Kültür
Giriş Tarihi : 18-03-2018 08:00   Güncelleme : 18-03-2018 08:05

Çanakkale Savaşı Ve Kazanımlarımız

Avusturya-Macaristan veliahdının Saraybosna’da Sırp bir fanatik tarafından öldürülmesiyle başlayan I. Dünya Savaşı üç imparatorluğa son verirken başta Orta Doğu’da olmak üzere birçok devletin ortaya çıkmasına ve yeni sınırların çizilmesine sebep olmuştur.

Çanakkale Savaşı Ve Kazanımlarımız

Osmanlı bu savaşa katılmak veya taraf olmak istemiyordu. Maalesef şartlar istediğimiz gibi gelişmedi. Geliyorum diyen tehlike baş gösterdiğinde önce İngiltere, ardından Fransa ve hatta Rusya’ya ittifak teklifinde bulunduk. Her üçü de olmadı. Bu kez yönümüzü Almanya’ya çevirdik. Bir dizi görüşme neticesinde 3 Ağustos 1914 tarihinde Almanya’yla anlaştık.

İttihatçılık ve ittihatçılarla ilgili araştırmalarıyla bilinen Prof. Dr. Şükrü Hanioğlu, Türk Tarih Kurumunda verdiği bir konferansta Osmanlının, İngiltere, Fransa hatta Rusya’yla ittifak yapmak istediğini, onların kabul etmemesi üzerine Almanya’yla beraber hareket ettiğini, o günkü şartlar altında yapılan bu ittifakın çok değerli olduğunu ifade etti.

Varılan mutabakata göre Almanya: a) Kapitülasyonların ilgası hususunda bize yardım edeceğini, b) Balkanlarda elde edilecek araziden bize bir hisse ayrılması için Bulgarlar nezdinde tavassutta bulunacağını, c) Yunanistan itilaf zümresine iltihak ederek mağlup olursa adaların bize iadesini sağlayacağını, d) Kafkasya cihetinden hududumuzu Rusya Müslümanlarıyla temasa girişeceğimiz bir şekilde tashih ettireceğini, e) Ziyanımızla mütenasip tazminat almamız hususunda gayret göstereceğini beyan etti.

Bu şartlara mukabil, tehdit kokan bir üslupla; “Bizi dikkate almayan, emirlerimizi dinlemeyen bir tutum içerisine girer ve düşmanlarımızla hareket ederseniz biz de Rusya ile el ele vererek aleyhinizde sulh yapabiliriz…” diye de ekledi.

Anlaşmanın ardından beklenmedik bir olay gerçekleşti. Bahriye Nazırı Cemal Paşa’nın hatıratında bahsettiğine göre, bir akşamüstü Tarabya’da İngiltere Sefaretine çaya davetli bulunduğu sırada sefir Sör Louis Mallet, Paşa’ya: “Savaşın sonuna kadar tarafsız kalmanız hâlinde talebiniz nedir?” diye sordu. Böyle bir suale hazır olmayan Cemal Paşa, Sadrazamla istişare sonunda: “Kapitülasyonların ilgası, adaların geri verilmesi, Mısır meselesinin hâlli, dâhili işlerimize Rusya’nın müdahalesine, Fransa ve İngiltere’nin fiilen engellemede bulunmasıdır.”

Almanlarla yapılan anlaşma metninin mürekkebi henüz kurumadan, Fransa açıklarındaki Almanlara ait Göben ve Breslav gemileri Yavuz ve Midilli ismini alarak Osmanlı bayrağını takıp Karadeniz’e geçer. Gemileri takip eden İngilizler, bir müddet sonra nedense takibi bırakır. Geçen bu gemiler, Sadrazam Said Halim Paşa’nın temkinli ve dikkatli olalım tembihatına rağmen Karadeniz’e geçmekle kalmayıp Rusların sahil kenti Sivastopol’u top atışına tutar. 

Derhâl durumu müzakere etmek üzere kabine toplanır. Toplantıda Ruslarla konuşulup Alman gemilerinin yurt dışına çıkartılması konusunda mutabık kalınır. Fakat savaş taraftarı bazı nazırlar, Almanlara karşı ayıp olur düşüncesiyle bu işi reddeder. Maalesef bazı ittihatçıların fevri ve hissî tutumlarından dolayı savaşa girmeye mecbur kalınır.

Savaş öncesi Osmanlının durumu

Hiç şüphesiz savaşa katılan ülkeler içinde en zor durumda olanı Osmanlıydı. 400 yıldan fazla idaremizde kalan Balkanları kaybettik. Ardından mücadele ettiğimiz diğer cephelerin birçoğunu kaybettik. Morali bozuk bir millet için Çanakkale ölüm-kalım savaşıydı. Dolayısıyla hemen her şeyimizi ortaya koymak zorundaydık.

Kazanmamız hâlinde ise kaybettiklerimizi unutturacak, şerefimizi kurtarmış olacaktık.

Cihad-ı ekber fetvası ve yankıları

Artık her türlü önlem alınmalıdır. Alınacak önlemlerden biri belki de birincisi cihad-ı ekber fetvasıydı. Nitekim 1914 yılında olağanüstü toplanan kabinede I. Dünya Savaşı’na girme temayülü ağır basınca bazı nazırların (bakanların) istifa etmesine rağmen Evkaf Nezaretine de vekâlet eden Şeyhülislam Hayri Efendi, harbin gerekliliği hususunda ısrar etmiştir. Kabinenin savaş kararından sonra da Mustafa Hayri Efendi “cihad-ı ekber” fetvasını yazdı. 

O gün olduğu gibi, bugün dahi bu fetva hakkında olumlu olumsuz görüş beyanında bulunanlar vardır.

II. Abdülhamit: “Şevketli biraderim yanlış yaptı; bu fetva büyük bir silahtı, bahsedildikçe daha da büyük görünürdü. Asla kullanılmamalıydı...”

Sadrazam ve Genelkurmay Başkanlığı da yapan Ahmet İzzet Paşa da: “Bazı şöhretler vardır ki, potansiyel olarak kaldıkça güce sahip olurlar. Nitekim ta çocukluğumdan beri ‘sancak-ı şerif’ çıkarılır ve mukaddes cihat ilan edilirse İslam dünyası ayağa kalkar, dünya birbirine girer diye işitir dururduk. Böyle gereksiz ve zamansız bir şekilde bu fetvanın ilanı Halifenin elindeki bu tehdit silahının önemini de ne yazık ki yok etti. Bu fetvadan haberdar olur olmaz, (Padişah’ın) mahkûm olduğu üzücü sonucu pek çoğumuz daha önceden anladık…”

Fetvadan maksat, İngiliz ve Fransız entrikasına inanan Arap, Mısır, Hindistan ve Afrika’daki Müslümanların dikkatini çekmektir. Diğer bir maksat, düşman tarafta ittifak oluşturan İngiltere, Fransa gibi büyük emperyalist ülkelerin özellikle sömürgelerindeki Müslüman ahalinin bu emre uyacağı ve söz konusu ülkelere başkaldıracağı sanılıyordu. Böylece İngiltere, Hindistan ve Mısır da Fransa da Kuzey Afrika’da zor duruma düşecek ve savaşı sürdüremeyeceklerdi.

Bilindiği üzere Çanakkale Savaşı sadece askerî ve stratejik açıdan değil, siyasal sonuçları bakımından da modern Türk ve dünya siyasal tarihinde önemli bir yere sahiptir. Diğer taraftan bu savaş, savaş içi diplomasi ve siyaset oyunlarının da ilginç örneklerini sergilemektedir. Hiç şüphesiz burada başı çeken İngiltere’dir.

İnsanlık tarihinde eşine rastlanmayan ve rastlanamayacak olan Çanakkale Savaşı’na, iki taraftan toplam 500 binin üzerinde askerin ölümüne rağmen centilmenlik savaşı da denilmektedir...

Bu savaşta Osmanlı ordusunun en büyük avantajı; savunma savaşı yapmaları ve araziyi bilmeleriydi.
‘Ashab-ı Bedir’ namıyla yazılı, içinde Bedir Savaşı’na katılanların isimlerinin bulunduğu kitapçık.

Savaşa doğru

Çanakkale Savaşı, deniz ve kara olmak üzere iki aşamada gerçekleşti. Savaş, Limni Adası’nın Mondros Limanı’nda İngiliz ve Fransız filosunun toplanarak 19 Şubat 1915’te Kumkale ve Seddülbahir tabyalarını uzun menzilli toplarıyla dövmesiyle başladı. 17 Mart’a kadar bombardıman devam etti. 18 Mart’ta Fransızlar Anadolu yakasını, İngilizler de Rumeli yakasını döverek Boğaz’ı geçmek istiyorlardı. Onlar bir saate kalmadan Boğaz’ı geçeriz diye düşünmüş, hatta İstanbul’da kendileri için program dahi yapmışlar. Düşman harp gemilerinin top ve makineli namluları kızarıp narlaşıncaya kadar devam eden ateşi Boğaz içinde sağlam yer bırakmamış, Osmanlı tabyaları tarumar edilmişti. Savaşı kazandıklarını düşündükleri anda beklenmedik bir olay gerçekleşti. Henüz savaşın dördüncü saatinde, İngilizlerin efsanevi savaş gemisi Ocean ve İrrestible, Fransızların meşhur Bouvet zırhlısı başka harp gemileri top ve torpil isabetleriyle birbirleriyle batma yarışı yaparcasına Çanakkale’nin derin sularına gömüldü. Şaşkına döndüler. Gemilerin yanı sıra dokuz yüz de askeri öldü. Deniz harekâtı birleşik donanmanın savaş gücünün üçte birini yitirdiği ağır bir yenilgi ile son buldu. Böylece Çanakkale Boğazı’nın kara gücü olmadan yalnız donanma ile geçilemeyeceği de anlaşılmış oldu.

Onlar silah ve modern savaş teçhizatına güveniyorlardı. Ama unuttukları/hesaba katmadıkları Nusret Mayın gemisinin ve Osmanlı paşalarının sabaha kadar dillere destan mayın döşemesi idi… On sekiz gemiden yedi tanesi sulara gömülürken diğerleri de onarıma muhtaç bir vaziyette yara aldı. Bunun üzerine perişan bir vaziyette geri çekilmek zorunda kaldılar.

Kara harekâtı

Deniz harekâtıyla istediğini alamayan müttefik güçler, kara harekâtına başlama kararı aldılar. Mevcut birlikleri güçlendirmek için Mısır’dan yeni takviye birlikleri getirdiler. Oradan gelen askerlerle beraber 100 bin kişilik birlikle 25 Nisan 1915’te kara harekâtı başladı.

Çok kanlı çarpışmaların yapıldığı kara savaşında, İtilaf devletleri sürekli takviye istemelerine rağmen savaşı bir türlü kazanamıyordu. Denizdeki başarısızlıklarını karada da yaşamaya başladılar.

Nitekim 19-20 Aralık 1915’te Arıburnu ve Anafartalar’ı, 8-9 Ocak 1916’da Seddü’l-Bahir’i boşaltmalarıyla savaş sona erdi. Savaş Osmanlının zaferiyle neticelendi. Balkanları kaybeden, diğer cephelerde yenilen Osmanlı için bu zafer büyük moral kaynağı oldu. Güvenimiz tazelendi. Çanakkale’de savaşı kazandık ama maalesef çoğunluğu lise ve üniversiteli olmak üzere kültürlü gençlerden oluşan yaklaşık 250 bin civarında şehit verdik. 

İngiliz ve Fransızların kayıpları 330 bin civarında idi. Bunların da büyük çoğunluğu sömürgelerden getirdikleri askerlerden oluşuyordu. Dolayısıyla kendilerine ait yetişmiş insan kayıpları fazla değildi.

Savaştan örnekler

Mehmet Akif, Bedir teşbihinden dolayı bir hayli eleştirildi. Öyle zannediyorum ki, bu benzetmede unutulmuş bir geleneğe dikkat çekmektedir. O da Çanakkale’deki askerler ‘Ashab-ı Bedir’ namıyla yazılı, içinde Bedir Savaşı’na katılanların isimlerinin bulunduğu kitapçığı hem okuyor hem de üzerlerinde taşıyorlardı. Akif, benzetmeyi bundan dolayı yapmış olabilir. Çünkü bu durumun kendilerine aşk, heyecan ve cesaret vereceğine inanıyorlardı.

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!

Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.

Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor Tevhid’i...

Bedr’in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi…

Kirte Savaşlarında sağ kolunu kaybeden bir Fransız subayı bir hatırasını şöyle anlatır:

“Biz Fransızlar, Türkler gibi mert bir millet ile savaştığımız için övünebiliriz. Şiddetli bir süngü harbinden sonra savaş alanını dolaşırken bir Türk neferinin kendi gömleğini yırtarak bir Fransız askerinin yarasını sardığını gördüm. ‘Niçin öldürmek istediğin askere yardım ediyorsun?’ diye sordum. Mecalsiz Türk askeri şu cevabı verdi: ‘Bu asker yaralanınca cebinden yaşlı bir kadın resmi çıkardı… Herhâlde resimdeki annesi olacaktı. Benim ise kimsem yok, o kurtulsun annesinin yanına dönsün istedim.’ Bu asil davranış karşısında gözyaşlarımı tutamadım.  Bu esnada emir subayım Türk askerinin yakasını açtığında gördüğüm manzara karşısında yanaklarımdan sızan yaşlarımın donduğunu hissettim. Çünkü Türk askerinin göğsünde bizim askerden daha derin bir süngü yarası vardı ve bu yarasına bir tutam ot tıkamıştı. Az sonra ikisi de öldü.”

Azimli, kararlı, mert ve fedakâr… Diyarbakır’ın fakir bir köyünden gelen Kürt Memo, temmuz sıcağında bile sırtından çıkarmadığı kırk yamalı kaputu ile savaşmaktadır. Bir gün yüzbaşı, Mehmet’e kaputu çıkarmasını, artık yaz geldiğini söyler. Ama Memo: “Böyle iyiyim kumandanım, bu kaputun her yaması şehit kardeşlerimin elbisesinden alınmadır, beni hem gavurdan hem de soğuktan koruyor.” der. Yüzbaşı: “Hava ısındı hem yaz günü kaputla savaşılmaz ki.” diye üsteler. “Ziyanı yok kumandanım, siz gönlünüzü ferah tutun, ben böyle daha iyi savaşıyorum.” diye cevap verir Memo. Fakat yüzbaşı, Memo’yu çözememiştir. “Çıkar oğlum sen de arkadaşların gibi elbiseyle savaş.” “Müsadenizle kalsın kumandanım.” cevabı yüzbaşıyı sinirlendirmiştir. Memo’ya çıkışarak: “Çıkar dedim mi çıkaracaksın! Ben senin kumandanınım.” Memo kurtuluş olmadığını anlayınca kumandanına fısıltı tonunda bir sesle sırrını açıklamak durumunda kalmıştır. “Kaputu çıkarırsam cıbıldak kalırım; çünkü bunun içinde hiçbir şey yok.”

Richard Aldington: “Rusların ve Fransızların mühim yardımı ile İngiliz hükümeti yalnız Osmanlıya karşı bir milyondan fazla asker sevk etmiş ve bu kadar “hasta” olduğu söylenen Osmanlıyı yenebilmek için yıllarca uğraşmış ve 750 milyon sterlin harcamıştır.

Sonuç

Çanakkale Cephesi’nin deniz harekâtı, kuşkusuz sıradan bir askerî harekât ya da muharebe değildir. İstanbul Boğazı Karadeniz’in, Çanakkale Boğazı ise Ege Denizi’nin kapısıdır.

Her iki Boğaz, klasik ve dar çerçevede sadece Akdeniz’i Karadeniz’e, Avrupa’yı Asya’ya bağlayan su geçitleri de değildir. Akdeniz’in Cebelitarık ve Süveyş Kanalı ile de bütünleşerek dünyanın büyük denizlerini (Atlas ve Hint Okyanusu gibi) ve büyük kıta kara parçalarını birbirine bağlayan bir özelliği vardır. Jeopolitik konumuyla, dünya siyaset ve iktisadiyatı üzerine etkileri bugün de devam etmektedir. Bu nedenlerledir ki Türk Boğazları, uluslararası ilişkilere yön vermede daima odak noktası olmuştur.

Almanya’nın, Rusya’nın ılık denizlere ulaşma emelleri; İngiltere'nin ise Napolyon’un da dediği gibi “Denizlere egemen olan dünyaya hâkim olur.” teorisine dayanarak özellikle XIX. yüzyıldan bu yana güttüğü Rusya’nın Akdeniz’e çıkmasını engelleme siyaseti, hep Türk Boğazlarında düğümlenmektedir. Büyük devletlerin Boğazlar üzerindeki emelleri, onları kendi aralarında da gizli rekabete yöneltmiştir.

Rus Çar’ı da; “Boğazların güçlü bir devletin eline geçmesi, tüm Güney Rusya’nın ekonomik hayatının, o devletin egemenliği altına girmesidir.” der. Ancak bu büyük devletler Osmanlının askerî gücünü ciddiye almadı ve en güçlü ve modern silahlarla donatılmış zırhlılarının Boğaz’da görünüvermesiyle Osmanlının direnmekten vazgeçeceğini sandı. Ama düşündükleri gibi olmadı.

Askerî, siyasi ve ekonomik yönden çok büyük etkileri olan bu savaş ile “hasta adam” olarak tanımladıkları Osmanlının, kolay lokma olmadığını gördüler. Yokluk ve zorluk içinde manevi ve maddi unsurlara sarılarak kazandığımız bu savaşla yeniden kendine gelen Osmanlı, Balkanlar ve diğer cephelerdeki kayıplarımızı kısmen de olsa unutturmuştur. Güneş batmayan ülke İngiltere ve onların mütekebbir yöneticisi Churchill, onunla beraber Fransa ve Rusya da yenilmiştir.

Bu savaşla üzüntümüz sevince, acılarımız mutluluğa dönüşmüştür. Gene bu savaşla “nice az topluluğun çok topluluğa galebe çaldığı…” görülmüştür.

Ahmet Belada / Diyanet Dergisi

 

adminadmin