Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 23-08-2012 15:55   Güncelleme : 23-08-2012 15:55

Büyük şiir, soylu aşk

Şiir, gücünü ve güzelliğini öncelikle aşktan alır

Büyük şiir, soylu aşk
Şiir, gücünü ve güzelliğini öncelikle aşktan alır.
 
Gerçek ilham, güçlü sezgi, ufukların ötesine uzanan bir ileri görüşlülük, sorumluluk duygusu, hassasiyet, sağlam bir dil bilgisi ve sevgisi, tüm bunların üzerine titiz bir emek diyelim şiirin öteki bazı unsurlarıdır. Fakat aşk, tek başına bunların hepsinden daha temel bir dokudur şiirde. Hatta aşk, çoğu kez bu saydığımız vasıf ve melekelerin de mayasında yer alır.
 
Büyük şiir, tarih boyunca gücünü daima büyük aşktan almıştır. Bunu yeryüzünün en eski ve büyük edebiyatlarından da biliyoruz. Şiirin atası sayabileceğimiz en eski şarkılardan, destanlardan, türkülerden yükselen ses, aşkın sesidir. Evet, aşk kadar savaşı ve kahramanlığı da; trajediyi de görürüz destanlarda, ama o kahramanlara da yol gösteren, eşlik eden daima aşktır.
 
Binlerce yılın kadim efsanesi Leyla İle Mecnun, Arapçadan taşarak Farsçada ve özellikle Türkçede, Genceli Nizami’den Fuzuli’ye, oradan Sezai Karakoç’a kadar şiirimizin tarih içinde uzayan altın zincirinin halkalarını oluşturan nice büyük şairlerce, şiir söylemenin bir zemini olarak kullanılmışsa, hikâyenin merkezindeki büyük aşk sebebiyledir. Aynı şeyi Hüsrev’ü Şirin, yahut Anadolu’daki biçimiyle Ferhat İle Şirin ve benzerleri için de söyleyeceğiz.
 
Günümüz Türkçesinin kurucu şairi Yunus Emre’yi de, medeniyetimizin tartışmasız en büyük sanat adamlarından Mevlana Celaleddin’i de o büyük ve soylu aşkı terennüm ederken görüyoruz.
 
Dante Aligheri’nin Yeni Hayat adlı eseri ise adeta Batıda teşekkül etmiş bir Leyla ile Mecnun’dur. Büyük Alman şairi Rilke’nin Salome’ye, yahut çağdaş Fransız şairi Luis Aragon’un Elsa’ya olan aşkı, aşk-şiir ilişkisinde hemen akla geliveren sayısız örnekten birkaçıdır.
 
Şunu söylemeye çalışıyorum: Büyük şiir, büyük ve soylu aşkla beraberdir. Aşkın yozlaştığı, anlamından uzaklaşıp çürüdüğü yerde, bu çölleşmeye paralel şiirin de özsuyu kurumakta, sesi kısılıp ışığı sönmektedir.
 
Modern Türk şiirinin önemli açmazlarından biri, modern insanın aşk algısındaki büyük kırılmadır. En kısa biçimde bir aşksızlaşma, aşka yabancılaşma olarak ve gerçek soylu aşkın yerini aşka benzeyen fakat aşkın soylu tabiatından ve onun insan ruhunu yüceltici atmosferinden mahrum yoz ilişkilerin almış olması diye tasvir edebileceğimiz bu kırılma, sadece algıda bir kayma değil, yaşantıya da taşmış, yaşama biçimine dönüşmüş durumdadır. Modern zamanların aşk tasavvuru, insanlık tarihi boyunca bütün kültürlerde, bilhassa bizim kültürümüzde sarsılmaz bir saltanatı olduğunu düşündüğümüz gerçek aşkın sarayını yıkıp yerine gecekondu kurma girişimidir.
 
Kanaatimce çağımızdaki bu aşktan uzaklaşma hali, insanlığın büyük düşüşlerinden biridir. Adeta soylu ve zenginken cahil bir yoksula dönüşme, deyimdeki karşılığıyla attan inip eşeğe binme halidir bu durum, hatta daha kötüsü düpedüz yaya kalıştır. Gönülden yana yaya olma hali, aşkla kanatlanacak kalbin yerlerde sürünmesi durumudur bu.
 
Şairin aşk algısındaki bu modern yara, günümüz şiirine de bir izdüşüm olarak birebir yansımaktadır. Bir “modern zamanlar insanı” olarak şair, manevi güçlerini, ruhunu ve gönlünü, zihnini ve dilini bu yayalıktan kurtarabildiği ölçüde has şiire yaklaşacak; onun şiire yaklaşabilmesi ölçüsünde aşk da terk ettiği yurduna geri dönecek, gönüller şenlenecektir.
 
Çizmeye çalıştığım bu tablo çerçevesinden modern Türk şiirine bakınca ne gördüğümü hemen söylemeliyim: Bir yanda şişirilmiş bir kalabalık gibi akılsızca çırpınan, aşkı yitirdiği için adeta her şeyini yitirmiş olan paçavralar içindeki bir yayalar güruhu, öte yanda ve önde kanatlı atlara binmiş bir avuç süvari!
 
Modern Türk şairi, insanlık tarihine büyük ve unutulmaz katkılar sunmuş olan atalarının mirasını; bu yüklü mirasın en kıymetli mücevheri olan aşkı tevarüs etmeyi bilmek zorundadır. Bunu hem kendini yeniden üretmek suretiyle geleceğe taşıyabilmek için hem de şiir sanatını sürdürebilmek için başarmak zorundadır.
 
Sıradanlaşmak ölümdür. Ölümsüzlük ise sıradanlıktan şiddetle kaçışta ve fakat asla marjinal olmada değildir. Aksine en merkezde olmakla, sanatına, toplumuna ve insanlığa karşı tarih ve Allah önündeki sorumluluğunu en yoğun yaşamakla, kendini gerçekleştirmek ve yeniyi üretebilmek için mümkün olan en geniş zamanlı bir mirastan, en büyük payı alma yolunda, en çok çalışmakla mümkün olabilecektir.
 
Evet, şair bir bakıma “en”lerin insanıdır, aşkın en güçlü terennümü ondadır, toplumların ruhunu harekete geçiren, insanın yeniden inşa edilmesinde en temel harcı karan, yarayı saran, dili onaran da yine odur.
 
20. yüzyıl modern Türk şiiri ve aşk ilişkisi denince büyük şiir adına; bizi terk etmiş olan gerçek aşkın geri dönüşü ve toplumumuzun geleceği adına umutlarımızı yeşerten bir şaheserden, Sezai Karakoç’un “Leyla İle Mecnun/Şiirler V” adlı eserinden uzun ve yeni bahisler açmamız gerekiyor. Soylu aşk şiiri denince günümüzde elli yıldır akla Monna Rosa şiiri geliyor, ancak kanaatimce bu şiir, “Şiirler V- Leyla İle Mecnun”a sadece bir giriş olabilir. Hazinenin kapısına ulaşan, içeriye girmeyi de bilmelidir.
 
Genç şiirin cılızlaşmış; cılız olduğu için öfkeye kapılıp hırçınlaşmış sesi, genç şairin aşkı anlama ve yaşama biçimindeki yüzeyselliğin acıklı sonucundan başka bir şey değildir.
 
Öncelikle büyük şairlerimizin Leyla İle Mecnun’u her çağda kendi özgün sesleriyle söylemiş olmaları üzerinde düşünmemiz gerekiyor. Ve hemen, bugünden geçmişe doğru bu sahadaki belli başlı eserleri oturup döne döne okumamız, ruhumuzu besleyip, gönlümüzü onarmamız gerekiyor. İçimizde baharın yankısını duya duya!
 
Burada Yunus Emre’nin, aşk üzerine çok sayıdaki şiirlerinden birine yer verip, özellikle ikinci bentteki aşk/dil/söz ilişkisine dikkatinizi çekmek istiyorum:
 
 İşitin Ey Yarenler
 
İşitin ey yarenler aşk bir güneşe benzer
Aşkı olmayan gönül misal-i taşa benzer
 
Taş gönülde ne biter dilinde ağu tüter
Nice yumuşak söylese sözü savaşa benzer
 
Aşkı var gönül yanar yumşanır muma döner
Taş gönüller kararmış sarp katı kışa benzer
 
Ol sultan kapısında hazretin tapısında
Âşıkların yıldızı her dem çavuşa benzer
 
Geç Yûnus endişeden gerekse bu pîşeden
Ere aşk gerek evvel andan dervişe benzer.
adminadmin