Kent Kültürü
Giriş Tarihi : 06-10-2013 10:57   Güncelleme : 06-10-2013 10:57

DAS KAPİTAL'E KARŞI DAS DAVA

Bugün romancı kimliği ile tanıdığımız Mehmet Niyazi, o dönemin öğrenci liderlerinden. Birkaç arkadaşıyla birlikte Karl Marx'ın Das Kapital'ine karşı Das Dava adlı bir iktisadi doktirin kitabını yazarak teksirle dağıtmaları o dönemin hatıraları içinde yer alıyor.

DAS KAPİTAL'E KARŞI DAS DAVA
Acaba nereden başlamalı? Hayatının son nefesine kadar bir zamanlar Freud'un yanında çalışmış olmasıyla övünen, son nefesinde yıllar boyu gizlediği bir şeyi açıklıyormuşçasına arkadaşının kulağına 'aslında Jung' haklıydı diye fısıldayan Izeddin Şadan'dan mı, hayatını işportacılıktan kazanan, öldüğünde her yanı çürümüş kütüphanesinden 30 bin cilt kitabı kurtarılan ve hepsini okuduğu bilinen 'hizmet' adamı Hilmi Oflaz'dan mı...

Belki 27 Mayıs'ın kudretli subayları ya da cunta hareketlerinin taşeronları daha ilginç gelir size? Aslında öğrenci liderlerinden de bahsedebiliriz. Necip Fazıl, Osman Yüksel Serdengeçti, Erol Güngör, Ali Ihsan Yurt gibi şairler, yazarlar baş aktörleri bu sahnenin...
 
Burada meczupla profesör, emniyet amiriyle ispiyoncu polis adayı, Das Kapitalciyle, Das Dava'cı yanyana. Herkesin bir lakabı var; Le Monde Hasan, Filozof Cemal vs.
 
Marmara Kahvesi'nden ve cemaatinin adlandırmasıyla "marmaratörler"den bahsediyoruz. Marmara Kahvesi de, marmaratörler de artık yok. Sadece hikayesi, hikayeleri var. 1950'li yıllarda Beyazıt Camii'nin bitişiğinde yer alan 'Küllük' kahvesi, cami çevre düzenleme çalışmaları sırasında yıkılınca Küllük'e takılan yazar çizer takımı tramvay yolunun öte yakasında, Marmara Kahvesi'ni mekan tutar. Marmaratörlerin hikayesi böyle başlar, seksenlere kadar da sürer. Marmara Kahvesi'ni, önemli şahsiyetlerin biyografi çalışmalarını okurken hayatlarında önemli bir yer tutan mekan bahsinde görmüş olabilirsiniz. Genç kuşakların "bir zamanlar böyle bir yer varmış" diyecekleri, "dar—ı bekaya intikal etmemiş" kişilerin kendilerini bulacakları Marmara Kahvesi'nin bir romanı var artık. Ötüken Yayınları'ndan çıkan Deliler ve Dahiler, sadece yaşı kemale ermiş 'Marmaratörler'i değil 60'lı 70'li yılları merak eden herkesin ilgisini çekiyor. Yazarı Mehmet Niyazi, "Hiçbir romanımdan almadığım tepkiyi bu romanda aldım. Ben de şaşırdım. Halbuki Islam Devlet Felsefesi, Türk Devlet Felsefesi kitaplarından bu yankıyı beklerdim" diyor.
 
Herkes birbirini tetikliyor
 
Marmara Kahvesi'ni anlatan romanı önemli kılan unsur, romanın gerçek kişi ve olayları yansıtıyor olması. Bir çeşit anısal yakın tarih. Sadece tutuklanmak üzereyken intihar eden kişi olarak karşımıza çıkan Binbaşı Hüsrev, sadece ismi değiştirilmiş gerçek şahsiyet. Mehmet Niyazi, tipik Marmara müdavimi Binbaşı Hüsrev'in Marmaratörler tarafından çok kolay çözülebileceğini söylüyor. 27 Mayıs ihtilali sonrasında bir ile emniyet müdürü olarak atanan bir asker, emekli olduktan sonra Marmara Kahvesi'ne takılmaya başlar. Erken uyananın cuntacılığa soyunduğu bir dönemde askerin 'abi sen ne büyükmüşsün' tetiklemesiyle başlayan, "büyük olayların büyük organizatörlüğüne" soyunması, tedavisi mümkün olmayan bir sürece sürükler onu. Bazen mitinglerin ön saflarında, bazen kahvenin bir köşesinde fısıldaşırken görürüz kendisini; büyük kalabalıklar ondan habersiz, o büyük kalabalıkların görünmez lideri. Örgütlemeyle ilgisi yoktur ama, bütün olayların arkasında sanki o vardır, sahici bir paranoyadır yaşadığı. Mehmet Niyazi, herkesin birbirini tetiklediği bir ortam olarak niteliyor Marmara Kahvesi'ni.
 
Kahvehane, diplere de zirvelere de tanık oluyor. En saygını da, en 'çapulcu'su da orada. Ilk önceleri her kesimden insanın yer bulabildiği bu mekan 70'lerin sağ—sol kavgalarının hakim olduğu dönemde sağın tekeline girse de zaten eski havası kalmadığı için kısa bir süre sonra kapanır. "Deliler ve Dahiler"in yayıncısı Erol Kılınç "Cemiyetin çeşitli fikri yapılarıyla ilgili sivri uçları orada buluyordunuz " diyor, kahvehane için. Sağ camia neyi tartışıyor sorusunun cevabını burada bulmak mümkündü, en uç fikirlerinin at koşturduğu kahve, ispiyonculardan ve hafiyelerden azede değildi. Necip Fazıl adım adım takip ediliyor, her yaptığı hareket rapor ediliyordu sözgelimi. Bir tarafta normal bir kahve, bir tarafta entellektüel sohbetler, bir tarafta etkili, yetkili, 'hırslı' sivil ve askeri bürokratların takıldığı bir yer.
 
Kozmopolit olduğu kadar, açık açık herşeyin konuşulduğu, tartışıldığı bir yer. Fakat tartışma âdâbı var; üniversite öğrencisi büyüğüne hürmette kusur etmiyor, üstadlar konuşurken saygılıca dinliyor, sorularını da usûlünce soruyor. "Oturmak bile hiyerarşiye tabiydi" diyor Erol Kılınç. Müdavimlerinin arasında Ali Ihsan Yurt, Rıza Nur Akçalı gibi Risale—i Nur talebeleri, Erol Güngör, Necip Fazıl gibi aydınlar, Dündar Taşer gibi 27 Mayıs'ın kudretlileri de var.
 
Das Kapital'e karşı Das Dava
 
"Deliler ve Dahiler", hem yazarın öz yaşamını, hem de Marmara vatandaşlarından portreleri, en çok da Marmara Kahvesi kültürünü yansıtıyor. Mehmet Niyazi, "Bu önemli insanların yok olup gitmesini istemedim" derken ve kitabın isminden de anlaşılacağı üzre daha çok insan üzerinde duruyor. Mehmet Niyazi'nin hikayesi tıpkı Marmara Kahvesi gibi, Demokrat Parti zamanında sivil esnaf ve köylü çocukların da üniversiteye girmesiyle başlar. Aks—i sedası işitilmeyen sol söyleme karşıt görüşlerin 60'lı yıllarda sağ milli manevi değerlere sahip üniversiteli gençlerden gelmesi boşuna değildir yani. Bugün romancı kimliği ile tanıdığımız Mehmet Niyazi, o dönemin öğrenci liderlerinden. Birkaç arkadaşıyla birlikte Karl Marx'ın Das Kapital'ine karşı Das Dava adlı bir iktisadi doktirin kitabını yazarak teksirle dağıtmaları o dönemin hatıraları içinde yer alıyor. Teksirle basılan kitap günün üniversitelerinde yoğun bir tartışma başlatıyor. Fakat yıllar sonra Mehmet Niyazi'nin karşılaştığı bir olay o dönemlerin ruh halinin oldukça uzun sürdüğünü gösteriyor, anlatanı da dinleyeni de gülümsetiyor: "5—6 yıl önce Beyazıt Kütüphanesi'nde çalışıyorum. Ne için dışarı çıktığımı hatırlamıyorum, ama Istanbul Üniversite'sinin açılışı var, bir merkez komutanı da konuşma yapıyor. Merkez komutanı Türkiye'deki üç önemli tehlikeyi sayıyor; Bölücülük, Nurculuk ve Das Davacılık."
 
Ilk romanı IHL'liler için
 
"Ben gerçekleri yazarım" diyor Mehmet Niyazi. Balkan Harbi ve Çanakkale'den sonra bugünlerde Yemen Harbinin romanını yazmakla meşgul. Sonrasında Filistin, Milli Mücadele, Inkılaplar ve Menderes dönemlerini romanlaştıracak. Ilk romanı "Iki Dünya Arasında"yı imam—hatiplilere destek olmak için yazmış. "Kendim, Haydarpaşa Lisesi mezunuyum. IHL talebelerinin bizden daha ağırbaşlı, bizden daha vasıflı olduklarını görüyordum. Bizden daha fazla vatana millete hürmeti olan insanlardı aynı zamanda. Geçmişi, ıstılahı daha iyi biliyorlardı. Onların teşvik edilmeleri gerektiğini düşündüm. O tarihlerde abilerimize önerdim fakat buna yanaşan olmadı. Iş başa düştü, oturup ben yazdım, 1969'da." Peyami Safa'dan çok etkilendiğini söyleyen Mehmet Niyazi, romanın etkileyici bir araç olduğunu düşünüyor: "Albert Camus'un 'Yabancı' isimli romanını kim okumuş olursa olsun ben onu yürüyüşünden tanırım. Çünkü çok etkileyici bir roman." Edebiyat dalları arasında toplumla buluşması en kolay tür de roman ona göre: "Şiirin dilini çözmek zordur ama roman iyi yazılırsa çok şey anlatabilir."
 
Marksizm'in sanatı olmaz
 
Mehmet Niyazi, Orhan Pamuk'un roman tekniğini beğenmeyenlerden. Yıllar önce birkaç arkadaşıyla Orhan Pamuk'un Yeni Hayat'ını okuyup tartışmak üzere anlaşmışlar. Fakat gruptan hiç kimse bu kitabı okuyamamış. "Benim Adım Kırmızı'yı okumak istedim fakat okuyamadım" diyor. Mehmet Niyazi, sosyal, siyasal bir tezi anlatmak için roman tekniğinin kullanılmaması gerektiğini, bunun başka yazım türleriyle ifade edilebileceğini söylüyor. Nazım Hikmet'in güzel bazı şiirlerinin olduğunu kabul etmekle birlikte Mehmet Niyazi'ye göre sanat ruhi bir iştir, dolayısıyla insanın manevi yönünü inkâr eden Marksistlerin sanatçı olması mümkün değil.
 
200 yıllık sorun; darbeler...
 
Mehmet Niyazi'ye son yıllarda aşınmakta olan 'devlet' olgusuna vurgu yapmasının nedenini soruyoruz? "Bu kitap devletten ziyade nizamın önemini vurgular. Cuntaların, darbelerin kötü bir şey olduğunu, siyasal sistemde iktidara geliş gidişlerin nizam içinde olması gerektiğini savunur. Cunta kapısını açtınız mı oradan kimlerin gireceği belli olmaz. 200 yıllık dramımızın arkasında bu yatıyor. Kanunlar bana ne yetki verdi diye düşünmüyor, ben bununla kime efelik yapabilirim diye düşünüyor. Uzun bir dönemden sonra 1960'da darbe kapısını Ismet Paşa açtı maalesef, bir daha da kapanmadı. Mehmet Niyazi, J. J. Rousseau'nun "Geri Kalmış Ülkeler Orduların işgali altındadır" sözünü hatırlatıyor.
 
"Deliler ve Dahiler'in ikinci baskısı yeni ilavelerle daha hacimli olarak yakında okuyucuyla buluşacak.
 
MUHSIN ÖZTÜRK - AKSİYON
adminadmin