Kültür
Giriş Tarihi : 31-03-2019 10:00   Güncelleme : 31-03-2019 10:29

Cinuçen Tanrıkorur: Dilini Kaybeden Her Şeyini Kaybeder

Cinuçen Tanrıkorur: Dilini Kaybeden Her Şeyini Kaybeder

‘’Eğer Türk kültürü diye bir şey varsa bu muhteşem Türk dili sayesinde var olmuştur’’ diyen Cinuçen Tanrıkorur'un dil meselesi üzerine kaleme aldığı yazılar, Cemil Meriç’in söylemlerini hatırlatır bizlere. Bestekârlığının yanı sıra iyi bir müzikolog ve fikir adamı olan Tanrıkorur’a göre, dilini kaybeden her şeyini kaybeder.

Türk müziğinin güzide bestekârlarından Cinuçen Tanrıkorur on sekiz yıl önce bugün aramızdan ayrıldı. Türkiye için onu kaybetmek, güzel besteleriyle gönlümüzü okşayan bir müzisyeni kaybetmekten çok daha fazlasıydı. Onun besteleri, bu coğrafyada inşa ettiğimiz medeniyetin sese bürünmüş bir formuydu. Eserlerini dinlerken mimarimizden geleneksel sanatlarımıza, şiirimizden adâb-ı muaşeretimize, dinimizden kültürümüze kadar kısacası bizi biz yapan ne varsa hepsine dokunabilirdiniz müziğinin âhenginde. Bu yüzden kalbimiz onu “bir yaz kuşunu dinler gibi” dinledi huzur ve özlemle. Ve dinlemeye de devam ediyor. O, sadece bir bestekâr değil, bu toprakların derdiyle dertlenmiş bir müzikolog ve fikir adamıydı.

İsmail Kara Hoca, Cinuçen Tanrıkorur’un Müzik Kültür Dil kitabına yazdığı sunuş bölümünde, bunu şöyle açıklıyor. “Bana öyle geliyor ki, yakın tarih tecrübelerimizin önüne çıkardığı keskin ve derin inkıtalar, kültürel kopukluklar ve devasa boşluklar, Türkiye’de herhangi bir sanatı icra eden kişileri sanat eserlerinin dışında metinler kaleme almaya, ‘dert’lerini şerh etmeye daha fazla icbar etmiş gibidir.”

Bu satırlardan anlıyoruz ki bu toplumun dertleri, büyük bestecimize hem söyletmiş hem de yazdırmış. Duyarlılığı ve estetik kaygıları bu topraklara duyduğu aidiyetle birleşince onu dertli olduğu konularda yazmaya ve yanlışı söylemeye mecbur etmiş. Bu konulardan biri de dildi, yani Türkçemiz. Böbrek ameliyatı için gittiği Ameri Birleşik Devletleri’nde kendisiyle röportaj yapmak isteyen Turkish Daily News gazetesinin teklifini, gazetenin Türkçe karakterler için fontu olmadığı için kabul etmediğini söylersek, bu konudaki hassasiyetinin derecesi sanırım anlaşılır. Söz konusu gazete 100 dolar verip gerekli fontları almak istememiş. Bu durumda “çeşme” dediğinde “cesme” yazılacağı için Cinuçen Hoca söyleşi teklifini, gazeteyi de muhabiri de haşlayarak geri çevirir.

“Kamusa uzanmış el namusa uzanmıştır”

Hani Bu Ülke’de Cemil Meriç, “Kamusa uzanmış el namusa uzanmıştır” der ya, Cinuçen Tanrıkorur da aynı anlayışla yaklaşır meseleye. Türkçe onun için şakaya gelmeyen, eğilip bükülmeyen bir mevzudur. Der ki, “Dilini kaybeden her şeyini kaybeder! Mağaza adlarında, yeme-içme, giyinme adetlerinde ve gündelik konuşmalarda başlayan gönüllü yabancılaşma önce fikri ve sosyal, sonra fiili, sonra da resmi sömürgeleşmeye gider.” Ona göre dil; devletin kendisinden ve hatta bayrağından daha önemlidir. Çünkü dil, kimliği ve kültürü yaşatmanın yegâne aracıdır. Bir millet devletini kaybetmekle yok olmaz ama kimliğini kaybetmek onu tarihten silebilir. Dile sahip çıkmak bir millet için geçmişini ve geleceğini korumak anlamına gelir. Bir nevi vatan nöbetidir.

Bu hassasiyeti yüzünden dilin sadeleşmesini, Arapça ve Farsça kelimelerden arındırılmasını savunan çevrelerle hep kavgalıdır Cinuçen Hoca. Bir karşılaşmalarında kendisini iğneleyen Cahit Külebi’ye (eski Türk Dil Kurumu’nun yazmanı) derdini şöyle anlatmaya çalışır: “… ben sadeliğe de Türkçeye yeni terimlerin kazandırılmasına da karşı değilim.” Onun karşı olduğu şey dilin ve sanatın politik bir malzeme olarak kullanılmasıdır. 1000 yıllık kelimelerin politik hesaplar uğruna heba edilmesidir. Onların yerine “öz Türkçe” adı altında toplumsal hafızamızda hiçbir karşılığı olmayan kelimelerin ikame edilmesidir.

Tanrıkorur, Cumhuriyet rejiminin dil politikasını tasvip etmediği gibi, gelecek eleştirileri hiç umursamadan, bunun neden yanlış olduğunu da sarih bir şekilde izah eder kitabında: “Açık konuşmak daima hayırlıdır; siyasi rejim değişikliği başka şey, geçmiş kültüre düşmanlık başka şeydir. Osmanlı rejim olarak silinirken dilinin, edebiyatının, mûsikîsinin, mimarisinin, örf ve adetlerinin ve nihayet inanç sisteminin toptan inkâr edilmesi (eski deyimle keenlemyekün addedilmesi) çok, ama çok büyük bir yanlış olmuştur.” Ona göre işlerin bu noktaya gelmesinde Türk aydınının yaşadığı travma etkili olmuştur. Tanzimat bir depremdir ve o deprem, bu milletin aydınlarında büyük bir beyin travmasına yol açmıştır.

Dilde sadeleştirme veya öz Türkçeleştirme politikalarının en büyük hedefi Arapça ve Farsça kelimeleri dilden atmaktı. Peki, bu ne anlama geliyor? Bu kelimeleri dilimizden çıkarmanın maliyeti nedir? Bir mûsikîşinas olan Tanrıkorur bu soruyu şöyle cevaplandırır: “Arapça ve Farsça kelimelerle karışmadan önceki sert ve mûsikîsiz Türkçe; Karahanlılara (yani İslâm’a) kadar ki ‘budun’, ‘uruldı’, ‘küvrük’ örneklerindeki gibi; sadece açık ve kapalı heceleri olan bir dildi. Ama o dil öyle kalmadı, kalamazdı. Önce İslâm’ın, sonra tasavvufun sonra büyük bir medeniyetin ve imparatorluğun dili oldu. Daha önce olmayan kısa ve uzun heceler açık ve kapalı hecelere katılarak dili zenginleştirdi. Böylece hem sözlük, hem âhenk bakımından muhteşem bir ifade gücü ve ses mimarisi meydana geldi.

Türkçe 1000 yıllık muhteşem bir medeniyetin dilidir

Ona göre klasik Türkçe 1000 yıllık muhteşem bir medeniyetin dilidir. Onu bu derece zengin yapan diğer dillerle etkileşimidir: “İnsanlar, içeri-dışarı bir şey sızdırmayan beton sınır duvarları içinde değil, büyük kültür aileleri halinde yaşarlar; bu yüzden de dünyada hiçbir dilin saf kalmış olması mümkün değildir. Hele bir de içinde hemen her dil, din ve kültürden milyonların yaşadığı, Hindistan’dan Fas’a kadar uzanan bir imparatorluğu düşünürseniz, bir değil birçok mozaiğin bir araya gelerek nasıl bir dil ortaya çıkarmış olabileceği kendiliğinden ortaya çıkar. Acaba sadece Arapça ile Farsça mıdır; 1000 yıl boyunca Türkçe ile karışagelmiş olan? Bugün artık Türkçeden hiçbir şekilde koparılması mümkün olmayan “efendi” kelimesinin Rumca olduğunu kaç Türk bilir? Ayrıca bilinse ne olur?

“Eğer Türk kültürü diye bir şey varsa bu muhteşem Türk dili sayesinde var olmuştur” diyen Cinuçen Hoca gençlerin ve çocukların bu konuda bilinçlenmesi gerektiğini ısrarla vurguluyor kitabında. Bunun bir yolu da onlara sözlük kullanma alışkanlığını kazandırmaktır. Ne de olsa “kamus namustur” ve gençlerin ona sahip çıkması gerekir. Bununla yetinmeyip gençlere şu nasihatlerde bulunuyor: “Sevgili gençler, tarihiniz ve kültürünüzle gurur duyuyorsanız (ki öyle olduğunuz sürece bu ülke var olmaya devam edecektir) dünyanın en büyük güzelliklerinden biri olan dilinizi çok sevin; iyi değil, çok iyi öğrenmeye çalışın; art niyetliler tarafından bozulmasına göz yummayın. Bilgisizce kullananlara kızmayın (çoğunluğu masumdur) ama yanlışlarını düzeltmekten de çekinmeyin.” Ve nasihatlerini şu şekilde sonlandırıyor: “Dilinizi iyi öğrenmek için hiçbir emeği esirgememenizi diliyorum. Her an aklınızda olsun ki, dilini kaybeden her şeyini kaybetmiş demektir.

Munise Şimşek

https://www.dunyabizim.com

adminadmin