Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 09-08-2016 09:16   Güncelleme : 09-08-2016 09:16

Bütün İhtilal Ve Darbelerin Kaynağı Kamalizm’dir

15 Temmuz 2016 darbesi hiç olmamış gibi yine aynı nakarat söylenir oldu. “Atatürk ilke ve devrimleri hürriyetin özgürlüğün temelidir” Bu yalan, devamlı surette konuşulup tartışılıyor.

Bütün İhtilal Ve Darbelerin Kaynağı Kamalizm’dir

 Hâlbuki durum tam tersi olup hürriyet ve özgürlüğün önündeki en önemli engel M. Kamal’ın adını verdiği ideoloji olan Kemalizm’dir.

Tarih, bu iddiamızı destekleyen yüzlerce delille doludur. Sadece birkaç tanesini ifade etmek yeterli olacaktır. Bu konuda akademik çalışmaların yapılma zamanı gelmiş de geçmektedir. Hiçbir ideolojiye bağlı kalmaksızın bilimin namusunu koruyarak yapılacak çalışmalara mehaz olması açısından bu yazının oldukça önemli olduğunu düşünüyorum.

M. Kamal’ın fikirlerinin olgunlaştığı ve yeşerdiği yer; Selanik toplumudur. Halkının büyükçe bir kısmının Yahudi olduğu Osmanlı kenti Selanik’te “dönme” adı verilen Sabetaycı aileler de hatırı sayılır bir kitleyi oluşturuyordu. Zaten “masonik” yani gizli ve sinsi yapılar daima bu şekilde bir toplum yapısı olan bölgelerde güçlenip palazlanırlar.

Nitekim M. Kamal’de Selanik halkının bu toplumsal yapısından etkilenmiş daima Halife olan Padişah’a isyan duygusu taşımıştı. Daha öğrencilik yıllarında II: Abdülhamit’e karşı isyan etmekle suçlanarak cezalara çarptırılmıştı. Fakat sınıf arkadaşı Ali Fuat (Cebesoy’un) paşa babası sayesinde büyük cezalardan kurtulmuş hatta Kurmay subay olmayı dahi başarmıştı. Bu noktada Selanik toplumunun kendini gizlemede ve yöneticilere karşı şirin göstermede gelmiş olduğu seviye ve beceri onu bu vartadan kurtaran sebepler arasındadır.

M. Kamal, subay hem de erkan-ı harp zabiti olmasına rağmen isyankar tavrından vazgeçmemişti. Nitekim Suriye’de görev yaptığı esnada çeşitli yasa dışı derneklere girmiş bir söylentiye göre bizzat kuruculuğunu üstlenmişti. En sonunda bulunduğu birlikten firar ederek Makedonya’ya geri dönmüştü. Bunu neyle becermiş ve ordudan atılmadan görevine nasıl devam etmiş bu bir muammadır. Fakat bilinen ve gün yüzüne çıkan bilgilerden devamlı surette mason teşkilatları tarafından korunup kollandığı aşikardır. Diğer taraftan Osmanlı Devletinin darbe yılları ve İttihatçılar ile Hürriyetçilerin devamlı surette iktidarı birbirinden gasp ettikleri karışık bir dönemden bahsettiğimize göre; böylesine büyük bir suç yani ordudan firar ederek göreve devam etmek demek ki o tarihlerde mümkün olabilmektedir.

Balkan Savaşları ve Trablusgarp Savaşları esnasında M. Kamal’den pek söz edilmez. Çünkü sonucunda başarısızlık olduğu için bu konuda yazı yazma gereği dahi duyulmamış M. Kamal’in bir erkan-ı harp subayı olarak bu savaşlar esnasında nasıl bir rol üstlendiği araştırılmamıştır. Sadece Balkan Savaşı esnasında başarısız Tekirdağ çıkarmasından kısaca bahsedilir ve M. Kamal’in acele etmesinden dolayı başarısızlıkla sonuçlandığı ve büyük bir zayiat verildiği ifade edilmiştir.

31 Mart isyanını bastırmakla görevlendirilen Hareket Ordusunda görev alan M. Kamal, İttihatçı subaylarla anlaşamayarak ayrı bir hizip ve cunta içine girmiştir. Nitekim Enver Paşa askeri yönetimin başına geçince farklı cuntadan olduğu için M. Kamal’a gün yüzü göstermemiştir.

Buna karşılık M. Kamal, fevkalade yetenekleri ve dehası sayesinde Osmanlı Generali olmayı başarmıştır. Çanakkale savaşlarında sonradan komutanı olduğu 57. Alay’ın tamamen şehit olması ve M. Kamal’ın sağ olarak kurtulması harp tarihinde eşine ender rastlanan olaylardan bir tanesidir. Fakat sonuçta komutanların ve yöneticilerin gözüne girmiş ve önce 7. Ordu komutanı ve daha sonra da Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığına kadar yükselebilmiştir.

Birinci Dünya savaşında yenilgi yaşadığımız tek cephe olan Filistin’de, M. Kamal hakkında çok ciddi suçlamalar olmakla birlikte bu suçlamalara karşı ciddi bir bilimsel çalışma üretilememiştir. Zira 7. Ordunun General Allenby’nin saldırısını önceden istihbar ettiği halde Doğusundaki 4. Orduya ve Batısındaki 8. Orduya haber vermeden çekilmesi, Filistin cephesinin çökmesine neden olmuştur. Allenby, 46 bin kişilik ordusu ile birkaç hafta içinde Adana önlerine kadar gelmiştir. Türk ve İslam tarihinde böyle dehşetli bir bozgun yaşanmamıştır. Zira Gazze’de defalarca İngilizleri yenen bu ordu 400 binden fazla kayıp ve esir vererek geri çekilmekle kalmamış Mondros mütarekesinin imzalanmasına yol açmıştır.

Mondros Ateşkes antlaşması Almanların savaştan çekilmesinden önce olmuştur. Önce Bulgaristan ateşkes istemiş daha sonra Osmanlı Devleti Filistin Cephesinin çökmesinden dolayı ateşkese boyun eğmiştir. Yani söylendiği gibi Almanlar mağlup olmuş ve savaşı terk etmiş bizde bu yüzden savaştan çekilmiş değiliz.

Filistin bozgunundan sonra idamla yargılanması istenen M. Kamal, bu vartadan da kurtulmuş işgal yıllarında hükümette görev almak istemiştir. Fakat İngilizler ile olan iyi ilişkilerini bilen Vahdettin, yaveri olan M. Kamal’i Kuva-i Milliye hareketlerini denetlemek ve kontrol etmek üzere Anadolu’ya hatırı sayılır bir komuta heyeti ve para ile birlikte göndermiştir. Darbecilerin en önemli özelliklerinden bir tanesi devirecekleri kişilerin çok yakınlarına ulaşmak hatta mümkünse yaveri ve özel kalemi olmayı başarmaktır. Tarih bir kere daha bu konuda tekerrür etmiş 15 Temmuz’da Cumhurbaşkanı ve Genel Kurmay başkanlarının en yakınlarına sinsi ve gizli bir örgüt olan Feto’nun adamları ulaşmışlardır.

Krizleri fırsata çevirmesini iyi bilen M. Kamal, Erzurum’da General Kazım Karabekir’i de emri altına alarak Kuva-i Milliye hareketinin başına geçmiştir. İstiklal Savaşında başarıları ile öne çıkan başta Ethem kardeşler olmak üzere bütün muhaliflerini bir bir alt eden M. Kamal, Yunanlıların yenilgiye uğramasından sonra otoritesini kuvvetlendirmeyi bilmiştir. Sonunda ani bir kararla Cumhuriyet’i ilan ederek Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Bundan sonra muhalifler, ya ev hapsine sokulmuş veya yurt dışına kaçarak canlarını kurtarmışlardır.

Zira Otoriterlikten taviz vermeyen M. Kamal, Terakki Cumhuriyetperver Fırkasını kendisine güçlü bir rakip olarak gördüğü için “İzmir Süikastı” bahanesi ile kapatmış İttihatçı gelenekten gelen muhaliflerini bu dava sonucunda idam ettirmiştir.

Osmanlı devrinde çok partili hayata alışan ve bunu Cumhuriyet devrinde de sürdürmek isteyen halkın talepleri, bizzat M. Kamal tarafından reddedilmiştir. Daha sıkı bir otoriter yönetim kurulmuş ve 1938 yılında  M. Kamal ölene kadar “tek parti cumhuriyeti” devam etmiştir. Muasırları olan Hitler ve Mussolininin M. Kemal’den etkilenmediğini ve ilham almadığını kimse söyleyemez. İşte ideolojisi tamamen M. Kamal’in hayatından alınan “Kamalizm’in” en büyük özelliği hürriyet ve özgürlükleri ortadan kaldırmak ve jakoben bir anlayışla hareket etmek olmuştur. “Halk için halka rağmen” anlayışı en net bir biçimde M. Kamal’in yönetim anlayışında kendisini göstermektedir.

İşte bu darbeci ve kendi ifadelerine göre ihtilalci yöntemin özü budur. İnsan hakları, din ve vicdan özgürlüğü başta olmak üzere bütün özgürlükler kısıtlanmış “dostlar alışverişte görsün” misali müsaade edildiği kadar küçücük bir hürriyet verilmiştir.

27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 ve 15 Temmuz 2016 darbelerinin ortak özelliği hep bu Kamalist anlayış olmuştur. Zira onlar ilhamlarını bizzat M. Kamal’in hayat hikayesinden almışlar halkı adam etmek için gerekirse silah kullanmayı zorunlu görmüşlerdir. Her darbeden sonra halkın özgürlük ve hürriyet aşkını engellemek maksadıyla vesayetçi anayasalar icat etmişler kendilerinden başka hiçbir fikir ve düşüncenin yaşam alanı bulmasına müsaade etmemişlerdir.

15 Temmuz 2016 tarihi bu coğrafyada yaşayan bütün halklar için bir milat olmuştur. Artık kanıyla, canıyla, dişi tırnağı ile özgürlüğünü kazanan bir toplumun önünde hiçbir top tüfek duramaz. Daima 15 Temmuz akıllarına gelecek ve “jakoben” ve “baskıcı” yönetim anlayışından vaz geçeceklerdir. Bu vesile ile 15 Temmuz’da şehit düşmüş bütün vatanseverler için Allah’tan rahmet diliyorum…  

adminadmin