Kültür
Giriş Tarihi : 23-09-2018 09:00   Güncelleme : 23-09-2018 09:00

Cemil Meriç’e Göre Kadın Ruhunun Anahtarı

​Cemil Meriç’e göre kadın ruhunun anahtarı merkezinin kendi dışında oluşudur. Kadın kendini çocuğuna adayarak ölümsüzlüğü yakalamaya çalışır. Erkek ise kafasıyla, kalbiyle veya eliyle ulaşmak zorundadır ebediyete.

Cemil Meriç’e Göre Kadın Ruhunun Anahtarı

Cemil Meriç’in Kırk Ambar kitabında kadın meselesini farklı perspektifte ele alıyor. “Kadın Ruhu” başlığını taşıyan bölümün bir kısmını iktibas ediyoruz:

Kadın ruhunun anahtarı, merkezinin kendi dışında oluşu

Ne lüzum var inkâra: Erkek başka, kadın başka. Bir roman alın elinize. Eski veya yeni bir şiir alın. Kadın kahramanların yerine erkek oturtun. Meselâ Tevrat'la İncil'in kadınlarını bir an erkek olarak düşünün: Rebeka, Noemi, Ruth, Marie, Madeleine. Helene'i, Hecube'ü bırakın onları... Balzac'ın Eugenie'sini, W. Scott'un Rebeca'sını, Dickens'in Dorrit'ini erkek farzedin. Karşınıza nasıl gülünç nasıl hilkat garibesi çehreler çıkacak.

Herkesin bildiği vücut ve ruh farkları bir yana, kadını erkekten ayıran önemli bir fark var. Aşağı yukarı ötekilerin temeli bu fark. Kadın özgecidir, daha doğrusu merkezi dışındadır. Yani hazlarının da, kaygılarının da bir başkasıdır kaynağı. Sevdiği ve sevilmek istediği biri: Koca, çocuklar, baba, dost vs...

Çevresindekilerin ne sevinçlerine yabancı kalabilir, ne acılarına; kadın onlarsız kâm alamaz hayattan. Onlara beğendirmek için yaratır, onlar beğenmiyor diye yıkar. Onların hoşuna gitmeye çalışır. Damak zevkleri de kulak, göz, kafa zevkleri de vız gelir kadına. Düşündüğü ve kendisini düşünen biri yoksa, kendisiyle beraber kâm alacağı, kendisiyle beraber hareket edeceği, kendisi için hareket edeceği biri yoksa zevk almaz hayattan, yaratamaz, iş göremez. Başkaları kendisiyle ilgilenmeyince, kendisi için yaşayan, kendisi için hayatını fedadan çekinmeyen biri olmayınca mahvolur. Böyle birine kavuşunca coşar, üzülüyorsa böyle birinden mahrum olduğu içindir. Asabiyetleri böyle birini beklediğinden. Aydınlatacağı biri yoksa alevi söner kadının.

Erkek öyle mi? Ne egoisttir o. Daha doğrusu merkezi kendi içindedir. Yani yaşadığı dünyanın merkezi kendi şahsı, kendi çıkarı, kendi hazları, kendi meşgaleleridir.

Tek başına yaşayabilir erkek, hayatın tadını çıkarabilir. Çevresindekiler sevinçliymiş, üzüntülüymüş ona ne! İlgilenmez başkalarıyla. Onlar da kendisiyle ilgilenmeyince fazla üzüntü duymaz. Kendi rahatını düşündüğü için her heyecandan kaçmak ister. Aşksız da yaşayabilir, kinsiz de. Sevinçli olmuş veya olmamış aldırmaz. Başkaları beğenmiş veya beğenmemiş umurunda mı? Çizdiği yolda yürür gider. Damak, göz, kulak zevklerine bayılır. Zengin olacak, hükmedecek herkese, kafasını geliştirecek. Hazların merkezi kendisi.

Çocuklara bakın: Kız, bebeklere düşkündür. Erkek, tüfeğe. Kız anne olmak ister, öğretmen, hastabakıcı olmak ister. Küçüklerle oynamaktan, onları okşamaktan, okşanmaktan hoşlanır. Kendisini annesine veya hocasına beğendirmek için deli divane olur. Erkek kendinden büyüklerini arar. Ya arabacı olmak ister, ya general. Kumanda edecek, herkes boyun eğecek ona. Durup dururken yardım etmez annesine. Ya korktuğu için yardım eder, ya bir mükâfat beklediği için.

İnsan yedisinde ne ise yetmişinde de odur. Yaşlanan erkek kavgadan çekilir. Başkasının kendisiyle ilgilenmesini ister, ama kendisi hiç kimseyle ilgilenmek istemez. Yaşlanan kadın hayat kavgasından çekilmek şöyle dursun, çalışma sahasının daraldığını gördükçe kendini yer. Daha çok çalışmak ister, daha hassaslaşır. Kendini başkalarına feda edemeyince, ister ki başkaları doğruluğuna inandığı davaları için fedakârlık yapsınlar. Tapar torunlarına. Yavruları onun için hem büyük bir dert, hem büyük bir hazdır. Çocuklarından çok torunları için çırpınır. Kimsenin yaptıklarını beğenmez. Hep iş arar kendine. Hep kaygı arar.

Arkada kalan yılların yalnız üzüntülerini hatırlar. Hayatın tadını çıkaracağı yıllarda eskisinden bin kat beter üzülür.

Kadının hayatında en bahtiyar çağ, bütün varlığını ailesine, bütün varlığını cemiyete verebildiği çağdır. Gerçek ve tabii bir heyecan. Kendi başkaları için çırpınır, başkaları onun için. Kadın çocuğu için hem sütanne hem terbiyeci, hem sevgili olduğu yıllarda bahtiyardır.

Uğrunda didineceği kimsesi yoksa, kendine bağlanacağı, kendine bağlayacağı kimsesi yoksa; ölür gider kadın. Evlenmemiş bir kız düşünün. Ne kardeşi var, ne yeğeni. Sevmiyor ve sevilmiyor. Acılarını dindirecek kimsesi yok. Fedakârlık edemiyor. Duyguları hiç kimsenin işine yaramıyor, ne öğretmen, ne hemşire. Canlı bir hedefi yok. Ne olur bu kızcağız? Solar ve kurur.

İşsizlik, ilgisizlik, en büyük felâket kadın için. Heyecansız bir hayat, bağlanamamak, kendine bağlayamamak. Ölümden beter. Falcılara kulak verin. Asırlardan beri kadın ruhuna eğilen falcılar onun gerçek ihtiyaçlarını en iyi dile getirebilendir. Söyledikleri her ülkede, her devirde aynı: "Çok içlisin, birini seviyorsun, ondan başın dertte, ama yakında o da sevecek seni, evleneceksiniz, birçok çocuğunuz olacak."

Fal baktıran erkekse, aşağı yukarı şunları duyarsınız: "Zengin olmak için elinden geleni yaptın, ama yakında muradına ereceksin, herkes zekana hayran kalacak, servet ve kudret sahibi olacaksın."

Kadın neden başkası için yaşar?

Yalnız kadın mı? Dişi hayvanlar da, bitkiler de başkası için yaşar. Çiçekler taç yapraklarını feda ederler aşka. Dişi, kendini feda etmese hayat bir hamlede sona ererdi. Kadının bu fedakârlığı daha derin bir içgüdüden geliyor. Erkekte de kadında da hep aynı içgüdü. Büsbütün ölmemek kaygısı. Ölünceye kadar bunun için didinmiyor muyuz? Bir gönülde, bir kitapta, bir mermerde yaşamak. Tabiat bu kubbede hoş bir sada bırakmamız için yaratmış, bir vücutta yeniden gençleşmek veya kafamızdan bir dünya yaratmak. Sonsuza damgamızı vurmak.

Bu amaca varmak için hangi acıya katlanılmaz? Ebedîleşmek için ölmek. Anne çocuğu için her fedakârlığa katlanır. Erkek, eseri için. Acı bir şehvet olur onlar için. Batan gemiden çocuklarını kurtaran kadın gülerek can verir. Sanatkâr heykelini, kitabını, bestesini kurtarmak için meydan okur kâinata. İhtiras, yani bir eserde gerçekleşmek, bir eserde yaşamak arzusu, hem erkeği kanatlandırabilir, hem kadını. Ama aşkta ebedîleşmek yalnız kadının imtiyazı. Ancak anne ölümsüzlüğünü bütün genişliği ile duyabilir. Varlığından bir parça gelişecek, istikbali fethedecek, yaşayacaktır. Ağaç meyve vermiştir artık. Kadın bunun için aşka susuzdur. Kendini sevgiye ve sevgiliye adayışı bundan. Başka biri için yaşayan onu sezmek, anlamak ihtiyacındadır. Kadın, bunun için daha çok sezgi, daha çok duygu. Hayatı yaratmak, yani başkasında yaşamak. Onu yarınlara götürecek olan: Çocuğu.

Erkek için öyle mi? Onu ebediyete götüren köprü, çocuğu değildir. Vücudundan bir vücut çıkaramaz. O kafasıyla, kalbiyle veya eliyle yaratmak zorundadır, ebediyetini. Bunun için de varlığının merkezi kendisi. Kılavuzu, aklı ve menfaatleri. Erkek hayatını feda eder de ihtiraslarından vazgeçemez. Yalnız kadın başkaları için yaşar demek istemiyorum. Bütün erkekler bencildir gibi bir iddiam da yok. Birçok kadınlar da bu anlamda erkek, birçok erkekler bu anlamda kadındır. Cinslerin ruh dünyasını kesin çizgilerle birbirinden ayırmak imkânsız. Ama kadının kaderine hükmeden bu alterocentrisme; erkeğin kişiliğini biçimlendiren ise egocentrisme.

Cemil Meriç, Kırk Ambar, Ötüken yayınları, İstanbul, 1980.

https://www.dunyabizim.com

adminadmin