fiilen işgal edil-e-medi ama zihnen işgal edildi.

Bu zihnî işgal sürüyor hâlâ!

Millî Eğitim Bakanlığı’nın (MEB), tepe bürokrasinde tam bir kıyım yaşanıyor!

En son Talim Terbiye Kurulu Başkanı Alpaslan Durmuş görevden alındı. Niçin acaba? Gerekçesi ne peki?

Bakan, normal şartlarda, elbette ki, çalışacağı bürokratları kendisi seçer. Fakat burada normal bir durum yok!

Şöyle ki: Bu ülkeyi muhafazakâr bir parti yönetiyor. Ama eğitimin en kilit kurumlarından birinin başındaki kişi alınıyor, yerine “tuhaf” biri atanıyor!

Görevinden alınan Alpaslan Durmuş, bu ülkede eğitim teorisi, felsefesi konusunda kafa patlatan, ayrıca da meselelere medeniyet perspektifiyle bakan donanımlı bir entelektüel ve iyi bir yönetici.

Yerine atanan kişi ise, iktidardaki muhafazakar partinin temel felsefesine meydan okurcasına “İlahiyat mezunlarına formasyon verilmesi, ülkeyi kırk yıl geriye götürür” diyen biri!

Ürpertici bir söz bu! Demek ki, İslâmî ruh köklerinden ve medeniyet dinamiklerimizden beslenen yeni İbn Arabî’ler, Yunus’lar, Sinan’lar, Itrî’ler yetiştirecek imajinatif bir eğitim sistemi kurma hayallerimiz —üstelik de bir İslâmî-muhafazakâr iktidar döneminde, hayal olacak, suya düşecek yani!

Biz ne için nefes alıp veriyoruz ki, bizim önümüzü açacak, insanlığın yükünü omuzlarında taşıyacak öncü bir kuşak yetiştirecek köklü ve güçlü bir eğitim sistemi kuramayacaksak eğer!

Yeni atanan Talim Terbiye başkanının bu tür sözlerine bakarak söylüyorum: Bu ülkede dişimizle tırnağımızla, onca çileyle, mücadeleyle elde ettiğimiz vazgeçilmez kazanımlarımız buharlaşacaksa, vay halimize bizim!

EĞİTİM VE AİLE, MİLLÎ GÜVENLİK MESELESİ!

Eğitim, kültür, aile, şehircilik bakanlıkları bu ülkenin geleceğini inşa edecek insan sermeyesini, entelektüel sermayemizi yetiştirecek hayatî kurumlara çeki düzen veren bakanlıklar. Eğer bu kurumlar, bu toplumun ruhköklerini, medeniyet iddialarını dinamitlemeye ant içmiş baronik, masonik, celladına âşık Batıperest kişilere teslim edilecek olursa, bizim bağımsızlığımızı koruyabildiğimizden nasıl söz edebilir miyiz ki!

Eğitim, kültür, medya, şehircilik, gençlik ve aile sorunları bu ülkenin güvenlik meselesi olan en hayatî sorunlarıdır. Bütün bu alanlarda medeniyet dinamiklerimiz doğrultusunda bir gelecek inşa etmemizi sağlayacak köklü, donanımlı, uzun soluklu ve çaplı adımlar atamazsak, Batılılar tarafından fiilen işgal edilmeyen bu ülkenin zihnen işgal edilmesinin önüne geçemeyeceğimizi iyi bilelim, derim.

Eğitim, kültür, medya, şehircilik, gençlik ve aile meselelerinde istiklal ve istikbal mücadelesini kaybedersek bu ülkenin istiklal ve istiklal mücadelesini kazanamayız hiç bir zaman.

Vesselâm.

Yusuf Kaplan / Yeni Şafak

adminadmin