Kültür
Giriş Tarihi : 22-04-2018 10:00   Güncelleme : 22-04-2018 10:00

Çamaşıra Düşman, Lekelere Dost (III)

Çamaşıra Düşman, Lekelere Dost (III)

Hainlerden biri olarak değil de millî hususiyetlerinden birine binaen Türk topraklarında ömür sürenlere mensubiyetimiz bahis konusu olur ise uyuşturucu kaçakçılığını neyin neresine koymamız gerekiyor? Bu merakımıza hududu uyuşturucu ve/veya silâh vesair maddelerin kaçakçılığı mı çizecek? Türk vatanı üstünde her türden sefih duruşun, yeraltı hayatının, kumarın, fuhşun, alkolizmin, “Viskimi de içerim, Hacca da giderim” ahlâkının muhafızlığını kimin yaptığından bize ne mi diyeceğiz? Buna mümasil suallere hangi şahsiyetin cevap vereceği tamamen meçhul; ama Türkler olarak bir yerden geliyorsak ilgili olsun olmasın herkesin bir avuç eroinin bir otobüs değerinde olduğu bilgisine vukufiyet kesp ettiği kültür dairesinden geliyoruz. Geldiğimiz kültürde otobüs sahibi olmağı reddetmek kimsenin işine gelecekmiş gibi görünmemiştir. Bütün bankaların mevduat sahiplerine ikramiye dağıttığı, onlara çekilişle apartman dairesi verdiği kültürün neşvünema bulduğu yer kalkış noktamızdır. Paramız bankaya yatırılacak her yüz Türk lirasına bir kura numarası değeri biçecek etkinlikte idi. Bankaların ağzını sulandıran bu para idi. 

Sizin anlayacağınız kalkış noktamız modern hayatın merkeze alındığı yer olmuştur. Buna bir kültür diyoruz çünkü İkinci Dünya Savaşı sonunda ülkemizde eskisinden farklı bir şeyi “merkeze alma” faaliyeti yeni bir sosyal biçimlenme teşkil etti. Aynı sebepten dolayı merkeze modern hayatın alınmış olması “conjoncture” kelimesine masumiyet kazandırdı. Dünyanın gözü önünde yaptıklarımızın yapmamız gereken şeyler olmadığının farkındaydık. Ne yapıyor idiysek “conjoncture” gereği yapıyorduk. Tek parti döneminin geride kalışı Lozan’da kamu vicdanına mugayir verilen sözlerin askıya alınması demekti. Devlet kendini bu sözlerle bağlı saymayanların eline geçmişti. “Sizin şövalye burunlarınızı kıracağım” demişti yüksek rütbeli subaylara hitaben Adnan Menderes. Şöyle devam etmişti: “Ben bu orduyu yedek subaylarla da idare ederim”. Bunlar ilk, tek ve son başvekilimizin sözleriydi. Demokrat Parti’nin bir grup toplantısına katılanlara “Muhterem heyetiniz hilâfeti de geri getirebilir” demek de ona düşmüştü. Ezan-ı Muhammedî’nin avdeti uğruna istifa dilekçesi veren bu zat kendisine askerlerin darbe-i hükümet hazırlığında bulunduğu haber verildiğinde ise söylentilere “Böyle şey olmaz” karşılığını vermiş, “Bizim ordumuz müstemleke ordusu değildir” hükmünü beyan etmişti.

O zamanlardan beri vakıa meseleli insanlar olup olmadığımızın bizi bir şey edeceği, bize bir mevki kazandıracağı vakıasıdır. Türkler 27 Mayıs 1960 sabahına kadar önlerine öncelikle kendi meselelerini alan insanlardı. Türk varlığı üstünlüğünden vaz geçmedikçe birilerinin dünyevî huzuru kaçıyordu. İşte onlar biz Türkleri önüne kendi meselesini koyacak insanlar olmaktan çıkardı. Doğduğunu söylüyor isek istiklâlimizin ipotek altında bir Türk istiklâli olduğundan da haberimiz olmalı. Memleketimize geldiğinde Fidel Castro biz Türkler için iki meseleden hangisinin öncelikli olduğunu sual etmişti: Türk kimliğini yerine oturtma başarısına ermeğe soy-sop üzerinden giderek mi çalışacaktık; yoksa Türk kimliğinin pekişmesine din birliğini esas alarak mı tevessül edecektik? Ben burada Fidel Castro’nun dediklerini nazik bir ifadeye büründürdüm. Hâlbuki Fidel Castro yekten devletin Kürtlerden mi, İslâmcılardan mı daha çok çekindiğini merak ettiği bir dille konuşmuştu. Türkiye’ye o zaman dışarıdan bakılınca meraka değer bu görülüyordu.    

Halen içinde debelendiğimiz bir efsane var. Bu efsane Türk topraklarını vatan bilen insanları Amerikan kölesi kılmakla kalmıyor Türklük haysiyetini pâymâl ediyor. Kürt meselesinin Türkiye Cumhuriyeti devleti eliyle hal yoluna konacağı efsanesi içinde debeleniyoruz. Sözüm ona kendi halinde Kürtler seyyân tutulup bağımsız Kürdistan davası güden Kürtler de canından bezdirilecek. Resmi ağız canından, malından, şahsiyet endişesinden olan bu Kürtlerin çetelesini tutmakla böbürleniyor. Başını örten kızların felsefe bilmeyişi hepimizi iniş için alçalmağa zorluyor. Mecburi iniş içindeyiz. Dibe henüz vurmadık. Vuracak mıyız? Vurduğumuz takdirde cihaz yer ile yeksan olacak. Başını örten kızın felsefe bilme iradesi yükselişimize imkân verecek yegâne tutamaktır. O irade sel geçtikten sonra kalacak kumdan başka bir şey değil.

İsmet Özel

http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr

adminadmin