Fikir
Giriş Tarihi : 05-04-2017 09:14   Güncelleme : 05-04-2017 09:14

Cumhurbaşkanlığı Sistemi Üzerine Teo-Politik Bir Değerlendirme

​Türkiye’de yeni dönem, 10 Ağustos 2014’te, Cumhurbaşkanı’nın halkın oylarıyla seçildiği gün başlamıştı. Bu tarihten sonrası Türkiye için “Yeni Türkiye” söylemi ile ifade edilen yeni dönemdir.

Cumhurbaşkanlığı Sistemi Üzerine Teo-Politik Bir Değerlendirme

Bu yeni dönem, dış politikadan ekonomiye, sosyal politikalardan eğitime tüm alanlarda köklü yapısal değişikliklere gidileceğinin de habercisidir. En önemlisi, seçkinciliğin ve elitizmin egemenliğinin, artık halkın iradesinin hâkim olduğu ve her şeyin halkın çıkarları doğrultusunda yapılmaya çalışıldığı “Yeni Bir Türkiye” anlayışına bırakmaya başlayacağı günler aralanmıştı. Nitekim halkımız, 15 Temmuz hain darbe kalkışması karşısında, cansiperane karşı duruşuyla destan yazmıştır. Hakimiyetini yedi düvele bir kez daha kanıtlamış ve artık Türkiye’de halkın istemediği veya tasvip etmediği hiçbir durumun asla söz konusu olmayacağı açık bir tezahüre bürünmüştür. 

Cumhurbaşkanının halkın oyuyla seçilmesi ve seçilen Cumhurbaşkanı’nın da -Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın- ilk günden farklı bir cumhurbaşkanı olacağını açıkça ifade etmesi, Türkiye’de eskiden beri dillendirilmesine rağmen, bir türlü hayata geçirilmeye teşebbüs dahi edilemeyen sistem değişikliklerini öncelemiştir.

İçeride “Gezi Olayları”, 17/25 Aralık Süreci”, “15 Temmuz Kanlı Darbe Teşebbüsü”  ile sonunda üstesinden gelinen “PKK terörü”, dışarıda ise Irak ve Suriye sorunun yarattığı bölgesel terör ve sınır güvenliği sorunu ile Türkiye’nin küresel bir aktör olmasını engellemek için terör örgütleri ve vekâlet savaşlarıyla Türkiye’yi kuşatmaya çalışan Batı dünyasının ikircikli politikaları unutulmamalıdır. Bunların kaynağı sorgulanmalıdır. Ülkemizin; gücün, vesayet odakları eliyle yürütüldüğü bir sistemden güçlü liderler eliyle kullanıldığı yeni bir sisteme geçmesinin artık bir seçenek değil, gereklilik olduğu açıkça ortadadır.

İşte bu çerçevede Ana-muhalefet Partisi CHP’nin ve vesayet odaklarının tüm karşı çıkışlarına karşı AK Parti ve MHP’nin müzakereleri ve mutabakatı ile hazırladıkları hükümet sistemi değişikliğini öngören “Anayasa Değişikliği Paketi”, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden geçmiş, Cumhurbaşkanlığı Makamı’nca onaylanmış ve Yeni Türkiye’de artık temel aktör konumunda olan halkın tercihine sunulmak üzere 16 Nisan’ı beklemektedir.  

Anayasa değişikliğini öngören bu paketi her yurttaş incelemelidir. Birilerinin söylediği gibi güçler ayrılığı konusunda yöneltilen eleştirilerin haklılığı değerlendirilmelidir.  Sorunun kültürel kodlarının daha iyi kavrayabilmek için teolojik bir değerlendirmenin de faydalı olacağı kanaatindeyiz. Peki böyle bir değerlendirmenin devlet ve yönetimi ile nasıl bir ilgisi olabilir…

Ülkemizde, devletin organlarının; yasama, yürütme ve yargının birbirinden ayrılığını öngören kuvvetler ayrılığı ilkesi üzerine dayanan parlamenter sistem ile yasama ve yürütme kuvvetlerinin birbirinden ayrılmasıyla oluşan bir hükümet yer almaktadır. Biraz daha yakından bakıldığında, bir tarafta yasama içinden ortaya çıkan ve yasamaya karşı sorumlu olan bir hükümet (bakanlar kurulu) diğer taraftan da yasama organı veya -10 Ağustos 2014’den itibaren- halkın oylarıyla seçilen ve hiçbir sorumluluğu olmayan cumhurbaşkanı/devlet başkanı bulunmaktadır. “Kuvvetler ayrılığı ilkesi”, esasen denge ve denetleme işlevi görmesi gerekirken ne yazık ki ülkemizde daha çok güçlerin birbirini frenlemesi için kullanılagelmiştir. Hatta zaman zaman da birbirleri üzerine otoriter güç olmasına hizmet edecek şekilde işletilmiştir. 2007 yılında Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde Parlamento ile Anayasa Mahkemesi arasında yaşanan 367 krizi bu durumun en açık delilidir.

Ülkemizin de içinde bulunduğu sistemin kökleri her ne kadar antik Yunan’a kadar götürülse de kurucu babası Fransız düşünür Montesquieu’dur. Kısacası bu sistem, paganist Yunan ile daha sonra paganist unsurların da dahil edilmesiyle günümüzdeki şekli verilen Hıristiyan düşüncesinin bir ürünüdür ve bu haliyle sistem, Hıristiyanlıktaki teslis doktrinini çağrıştırmaktadır.

Bilindiği üzere kuvvetler ayrılığı sisteminde yasama kural koyucu ve yasa yapıcı, yürütme yapılan yasalar çerçevesinde yasama ve yargı dışındaki faaliyetleri yasama adına yürüten erki, yargı ise kanunlara göre vatandaşın ve yürütmenin uygulamalarını denetler. Kısaca bu sisteme göre yasama kanun koyucu, yürütme idare edici, yargı ise denetleyici gücü temsil etmektedir.

Kuvvetler ayrılığı ile teslis dogmasını birlikte düşündüğümüzde de teslisin ilk unsuru olan Göksel Baba’nın yargıya, ikinci unsuru olan Oğul’un yasamaya ve Kutsal Ruh’un da yürütmeye karşılık gelebileceğini söyleyebiliriz. Baba (Tanrı), Oğul (İsa) ve Kutsal Ruh üçlemesinden oluşan teslis inancında; Baba yaratıcıdır. Baba’dan sudur eden Oğul idare edicidir. Baba’dan ve Oğul’dan sudur eden Kutsal Ruh ise oğulun yani İsa’nın ikinci gelişine kadar onun adına idare edici gücü temsil etmektedir. Buna göre nasıl ki Hıristiyan düşüncesi tek bir ilaha inanmakla beraber, bunu üçe ayırarak ve her birine ayrı bir fonksiyon vererek ilahi gücü parçalıyorsa, siyasi bir sistem olarak kuvvetler ayrılığı modeli de yönetim gücünü denge ve denetleme adına üçe bölerek gücü dağıtmaktadır.

İşte bu yönetim sistemi Hıristiyan düşüncesinin ve kültürünün ve onların temeli olan antik Yunan düşüncesinin hakim olduğu coğrafyalarda sorunsuz bir şekilde uygulanabilir olmasının nedeni bununla doğrudan ilintilidir. Buna karşın, tanrısal gücün tekliğini yani teslise/çokluğa karşı tevhidi/birliği öngören İslam düşüncesinin yaygın olduğu coğrafyalarda aynı şeyi söylemek çok mümkün görünmemektedir. Nitekim bu sistemin ülkemizdeki uygulanma serencamına bakıldığında, birbiriyle uyum içinde işlemesi, çalışması gereken yasama, yürütme ve yargı erklerinin bağımsızlıklarını ilan ederek birbirlerine karşı güç devşirme yarışına girdikleri ve bu durumun da devlet yönetiminde ciddi sorunlar teşkil ettiği herkesin malumu olmuştur.

Devlet yönetiminde güçlerin birbirlerini denetlemesi adına kuvvetler ayrılığı prensibi elbette ki önemli bir siyasi yönetim modelidir. Ancak batı Hıristiyan düşüncesinin ürünü gibi görünen bu ilkenin, ülkemizde işlevsel bir şekilde uygulanabilmesi için toplumun kendi kodlarının dikkate alınarak yeniden dizayn edilmesi gerekmektedir. Referandum yolunda olan anayasa değişikliği ile getirilmek istenen güçlü ve sorumlu cumhurbaşkanlığı sistemi ile kuvvetler ayrılığı ilkesi, kültürel kodlarımızla ve tarihsel müktesebatımızla uyumun sağlanması için bir fırsattır. Buna göre ithal edilen siyasi modellerin, aynen uygulanması yerine, onların halkın talepleri ve kültürel kodları doğrultusunda millileştirilmesi yoluna gidilerek, Türkiye’nin şartlarına özgün bir modelleme yapılmasının yerinde bir karar olduğu inancındayız. Çünkü bu yeni modelle, 1982 Anayasası’nın doğurduğu vesayet odakları merkezden çıkarılarak, halk, dolayısıyla da halk tarafından seçilen “Cumhurbaşkanı” merkeze konulacak, diğer tüm kurumlar ise bu merkezin etrafında dönen ve halkın menfaati için onunla uyumlu çalışan yörüngeler olarak yerini alacak, devlet kendinden beklenen tüm işlevleri de bu ahenk ve sinerji içinde çok daha hızlı ve verimli biçimde yerine getirebilecektir.

Ayrıca yönetimde halkın iradesinin mutlak tecellisini öngören bu yeni sistem tüm aktörleri ile birlikte siyasal alanın yeniden şekillendirilmesini de öngörmektedir. Bu özelliğiyle de onun Türk siyaset kültüründe ciddi bir dönüşümü de beraberinde getireceği muhakkaktır. Bu değişim iddia edildiği gibi otoriterliğe, dolayısıyla da diktatörlüğe değil, tüm kurumların adalet ve erdemi merkeze alarak aynı hedef doğrultusunda sadece kendi işine odaklanmasına kapı aralamaktadır. Örneğin bu yeni sistemde tıpkı Cumhurbaşkanı gibi halk tarafından seçilen parlamenterler yürütme ile ilgili konularda iş takipçiliğini bırakarak tüm mesailerini yasama işlerine dolayısıyla da gerekli ve uygun kamu politikalarının geliştirilmesinin önünü açan yasal düzenlemelere ve yürütme erkini denetleme işine tahsis edeceklerdir. Keza bu yeni sistemde yargı erkinin sadece bağımsız değil, aynı zamanda tarafsız da olması öngörülerek denetim işlevini yerine getirirken yargıçların aidiyetlerinden ve dünya görüşlerinden arınarak karar vermeleri anayasal olarak teminat altına alınmaktadır.

Sonuç olarak batı düşüncesinin ürünü olan kuvvetler ayrılığı ilkesinin Türkiye’nin kültürel ve milli kodlarına uygun olarak yeniden dizayn edilen yeni hükümet sisteminde yürütme gücü tüm vesayet odaklarından arındırılarak tek bir elde yani “cumhurbaşkanında” toplanmakta, yasama ve yürütme erkleri de kendi alanlarına çekilmekte ve böylece atanmış bürokrasinin hegemonik iktidarının sona erdirilmesi hedeflenmektedir. Halkın tercihine sunulan Cumhurbaşkanlığı sistemi reformu ile yönetim gücünü vesayet odaklarına dağıtan teslisci hükümet modelinden yürütmeyi tamamıyla halkın çoğunluğunun oylarıyla işbaşına gelecek olan cumhurbaşkanında toplayan tevhitçi bir yönetim modeline geçilmiş olacaktır. Haddizatında bu hükümet sistemi, tüm kesimlerin aktif katılımı ile 15 Temmuz hain darbe kalkışmasını bastıran halkımızın başlattığı “aktif yurttaşlık”, “aktif temsiliyet” ve “etkin siyaset” döneminin taçlandırılması anlamına gelmektedir. 

[email protected]

 

 

 

 

 

adminadmin