Kültür
Giriş Tarihi : 22-01-2017 16:00   Güncelleme : 22-01-2017 16:20

Çehreler Başka, Vahşetler Denk

‘Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk / Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk’. Vatanın bu zor dönemecinde bir kez daha Akif.

Çehreler Başka, Vahşetler Denk

Vahşet yarıştıran taşeron şer örgütleri, milletimizi yorgun düşürmek için sırayla saldırıyor. Saldırı her birimizin kişisel benliğine de yönelik, zira toprağa düşen her vatan evladı, ruhumuzu en derin yerinden yaralıyor. Bir yara iyileşmeden diğeri açılıyor. İyileşememiş, derin duygusal yaralarla yaşamayı öğreniyoruz. İyileşemediğimiz travma ve kayıpların sosyal bilincimizin en derinlerinde yer tutarak, hayatlarımıza ve hatta sosyal kurumlarımıza nüfuz ettiğini görüyoruz. Bir örnek vereyim: Geçtiğimiz haftalarda kaymakam adaylarına ders vermek için İçişleri Bakanlığı’na gitmiştim, konferans salonunda çok büyük bir levhada, Bakara Suresi’nin şehitleri müjdeleyen ayet meali asılıydı. Bu sıradan bir olay değil, devletin kendisi de onu var kılan aslî kodlarına, ruhundaki en derin öze dönerek oradan kendisine bir savunma hattı kurmak istiyor. Bu hayasızca saldırıyı bir maneviyata yaslanmadan yenemeyeceğini biliyor. Kendisini temsil edecek olan mülki amirlerine bir varlık/yokluk meselesiyle karşı karşıya bulunduğumuzu ve nereden güç alabileceğimizi işaret etme gereği duyuyor.

Günümüzde terör akışkan ve tıpkı Kola veya Nike gibi küresel bir girişim. Bir devleti yok, sınırları her an aşabilir, fabrikasını kârlı gördüğü her yere kurabilir. Yüzü olmayan, işaret edilemeyen, uykuya yatabilen bir düşman. Peki, terör nasıl ve nereden insan devşiriyor? Terörist nasıl hiç tanımadığı, kendisine en ufak zararı dokunmamış birinin canına kıyabiliyor? Bütün dinlerin ve manevi öğretilerin yasak kıldığı bir eylemi, nasıl oluyor da dinî gerçeklere dayanarak gerçekleştirebiliyor? Ahlâkın bilinen normlarını ihlâl eden, kutsala küstahça başkaldıran ‘masum’ların öldürülmesi fikri, nasıl meşrulaştırılıyor?

Kendisine zarar vermemiş ve zarar da vermeyecek olan birini öldürebilmek için teröristin kendince iyi bir neden yaratması gerekiyor. Mesela, çekilen acıdan kurbanın da sorumlu olduğu ve misilleme eylemiyle öç alındığı düşüncesi kolay bir mazeret teşkil ediyor. Öç isteği, çok yakıcı bir his. Wolfgang Sofsky’den okuyalım: “İntikam o kadar yakıcı bir arzudur ki, tarihsel zamanı adeta geriye sarar. Düşmanları yeniden başlangıç noktasına götürüp bırakır… İntikam ölülerini anar durmadan, ölülerine sadıktır... Tarihin kâbusundan uyanmak imkansızdır… İntikam düşüncesi düşmanları barışmazlığa zorlar ve gelecek nesilleri geri dönülmez bir biçimde ölülerine zincirler… intikam mütekabiliyet ilkesiyle yetinmez. Suçlu yalnız acı çekmekle kalmamalı, kurbanından daha fazla acı çekmelidir. Sonunda yaptığı misilleme ilk suçla kıyaslanamayacak kadar ağır olur. Tüm kutsal kitapların itidal çağrılarını ve normlarını atlar. İntikam ifrata dönüşür.”

Bir başka meşrulaştırma mekanizması, insanları insan olarak görmemek veya onları kolayca boğazlanacak hayvanlar gibi görmek anlamına gelebilecek dehümanizasyon. İnsanın insanlıktan kovulması. İnsanın insanlıktan tenzil-i rütbeye uğratılması. İnsanın insanlıktan çıkarılması, pek çok aşırılıkçı şiddet eylemi ile alakalı. Kamboçya’da Pol Pot’un soykırımından Bağdat’taki Ebu Gureyb hapishanesindeki aşağılamalara dek pek çok şiddet eylemi, bu düzenekten besleniyor. Bazen, çekildiği düşünülen ıstırabın sorumluluğu maharetle kurbanın üzerine bırakılarak şiddet meşrulaştırılıyor. Böylesi bir atıf süreci radikal veya terörist davranışı meşrulaştırmak için sıklıkla kullanılıyor.

Dehümanizasyon, özel bir kişi veya grubun temel insani nitelikleri taşımadığı veya gayri insani bazı nitelikler taşıdığı önermesine yaslanır. Ötekini ne kadar alçaltırsa kendi değerinin o kadar artacağını, öz değerinin o kadar yükseleceğini var sayan bir düşünceden beslenir. Faşist ideolojiler bu fikre bayılır. Yüzbinlerce Tutsi’yi katleden Hutu’lar, soykırımdan hemen önce, medyada onları hamam böceğine benzetiyorlardı. Churchill’in Çanakkale’de hardal gazı kullanma arzusuna itiraz edenlere, “Türkler insan sayılmaz” dediği bilinir. Üçüncü Reich Yahudilere ‘domuz’ veya ‘fare’ diyordu, geçtiğimiz yıllarda İsrail’li bir bakan, Nazi’leri hiç aratmayacak bir biçimde, Filistin’lileri ‘yılan’ olarak tanımlamıştı. Dil dehümanize edilen düşmana şiddet uygulamak için engelleri kaldırır. Değersizleştirir, gözden düşürür. 70‘li yılların sol kanat terör hareketlerinin (Kızıl Ordu, Kızıl Tugaylar) aynı dili kullanması ve saldırdıkları siviller için ‘düşman sistemin parçası olan domuzlar’dan bahsetmesi bizi şaşırtmasın. Dehümanizasyon, insanlıktan çıkarılan grupla ilgili fevkalade olumsuz düşünceler kadar, ona tahammülsüzlük ve onunla araya konulan kat edilemez mesafeden de beslenir. Hasım saydığına ne kadar uzak isen, ona o kadar önyargılı olursun, ne kadar önyargılı olursan onu o kadar tahammül edilmez bulursun. İnsan dokunduğu veya gözünün değdiği insana kolayca zarar veremez. Barbarlığın kurbanına uzaklık, barbarlığı yakınlaştırır.

Sosyal kimliğin bir dizi işlevi var, en önemlisi de bize olumlu bir kendilik imgesi sağlaması. Tehdit anında grup üyeleri birbirlerine tutunabiliyor. Ama kişinin mensup olduğu grup, içinde bulunduğu durumu adaletsiz ve haksız olarak tanımlıyorsa ‘biz ve onlar’ arasındaki yarık büyüyor. Onları bizden ne kadar uzağa koyarsak, şiddeti de o kadar kolay meşrulaştırabiliyoruz.

Fundamentalist ideolojiler açık bir sosyal kimlik sağlıyor müntesiplerine, ‘inanca çağırılmış kişi’ çağrılmamış olana nispetle, kendisini ahlâken daha üst bir noktada görüyor. ‘İdrake giydirilmiş birer deli gömleği’ olarak keskin ideolojik yapılanmalar, muarız düşüncelerin mensuplarını kolaylıkla insanlıktan çıkararak şiddeti meşrulaştırabiliyor.

Terör oluşumları, ‘arızalı ruh’ları kendi hayatlarındaki yenilgileri tersine çevirecek bir mutlak zafer vaadiyle kendisine çekiyor. Kişisel zayıflığın yadsınması olarak terörizmin kör gücüne iltica. Bir yok olma hazzı, ölüm dürtüsü, güçlü gördüğüyle özdeşleşerek ölümü ele geçirme arzusu. Video oyunları kuşağı, temiz traşlı ve üniformalı ‘iyi çocuklarla’ suratsız pejmürde ‘isyancılar’ın savaşını görüyor nice zamandır. Elinde silah olup düşman avlayan ‘iyi çocuklar’, video oyunlarında her zaman esprili ve dostlarına sadık. Yabancı teröristlerin, bu tarz video oyunlarından gerçeğin simülasyonuna sıçramış olma ihtimalleri yüksek. Tıpkı video oyunlarındaki gibi, gerçek hayatta da çehreler başka ama vahşet denk. Ne yapmalı o halde? ‘Ya kardeş olacağız, ya da aptallar gibi yok olacağız’ diyordu Martin Luther King. Bin bir çehreli zalimliğe karşı insanlığın ortak çehresiyle karşı duralım. Vahşet bizi terbiye edemez, terbiye edilmesi gereken vahşettir.

Kemal Sayar

http://www.gercekhayat.com.tr

adminadmin