Fikir
Giriş Tarihi : 05-06-2016 17:34   Güncelleme : 05-06-2016 17:34

Denizcinin Ramazanı

1

Denizcinin Ramazanı
1.Tadı damaktan gitmeyen iftar yemekleri Bunca yıldır oruç tutarım ama “en lezzetli orucun hangisidir?” diye sorsalar hiç tereddüt etmeden Askeri okulun ilk yılındaki iftar yemeğini söylerim. Zira aradan 25 yıl geçtiği halde tadı hala damağımda duruyor. Değerli Hocam Niyazi Beki anlatmıştı; arpa ekmeği ile oruç açtığını ve bu ekmeğin ne kadar lezzetli olduğunu ancak Ramazan ayında fark ettiğini. İşte bende bir Ramazanda gerçek lezzet ve iştahı tanıma fırsatı buldum. Lezzet deyince insanın aklına bir ziyafet sofrası geliyor. Lakin o büyük ziyafet sofralarında gerçek lezzet fark edilmez. Ancak Ramazan gibi ibadetler sayesinde insan, gerçek iştahı ve lezzeti fark edebilir. İşte yaşadığım bir örnek… O seneki Ramazanda doğru dürüst yemek bile görmemiştik. Bilakis birkaç bisküvi ve çay ile oruç açıyorduk. Biraz tuhaf gibi gelebilir lakin o yıllarda yaşadığım bazı olayları anlattığım takdirde bu konu açıklığa kavuşabilir. O yıl Bahriye Mektebine girdiğimiz ilk yıldı. Ne yazık ki okul idaresi oruç tutmayı yasaklamıştı. Bu yasak her yıl olmasa da okul komutanının keyfine göre uygulanmaktaydı. O yılki komutan önceki yılda olduğu gibi oruç tutmayı yasak etmişti. Yıllarca hiç ara vermeden oruç tutmuş biri olarak bu durumu çok tuhaf ve acımasız olarak karşılamıştım. Ama ne olursa olsun orucumu tutmaya da kararlıydım. Zorla yedirecek değillerdi ya? İlginçtir benim gibi en az 15-16 sınıf arkadaşımda aynı kararı vermiş “ne pahasına olursa olsun” oruç tutmayı göze almışlardı. Fakat Ramazanın ilk günü komutanlarımızın sert tedbirler aldığını gördük. Askeri okul idarecileri ve komutanları, bizi iftar zamanı yemekhaneden adeta kovarcasına uzaklaştırmış iyi bir de fırça atmışlardı. Biz yine de seviniyorduk zira öğrenci numaralarımızı kaydedip kimlik kartlarımıza el koymadıkları için seviniyorduk. Çünkü böyle bir durumda hafta sonu izinsiz kalmak veya oda hapsi cezası ile cezalandırılma durumu vardı. İlginçtir okuldaki en az 120 Libyalı öğrenci için iftar yemeği çıkıyordu. Onlar afiyetle iftar ederken aynı okulun öğrencisi biz Türkler üvey evlat muamelesi görüyorduk. Hem de kendi ülkemizde… Her ne ise… Yine bugünkü gibi bir yaz ayında (1983 yılı) o geç iftar saatinde teneffüshanenin yolunu tuttuk. Okul kantinden aldığımız bisküvi ve benzeri şeyler ile orucumuzu açtık. Birde güzel bir çay demlemiştik. Fakat o ne güzel iftar yemeğiydi. “Ya Rabbi, her zaman bize öyle güzel nimetlerini gönder” diye daima dua etmişimdir. İnanılması güç ama hakikattir, o yıl tutuğum oruç, benim en güzel oruç ve iftar sofraları idi. Demek ki insana lezzet zevk veren gıdalar değil o an içinde bulunduğu haleti ruhiye olsa gerektir. Şimdi daha iyi anlıyorum ki; her güzel şey imanla ve Cenabı Allah’ın rahmeti, lütfu iledir. Eğer O, isterse en ucuz bir gıdayı hatta kuru bir parça ekmeği dahi güzel gösterdiği gibi, en nefis sofradaki nimetleri dahi tatsız ve acı hale getirebilir. Rabbimden niyazım, bütün inananları ve din kardeşlerimizi, hakiki iştahı kazanan ve koruyan kullarından eylesin… 2.Ramazan ayında Müslüman olduğunu hatırlayanlar Bazı insanlar ne hikmetse sadece Ramazan ayı girince Allah’ın kulu olduğunu ve Allah’a karşı ibadet etmekle yükümlü olduklarını anlar. Elbette sadece Ramazan ayı değil bütün bir ömür boyunca ibadet etmekle yükümlü olduğumuzu özellikle namaz gibi ibadetlerin boynumuzun borcu olduğunu bilmek gerektir. Özellikle namaz gibi dinin direği olan ve beş vakit kılınması emredilen bir ibadet şükür vazifesini yerine getirmek için en iyi fırsattır. Bahriye Mektebinde okurken bazı arkadaşlarımda bu hastalığı hissetmiştim. Özellikle de Libyalı öğrencilerde. Bu öğrenciler bir yılı hazırlık sınıfı olmak üzere toplam beş yıl ülkemizde misafir öğrenci olarak eğitim alıyor, mezun olanlar kendi ülkelerinde aynen bizim gibi teğmen rütbesi ile göreve başlıyorlardı. Her sınıfta yaklaşık 30 tane Libyalı öğrenci bulunurdu. Bizim sınıfımızda da bu kadar öğrenci olmasına rağmen ancak 26 öğrenci mezun olmuştu. Libyalı arkadaşlarımızın en ilginç özelliklerinden bir tanesi “Ramazan ayı süresince ibadetle vazifeli olduklarını” hatırlıyor olmalarıydı. Zira Mübarek Ramazan ayı girdiğinde büyük bir oranda öğrenci namaza başlar hatta cemaatle teravih namazı bile kılarlardı. Ben de onların bu cemaatle namazına birkaç defa iştirak etmiştim. Bu öğrencilerden Salim isimli bir sınıf arkadaşımı diğerlerinden ayırmak gerekir. Zira o, sadece Ramazan ayında değil her gün beş vakit namazını kılardı. Türkçesi biraz zayıf olduğu için çok konuşamazdı lakin kendisi ile ne zaman karşılaşsak selamlaşır birbirimizin halini hatırını sorar namaz kılmanın vermiş olduğu mühim bir kardeşlik bağı ile birbirimizin duasını alırdık. Salim, bir üst sınıftan bizim sınıfa kalmıştı. O yüzden Libyalı öğrencilerle de fazla bir samimiyeti yoktu. Şimdi ne haldedir, ne yapıyor bilmem ama Cenabı Allah’tan bütün Müslüman kardeşlerimizin işlerini rast getirmesini niyaz ediyorum. Libyalı arkadaşlarımızdan beş-altı öğrenci son sınıfta beş vakit namaz kılmaya başladı. Ramazan ayının bereketi ile bu arkadaşlar mezun olana kadar namazlarını kılmaya devam ettiler. Bizim Türk öğrenciler ise sadece Ramazan ayında ve Kandil gecelerinde ibadet ederler diğer zamanlarda ise ellerinden geldikçe gizli olarak namaz kılmaya çalışırlardı. Maalesef anne ve babalar hatta bazı fena hocalar “Namazlarınızı açıktan kılmayın, evinizde kaza edersiniz” Hatta “ima ile kılın” diye gayet kötü bir şekilde nasihat ederek namaz kılan bir iki öğrencinin de ibadetine mani olmuşlardı. O yıllarda askeri öğrenciler “irtica” suçlaması ile sık sık askeri okullardan ayrılmak zorunda kalıyor bu nedenle namaz kıldığı için dindar görünmek istemiyorlardı. Fakat ben ve Salim, sınıf arkadaşlarımızın aksine ne pahasına olursa olsun namazlarımızı gizlememiş namazın önemini fiillerimizle ispatlamış olduk. Sonunda Allah’ın izniyle ikimizde mezun olduk lakin sayıları binlere varan askeri okul öğrencisi sırf namaz kılıyor diye okullarından ilişiği kesilmişti. Elbette ruz-i mahşerde bunların hesabı görülecek… 3.Suyun kaldırma kuvveti Bahriye Mektebindeyken Libyalı sınıf arkadaşlarımdan Mahmud namaz kılmaya başlamıştı. Bu arkadaşım, benden her sabah kendisini sabah namazına kaldırmamı istemişti. Ben de memnuniyetle kabul etmiştim. Zira sadece Ramazan ayında değil artık devamlı olarak namazını kılacaktı. Fakat bu iş bir hayli sıkıntıya yol açtı zira Mahmut, bir türlü derin uykusundan uyanmak istemiyordu. Ne kadar uğraşırsam uğraşayım bir türlü uyanmıyordu. Hatta yatakhanedeki bütün öğrenciler uyanıyor, bizimki bir türlü uyanmıyordu. Bu işin böyle devam etmeyeceğini zira bir türlü uyanmadığını söyleyince, benden tekrar uyandırmamı rica etti. Bende “günah benden gitti diyerek” sabahleyin yine uyandırmaya gittim. Fakat “çare yok” Mahmut, bir türlü uyanmıyordu. Burnunu sıkıyor, göz kapaklarını kaldırıyorum hatta tokat atıyorum, nafile. Adam bir türlü uyanmıyor. Neyse güç bela bir iki defa uyandı. Fakat ben bu işi daha fazla yapamayacağımı söyledim. Çünkü diğer öğrenciler bu uyandırma faslından bayağı rahatsız olduklarını söylediler. Mahmut, bu sefer başka bir yol denememi ve “su” yardımı ile uyandırmamı söyledi. “Suyun kaldırma kuvvetinin” aynı zamanda bu işe yarayacağına aklım ermemişti ama “deneyelim” dedim ve sabah namazı için tekrar uyandırmaya gittim. Abdest aldıktan sonra avucuma su dolduruyor yatakhaneye gidinceye kadar elimde kalan suyu taşımaya çalışıyordum. O sabah inanılmaz bir şey oldu. Bizim bir türlü uyanmayan Mahmut, yanaklarına bir iki damla su damlayınca birden uyanıverdi. Ben bu işe önce inanmadım, ertesi gün bakalım ne olacak diye merakla bekledim. Fakat tokatla, yumrukla uyanmayan Mahmut bir-iki damla su ile çok kolay bir şekilde uyanıyordu. Tıpta böyle bir şeyin yeri var mıdır? Bilmiyorum ama suyun kaldırma kuvvetinin bu kadar etkili olduğunu böylece öğrenmiş oldum. Uykusu ağır olanlara tavsiye edilir… 4.Sahura kalkmak için etkili bir yöntem Bahriye Mektebinde ikinci yılımızdan itibaren oruç tutmak serbest olmuştu ve artık yemekhaneden iftar ve sahur saatlerinde istifade edebiliyorduk. Anlamsız yasağın kaldırılmasında yeni okul komutanının tutumu kadar bizlerin oruç yasağına karşı kararlı bir şekilde direnmemizin de rolü olmuştu. İftar ve sahur yemeklerimiz oldukça zevkli geçiyordu. Aşçılar, görevli askerler oruç tutan öğrencilere çok saygılı davranıyor, yemekleri ellerinden gelen bütün gayretle yapıyor ve en güzel şekilde servis ediyorlardı. Her şey iyiydi de yaz mevsimi olduğu için bir tek sahur saati çok erkene geliyordu. Sabah namazını kılmak için beklediğim için gece neredeyse hiç uyku uyuma fırsatı bulamıyordum. Bu nedenle sınıf arkadaşlarım sahur için uyandırdığı zaman “ben sonra geleceğim” der, biraz daha uyumaya çalışırdım. Sahura geç geldiğim için arkadaşlarım bazen yemeklerin tamamını yer, bana da bir şey kalmazdı. Bu durum onları üzer, “niçin zamanında kalkmıyorsun?” diye, bana kızar ve sitem ederlerdi. Fakat sonunda çok etkili bir yöntem buldular. Bir sahur vakti arkadaşım “kalk dedik bir kere” deyip beni yataktan aşağı yuvarladı. Ben ne olduğunu anlamamıştım ve bu sırada üst ranzadan düştüğüm için de bir hayli canım yanmıştı. Lakin arkadaşlarım bana öyle çok da acımadılar zira yemek kalmadığı için “mahcup duruma düşmekten” kurtulmuşlardı. Ertesi gün “bak Zafer geliyor” dediklerinde ben uykuyu bir tarafa bırakıyor zınk diye ayağa kalkıyordum. Sonunda afiyetle sahur yemeğini yemeye başladım. Sahurdan sonra bazı arkadaşlar uyumaya gidiyor ben birkaç arkadaşımla çay içip imsak vaktini bekliyordum. Öğrenci iken Ramazan ayı şimdiki gibi yaz vakitlerine gelmişti ve o dönemde çok az uyku uyuyorduk. Fakat her Ramazan ayında olduğu gibi o yıllarda da Ramazan bereketi ile gelmişti. Çok kısa zamanda Ramazan ayının güzelliklerine alıştık. Unutamayacağım güzellikte Ramazan ayını daha ihya ettik. Cenabı Allah, cümlemizin yaptığı ibadetleri kabul buyursun… 5.Sahur sevabından mahrum kalmamak için Askeri okulda olmamıza rağmen iftar ve sahur yemeklerimiz sanki “ailemizle birlikteymişiz” gibi hoş ve güzel geçiyordu. Öyle ki oruç tutmayan sınıf arkadaşlarımız bile bu güzel kaynaşma ortamından istifade etmek için iftar yemeklerine geliyor hatta sahura bile kalkıyorlardı. Askeri okullarda hemen hemen her şey tören nizamında yapılırdı. Sabah akşam “tabur” adını verdiğimiz içtimalarda toplanır uygun adımla gider, gelirdik. Hatta yemekhaneye giderken bile uygun adım yürür, üst sınıfların yerleşmesini bekler, nöbetçi subayının izniyle yemeğe başlardık. Nöbetçi subayı “Tanrının adıyla” der biz de aynısını tekrarlayarak yemeğe başlardık. Tabii bu arada benim gibi birçok kişi hatta sesli bir şekilde “bismillah” der besmele çeker öyle yemeğe başlardı. Yemek sonunda yine komutla “çok şükür” der eğer ses zayıf çıktı ise tekrarlatılır böylece şükür vazifemizi de yapmış olurduk. Denizcilerde köklerine bağlı olmak erdem sayıldığı için olsa gerek bazı dini vecibelerimizi “zorla” olsa da yapmış oluyorduk. Sekiz senelik askeri okul hayatı ister istemez öğrencileri bu törensel hareketlerden dolayı bıktırırdı. Fakat iftar ve sahur sofralarında askeri veya törensel adetler çok aza indirilmişti. Mesela normal yemeklerde “Tanrının adıyla” diyerek başlarken bu sefer besmele çekip afiyetle yemeğimize başlayabiliyorduk. Bazı sınıf arkadaşlarım oldukça iştahlıydı. Günde üç öğün yemek yedikleri yetmiyormuş gibi birde sahur yemeğine kalkanlara da rastlıyorduk. Böyle bir durum Bektaşi fıkralarına dahi konu olmuştur. Bir tanesinde; Bektaşi’ye sahura kalktığını görünce bir gün sormuşlar: —Hayrola erenler, hani sen oruç tutmuyordun? —Ne yani, oruç sevabından mahrum kalıyorum bir de sahur sevabından da mı mahrum kalayım. Diye cevap vermiş. Aynen bu Bektaşi gibi davranan arkadaşlarımıza hiç kimse kızmıyor Ramazan bereketi ile dolu olan sofralarımızdan herkes neşeyle kalkıyordu.   Cenabı Allah, bütün Ümmeti Muhammedin sofralarından bereketi eksik etmesin…   6.Askeri gemilerde oruç Bahriyede 15 yıl görev yaptım. Bu süre içinde çok şükür hiç ara vermeye gerek kalmadan orucumu tutabildim. Ne var bunda demeyin çünkü çeşitli bahanelerle orucumuzu bozmamız istenirdi. Gerçi seferi durumda ve bazı özel şartlarda oruç tehir edilip Ramazandan sonra da tutulabilir. Buna ruhsat veriliyor. Lakin çoğu zaman keyfi nedenlerle yasaklamalar oluyordu. Halbuki din; Allah ile kul arasındadır, buna kimsenin karışmaya hakkı yoktur. Eğer askerlik ve eğitim gibi nedenlerle oruç tutmak güçleşiyor ise komutanların görevi sadece tavsiyede bulunmaktır. Bundan fazlasına karışmak vicdan özgürlüğüne aykırı bir tutumdur. Her ne ise… Bahriyede bir çok defa oruç tutmak yasaklandığı halde nedense bana kimse karışmıyordu. Özellikle tatbikatlara çıktığımızda gemi komutanları oruç tutulmasını yasaklar tutan personelin cezalandırılacağını söylerlerdi. Diğer zamanlarda yani liman süresince oruç tutmak isteyenlere yemek çıkarılır kimseye zorluk çıkarılmazdı. En azından Harp Filosunda böyle idi. Muhriplerde yani destroyer veya fırkateyn adı verilen savaş gemilerinde disiplin işleri 2. Komutan tarafından sağlanır. Hoş ticaret gemilerinde de bu işi 2. Kaptan yapar. Bahriye ile ticaret gemileri arasında bir çok konuda olduğu gibi bu konuda da bir benzerlik vardır. Komutan, Gemi Komutanının verdiği emirlerin yerine getirilip getirilmediğini kontrol eder aksine davrananları cezalandırmakla görevliydi. Ramazan ile ilgili yasaklar vardı lakin oruç tuttuğu için cezalandırılan hiçbir askere rastlamadım. Belki benim çalıştığım gemiye has bir durumdur. Görev esnasında 2. Komutanlar ile konuşurken çocukluğumdan beri hiç Ramazan orucuna ara vermediğimi söylerdim. Onlar da bana karışmazlar hatta yasak olduğu tatbikatlar esnasında bile iftar yemeğinde gördükleri vakit “Allah kabul etsin” derlerdi. Tatbikat bittiğinde Ramazan mesaisi uygulanır yemekler iftar saatine göre ayarlanır, Ramazan ayının coşkusu ve güzelliği tüm gemiye yayılırdı. Tabii ki bundan mahrum kalanlarda oldukça çoktu. Gemi Komutanlarının neredeyse tamamının oruç tuttuğuna şahit olmuşumdur. Fakat bir tanesi çok ilginçti. Askeri okullarda dini konular ihmal edildiği için ne derece kötü sonuçlar doğurduğuna bir örnek olması bakımından oldukça ibretli olan bu olay umarım komutanları uyandırır ve akıllarını başlarına getirir. Efendim, bu Komutanımız hem oruç tutar hem de gündüz vakti ilaç içerdi. Midesi mi rahatsızmış nedir? İlaç içerken de “modern bir insan” olduğunu söyler dinimizin akıl dini olduğunu ifade ederek oruçlu iken ilaç içmenin bir sakıncası olmadığını söylerdi. Bir çocuğun bile bildiği ve sağlık durumu elvermeyenlerin oruçlarını erteleyebileceği gerçeğini ne yazık ki bu Komutanımız öğrenememişti. Bütün subaylar durumun nezaketi gereği böyle bir şeyin olamayacağını bildikleri halde susarlar kendisine herhangi bir cevap veremezlerdi. İşte dini bilgilerin hiç olmaz ise namaz, oruç gibi İslam’ın en önemli şartlarının askeri okullarda okutulması gerekliliği ortaya çıkıyor. Aksi takdirde bu olayda olduğu gibi üzücü ve cahilce hareketlerin doğması kaçınılmaz olmaktadır. Allah bütün yönetici durumundaki kardeşlerimize akıl, izan ve iman nasip etsin… 7.Gerçek İştah Neredeyse 5–6 yaşımdan beri oruç tutarım. Oruç ibadetinin en güzel taraflarından bir tanesi iftar sofrasıdır. Daha önce tadından habersiz olduğumuz birçok nimetin ne kadar güzel olduğunu ancak iftar sofrasında anlayabiliriz. Bir kuru ekmek parçası bile oruçlunun iftar sofrasında çok lezzetlidir. Zira oruç sayesinde “gerçek iştah” fark edilmiş olur. Özellikle birçok zengindeki iştah duygusu aslında iştah bile denmeyecek kadar zevksiz ve tatsızdır. Ne zaman olur ki aç veya susuz kalırız işte o zaman gerçek iştahı görmüş oluruz. Annelerimizin ve eşlerimizin yaptığı o leziz yemekleri gerçek iştaha sahip olmadığımız için çoğu zaman anlayamayız. İşte Ramazan orucu sayesinde birçok güzellikleri fark etme imkânına kavuşuyoruz. İştah konusu açılmış iken şu hususa dikkat çekmek isterim. Genellikle maddi durumu iyi olmayan insanlar nimetlerdeki lezzeti daha iyi fark ederler. Zira “insan bir şeyin kıymetini olmadığı zaman daha iyi anlar”. Zenginlerin en ala baklavadan aldığı lezzet, çoğu zaman gerçek iştah olmadığı için pek sönüktür. Fakat belki senede bir, bazen hiç baklava yememiş bir fakirin o yemek ve baklavadan aldığı tat ile arada dağlar kadar fark vardır. Gerçek iştahın ne olduğunu anlamak için iftar sofralarının yanı sıra çalışma sonrasında yenilen yemeklerden anlayabiliriz. Çocukken babamla iş arasında yediğimiz peynir ekmeğin tadını kırk yıl geçtikten sonra bile unutamıyorum. İşte bize gerçek iştahın ne olduğunu gösteren oruç ibadetinden dolayı ne kadar şükretsek, o kadar azdır. Rabbimiz, bizleri gerçek iştahı anlayabilen kullarından eylesin… 8.Ramazan’ın verdiği güç Bahriye mektebini bitirmiş görevime başlamıştım. Fakat o yıl çok üzüldüğüm bir olayla karşılaştım. Bahriye mektebi son sınıfında okuyan yedi arkadaşım dindar oldukları için okuldan ayrılmak zorunda kalmışlardı. Bu arkadaşlarımın en belirgin özelliği gizlemeye gerek duymadan namazlarını kılıyor olmaları idi. Ayrıca bu öğrenciler benim gibi vasat bir öğrenci değil okulun en başarılı öğrencileriydi. Her yıl “Komutan Onur Listesi” adı verilen disiplinli ve başarılı öğrencilere verilen ödülleri alırlardı. Mezun olduğum 1986 yılında İhtilalci Cumhurbaşkanı Evren, diline irticayı dolamış gittiği her yerde dindar insanlara verip veriştirirdi. Bu arada askeri öğrencilerden de bahsediyor dindar öğrencilerin ne derece tehlikeli olduğunu utanıp sıkılmadan söyleyip duruyordu. Tabii durumdan vazife çıkarmasını bilen bazı komutanlarda gereğini yapıyorlar irticacı adını verdikleri öğrencileri gözlerinin yaşına bakmadan okuldan atıyorlardı. Fetullah Gülen işte böyle bir fırsatı kaçırmayıp gizli bir örgüt kurdu. Nasılsa namaz kılmak oruç tutmak yasak ediliyor, dini kitapları okuyan öğrenciler okuldan atılıyor derhal emirler vermeye başlamış namaz ve oruç gibi ibadetleri komutanlarla birlikte yasaklamıştı. Belki bu yasağa uyan öğrenciler okullarından atılmadılar lakin sefahat ve günah bataklığına düşmekten de kurtulamadılar. Namazsız oruçsuz hatta içki için eğlenerek insan inançlarınını muhafaza edemez ki! Zavallı halkımız kuzu kuzu bu darbeci Evren’i dinliyor bazen de alkışlama gafletinde bulunuyordu. O yılları benimle yaşayanlar bilir, askeri okullarda birden irtica fırtınası esmeye başladı. Marksist öğretmenlerin ve dinsiz komutanların da katkısı ile dindar olduğu belirlenen binlerce öğrenci okullardan atıldı. Sıra Bahriye mektebine de gelmişti o yıl Deniz Lisesinde sıkı bir soruşturma yapılmış sonra Deniz Harp Okulunda da namaz kılan öğrenciler tespit edilmiş okuldaki disiplin ve başarı düzeylerine bakılmaksızın sırf darbecilere riyakârlık yapmak için öğrencileri okuldan atılmışlardı. Bir Ramazan günü savaş gemisinde görevli olduğum halde beni de Bahriye Mektebine çağırdılar. Öğrenci Alay Komutanı odasında bana ters bir laf söylediği için zaten yapılan haksızlığa duyduğum öfkeden dolayı kendisine bağırmaya başladım. Güya irtica nedeniyle beni sorgulamaya çalışıyordu. Fakat Ramazan gününün verdiği manevi atmosfer nedeni ile tuhaf bir durum meydana gelmiş nedense sorgulayan ben olmuştum. Kendisine “Marksist öğrencilerle niye uğraşmıyorsunuz?” Diye ters bir cevap verince kızarıp bozardı ve beni odasında bırakarak Okul Komutanının yanına çıktı. Bir müddet sonra döndüğünde “herhalde kavga çıkacak ve beni hapse atacaklar diye beklerken” nedense bana gayet iyi davranmaya başladı. Sonradan işin rengi belli oldu tabii ki; İki öğrenci odaya gelerek “benim kendilerine namaz kılmaları için baskı yaptığımı ve Said Nursi’nin kitaplarını okumalarını tavsiye ettiğimi” söylediler. Ben de herhangi bir baskı yapmadığımı fakat dini kitapları okumanın iyi bir şey olduğunu çünkü askerlerin dindar olması gerektiğini söyledim. Bütün bunlar yüz yüze yapılan konuşmalardı ve bir astsubay her şeyi daktilo ile kayıt altına alıyordu. Sonradan düşününce bu sözleri nasıl söylediğimi hep merak etmişimdir. “Konuşana değil konuşturana bak” diyerek “herhalde Allah konuşturuyordu” derdim. Bütün bu olanlardan sonra Alay komutanı oruçlu olup olmadığımı sordu. Bende “oruçluyum” deyince, önüme asker karavanasından yemek geldi. Aradan 22 yıl geçmesine rağmen bu yemek hala aklımdadır. Barbunya pilaki ile pilav vardı. Yemeğimi yedikten sonra ayrılabileceğim söylendi. Ben de gidip doğruca birliğime katıldım. Bu olay sonucunda ben ve arkadaşlarım ordudan atılacağımı beklediğimiz halde tam 11 yıl görevime devam ettim. Bir kimse çıkıp bana dindarlığımla ilgili hesap sormadı. Demek ki mübarek Ramazan ayının bereketi olsa gerek insanlar mertlikten ve doğru sözlülükten hoşlanmışlardı. Evet, en zalim insanlar bile onurlu bir cevap karşısında susabiliyor, hatta şaşırıp şok vaziyete düşebiliyorlardı. Bu olayı hayatım boyunca unutamadım. Demek ki doğruluktan şaşmamak gerektir, eğer Cenabı Allah’ın yardımı var ise hiçbir güçten korkulmaz, vesselam… (Bu hadiselerle ilgili olarak “Bahriyede 15 Yıl “ isimli kitabımdan geniş olarak bilgi edinilebilir. Yazar adı Vehbi Horasanlı, olup Yeni Asya Neşriyat kitapları arasındadır)   9.Ramazan'da sabır Gemi komutanlarının ve ticari gemilerin kaptanlarının oruç tutması birçok denizci tarafından istenmez. Zira bazıları oruçlu iken öyle agresif olur ki “tutmasa daha iyi olur” diye söylendiğini çok defa işitmişimdir. Zira Bahriyede iken bir gemi komutanımız oruçlu olduğu zamanlarda çok kişinin canını yakmıştı. Suçsuz yere ceza alan denizci arkadaşlarım sırf bu yüzden Ramazan ayının gelmesinden hoşlanmazdı. Oruçlu olmak insanları incitmeyi gerektirmez. Yunus Emre’nin: “Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil. Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil” dediği gibi, insanları kırıp dökerek sevap değil, günah kazanmak nasıl bir iştir, ben hala anlayabilmiş değilim. Cenabı Allah, “kul hakkı ile yanıma gelmeyin” buyurmaktadır. Her günahı affetmekte fakat insanlara karşı borcu olanları, karşılığını ödetmeden affetmemektedir. Hem Ramazan sevabını kazanmak sabır iledir. Başkasını incitip üzmek ile bu sevabın çoğu uçar gider. Belki günah kısmı boynuna yüklenir.  Bir kul hesap gününde mizana çıktığında önce haksızlık ettiği kişilere kendi salih amellerini vererek ödeşir. Eğer ameli kalmaz ise bu sefer haksızlık ettiği kişilerin günahını yüklenir. O halde “ben oruçluyum o yüzden yakıp yıktığım için kusuruma bakmayın” özrünün ne kadar anlamsız olduğu ortaya çıkmaktadır. Allah, Gafururrahim olduğu için bağışlamayı çok sever fakat kul hakkıyla ölenleri en küçük noktasına kadar ödeştirmeden cennetine koymaz, vesselam…   10.Gemilerde oruç saatlerinin belirlenmesi Deniz ortasında oruç tutmak biraz farklıdır. Zira geminin rotasına göre günler uzar veya kısalır. İftar ve sahur vakitlerini hesaplamak ayrıca astronomik seyir bilgilerini gerektirir. Hoş güneşin doğuş ve batışını görerek hesap kitap yapmadan da oruç tutulabilir lakin aşçının yemek saatini bilerek yemeği hazırlaması daha güzel olacaktır. Bir de hava kapalı ve fırtınalı ise Güneşin doğduğunu battığını görmek mümkün olmayabilir. Batıya doğru gidildikçe günler uzar genellikle bir gün 24.5 saati bulur. Yani o gün akşam saat sekizde iftar etmiş iseniz ertesi gün dokuzda iftar etmek zorunda kalırsınız. Doğuya doğru giderken bu sefer zaman tersine çalışır. Bu defa gün 23.5 saat olmaktadır. Yani ertesi gün bir saat önceden orucunuzu bozabilirsiniz. Eğer limanda değilsek saatleri kendimiz hesaplamak zorunda kalırız. Bazı limanlarda ki bu limanlar gayrimüslim ülke limanları ise yine aynı hesabı yapmak gerekir. Müslüman ülke limanlarında sorun olmaz zira iftar ve sahur saatleri televizyonlardan verilir. Zaten ezan sesleri ve bizdeki gibi minarelerin ışıkları iftar ve sahur saatlerinin belirlenmesinde kolaylık sağlar. Zamanı; ikinci kaptan hesaplar. İftar ve sahur saatlerinin belirlenmesi için notik almanaklarda bulunan sivil alacakaranlık zamanı esas alınır. Bu saat bütün notik almanaklarda (Astronomik seyir yardımcı kitabı) gün gün belirlenmiştir. Hesaplama için sadece bulunduğumuz mevkiinin hesaplanarak ayarlanması gerekir. Yani mahallî zamanı bulmak zorundayız. Bu durum aynen illere göre imsakiye çıkarmaya benzer. Her ilde farklı zamanlarda oruç bozulmakta, güneşin doğuş ve batışı farklı saatlere denk gelmektedir. İkinci kaptan olduğum zamanlarda işi garantiye almak için daima beş dakika geç olarak saatleri bildirirdim. Zira küçük bir hesaplama hatası orucun iadesini gerektirebilirdi. Yani yeniden o gün için oruç tutmak zorunda kalmayalım diye böyle orucu uzatırdım. Allah affeder inşallah. Bir hadis-i kutside “ben kulumun güzel zannı üzereyim” buyuran Rabbimizden daima affını niyaz etmeliyiz, vesselam… 11.Gemilerde oruç tutmak Gemi faaliyetleri günün 24 saati devam eder. Bu nedenle iftar ve sahur yemekleri nöbetleşe yenir. Ramazanın ilk günlerinde gemideki mürettebatın çoğu oruç tutmakla birlikte sonlarına doğru bu sayı azalır ve oruç tutanlar azınlığa düşer. Eskiden bu duruma çok üzülürdüm. Fakat daha sonra Kaptan olunca bütün sorumluluk üzerime bindiği için nedense üzülmemeye başladım. Nefsin böyle gafil halleri vardır. “Emri bil maruf” yani farzları yayma konusunda her Müslüman’ın üzerine vazifeler düşmektedir. Lakin dinimizde bazı ruhsatlar da bulunmaktadır. Örneğin seferi durumda bulunanlar bazı kolaylıklardan yararlanabilirler. Dört rekâtlı farz namazları iki rekât kılmak gibi. Bu şekilde kılınan namaz sünnet olduğu için daha da faziletlidir. Oruç konusunda da bazı kolaylıklar vardır. Niyet etmeden tutulamayan oruçlar daha sonra kaza edilebilir. 30 yıl boyunca denizlerde çalıştım. Şükür Rabbime ki hem askeri hem de ticaret gemilerinde bir gün dahi orucumu kazaya bırakmadım. Lakin gemi mesaisi ağır olduğu için oruç konusunda ısrarcı olmamaya da çalıştım. Zira bir nevi canları kaptana emanet edilmiş gemi ve denizcilerin, küçük bir dikkatsizlik sonucu kazaya yol açmaması için tedbir almak lüzumu vardır. Yine sonsuz şükürler olsun ki bunca yıllık gemi hayatım boyunca ciddi bir yaralanma ve hayat kaybı gibi acı olayları Rabbim bana yaşatmadı. Haza min fazli Rabbi… Oruç tutamayan denizcileri “nasıl olsa seferiyiz, yurda dönüp izne çıkınca telafi edersiniz” diyerek, teselli ederdim. Fakat aynen benim gibi hiçbir zaman orucunu bozmayan denizci kardeşlerime de rastladım. Bütün zorluklara rağmen hiç şikâyet etmeyen arkadaşlarım vardı. Elimden geldiği kadar gemi mesaisini hafifleştirmeye çalışsam da zorunlu faaliyetler örneğin yanaşma-kalkış manevraları esnasında yapacak bir şey yoktur. Elin adamı “yahu sen oruçsun biraz ağırdan al” demez. Kendi işine bakar. Fakat oruç Hıristiyanlık dininde de olduğu için çok saygı duyduklarını gördüm. Gerçi onların orucu bazı gıdaları ve et gibi yiyecekleri yememek şeklindedir. Müslümanların orucundan oldukça farklıdır. Ama inançlı insana dünyanın neresinde olursa olsun saygı gösteriliyor. Tecrübeyle sabittir. 12.Gemilerde aşçının iftar yemeğini hazırlaması Ramazan ayında gemi aşçıları günde beş defa sofra hazırlamak zorunda kalırlar. Zira oruç tutmayanları da hesaba katmak gereklidir. Bununla birlikte sofra tertibini değiştirmeye gerek yoktur. Örneğin akşam yemeği ile iftar yemeği aynı menüden oluşmaktadır. Sahur yemeğinde ise kahvaltı ile birlikte öğle yemeği bulunur. Sonuçta aşçılar günde sadece iki defa yemek yaparlar. Fakat beş defa sofra kurulmuş olur. Burada kamarotlara daha çok yük biner. Sorun yemeğin sıcak verilmesi konusudur. Genellikle aşçılar oruç tuttuğu için oruçlu olanlar biraz daha şanslı olurlar. Aşçıların birinci amiri 2.Kaptan olup yemek zamanı konusunda Aşçıdan çok fazla ısrarcı olmazlar. Önemli olan yemeğin nefaseti ve zamanında çıkmasıdır. Genellikle aşçılar akşam yemeğini hazırlayıp istirahata çekilirler. Ertesi günkü öğle yemeğini ise sahur vaktine yakın hazırlamayı tercih ederler. Kamarotların işi ise gerçekten zordur. Günde beş defa sofra kurup kaldırmak onları daha fazla yorar. Ne ilginçtir, birlikte aynı gemide çalıştığım kamarotların neredeyse tamamı oruçlarını tutuyordu. Bazıları Ramazanın son günlerinde bırakıyordu ama “kamara personeli” adı verilen aşçı ve kamarotların diğer denizcilere göre daha sebatkâr olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Her iftar sofrası gibi gemicilerin sofraları da zengin görünür. Gerçi diğer günlerdeki yemeklerden farklı şeyler yoktur lakin açlığın katkısı ile kuru bir ekmek bile çok lezzetli olmaktadır. Zaten orucun bir hikmeti de kıymetini çoğu zaman bilemediğimiz nimetleri oruç vasıtası ile fark etmemizdir. 13.Ramazan mesaisi Ramazan ayında özellikle gündüzlerin uzun olduğu yaz aylarında Ramazan mesaisi yapmak gereklidir. Birçok işveren özellikle de Avrupalılar bu hususa çok dikkat ederler. Gerçi onların amacı inanca saygıdan öte verimliliktir. Bununla birlikte Ramazan aylarında oruç ibadetlerinin kolaylıkla yapılması için gerekli tedbirleri alırlar. Gemilerde de mesai saatlerini ayarlamak mümkündür. Mesleğini iyi yapan kaptanlar, bulunduğunuz yer eğer yaz ayı ise mesaide bazı kolaylıklar yapmaya çalışırlar. Örneğin oruç tutanların istirahat sürelerini uzatarak gemi işleri yapılır. Fakat zorunlu hallerde örneğin manevralar yani yanaşıp kalkma durumlarında yapacak bir şey yoktur. Herkes ayakta ve görevini yapmak zorundadır. Bununla birlikte Ramazan aylarında Allah insana ayrı bir güç veriyor. İlk birkaç günden sonra (düzenli yemek alışkanlığı değiştiği için) oruç tutmak insana hiç zor gelmemeye başlıyor. Ayrıca Ramazanın verdiği şevk ve neşe işin cabası. Kısaca Ramazanlar gemide de olsa çok güzel geçer. Fakat Ramazan ayının en güzel yaşandığı yerlerin başında Arap ülkeleri gelir. Zira burada Ramazan mesaisi bambaşkadır. İftar saatine kadar sokaklar bomboş adeta etrafı ölüm sessizliği kaplamıştır. Fakat iftardan sonra her yer cıvıl cıvıl insan kaynamaya başlar. İşyerleri açılır alışveriş mağazaları ağzına kadar dolu olur. Gece yarısına hatta sahura kadar açık işyerleri vardır. Kalabalık hiçbir yerde azalmaz. Sahurdan sonra sabah serinliğinde çalışmalar devam eder. Fakat öğle sıcağı bastırınca insanlar birer birer ortadan çekiliverirler. Ta ki iftar saatine kadar. Sonra yine Ramazan şenliği başlar. Tabi bütün Arap ülkeleri böyle midir? Bilemem lakin gittiğim bütün liman şehirlerinde üç aşağı beş yukarı buna rastladım. Cenabı Allah bütün Müslümanlara Ramazan’ın bereketini nasip etsin. 14.Oruç tutmak olgunluğun ve erişkinliğin işaretidir. Gemilerde birçok kişi dindar olmadığı halde oruç tutar. Çünkü gemiler birlik-beraberlik ortamı olmasından dolayı kimse sürüden ayrı kalmak istemez. Her ne kadar taklidi de olsa bu şekilde Ramazan orucunun sevabını yakalayanlar da mevcuttur. Bazı insanlar içinse oruç olgunluk ve gelişmenin bir sembolüdür. Zira bir çocuğun yetişkin bir kişi olduğunu ispatlamasına yarar. En azından benim için öyle idi… Çocukken annem oruç tutmama izin vermezdi. Hatta zorla yemek yedirdiğini biliyorum. Gerçi onun derdi fiziksel gelişmemizi ve sağlıklı bir şekilde büyümemiz içindi. Oruç tutarak beslenme sorunları yaşayacağımızı düşünüyordu. 4–5 Yaşları böyle geçti fakat ilkokula başladığım yıl oruç tutmak için anneme karşı gelmeye başladım. Bana sadece birkaç gün izin verdi. Fakat sonra sahura kaldırmadı. Böylece benim oruç tutmama engel olmaya çalışıyordu. Hâlbuki ben o yaşımda, ibadet şuurundan daha ziyade büyüdüğümü ispatlamak için oruç tutmak istiyordum. Zira ibadetin ne olduğunu doğru dürüst fark bile edemiyordum. Sahura kalkmadan oruç tuttuğumu annem fark edince, şefkatinden dolayı daha fazla üzüldü. Baktı ki “olacağı yok!” diğer kardeşimle beraber oruç tutmama izin verdi. Artık kendimi daha büyük görmeye başlamıştım. Ağabeyimin beni küçük görmesine karşı artık laf söyleyebiliyordum. O sene çok mutlu olmuştum. Ne kadar açlık ve susuzluk çeksem de kendimi bir şekilde ispatlamış olduğum için aldığım zevk çok daha fazlaydı. Elbette tutmuş olduğum bu oruç sayesinde dinimi öğrenmeye başlamış, nereden gelip nereye gittiğimi, hayatın gayesinin ne olduğunu daha o günlerden sorgulamaya başlamıştım. İşte namaz gibi oruç da insanı gerçek insan yapan bu soruları sormasına yarıyor. İbadetler sayesinde kalbimize nurlu ufuklar açılıyor. Hayatı daha gerçekçi bir şekilde idrak edebilme imkânına kavuşuyoruz. Rabbimden bizleri olgunlaştırıp iyi bir insan yapan ve “ahseni takvim” yani en güzel surette yaratılmış biri haline getiren, ibadetlerimizi kabul buyurmasını ve rızasına erişmemizi niyaz ediyorum.   15.Gülme komşuna gelir başına İnsanlar huzur dolu bir ortama girdikleri vakit fiziksel olarak gevşerler ve bu halin bir sonucu olarak uyku bastırır. Sohbetler esnasında uyuyan birçok kardeşimizi görmüşsünüzdür. Uyuklayan kardeşlerimizin birçoğu dini sohbetleri ciddiye almamak değil bu rehavet nedeniyle uyuklayıverirler. Düşünün bir kere, hayatın tozu gürültüsü esnasında insanlar ister istemez strese giriyorlar. Bu stresin olmadığı yerlerin başında da dini sohbetlerin yapıldığı mekânlar gelir. Özellikle imani bir konuyu dinlerken duymuş olduğu ruhani bir hazzı kimse inkâr edemez. İnsan kendisini sanki bulutların üstünde hisseder. İşte bu nedenle bazı kardeşlerimizin uyku tutmasını yadırgamamak gerekir. Peki ders, sohbet esnasında uyuyan kişi görmüşsünüz de hiç namaz kılarken uyuyan kimse gördünüz mü? Şimdilerde olduğu gibi bazen yaz aylarında yatsı namazı geç saatlere kadar uzar. Bu nedenle en azından birçok kişi tesbihat esnasında uyuya kalmıştır. Fakat namaz esnasında uyuyan kişiye pek rastlanmaz. Fakat Bahriye mektebinde okurken arkadaşlarımızın böyle bir haline şahit olmuştuk. Mecburi olan spor ve ağır bir çalışma gününden sonra geç saatlerde kılınan bir yatsı namazı esnasında bir arkadaşımız uyuya kalmıştı. Seccadesinin yanında yana devrilmiş bir şekilde uyandırmışlar. Kendi ağzından duyunca bu olayı dilimize dolamış arkadaşımızla dalga geçmeye başlamıştık. Fakat sen misin arkadaşına gülen, gülme komşuna gelir başına misali benim başıma daha beteri geldi. Bir Ramazan günü dershanede kalmış sahur yemeğinden sonra sabah namazını kılmaya başlamıştık. Cemaatle namaz kılıyorduk ve beni de imam yapmışlardı. Nasıl olduysa oldu namaz esnasında birden benim dalga geçtiğim arkadaş “sübhanallah” diyerek beni uyandırdı. Dediklerine göre Fatihayı okurken birden mırıldanmaya ve anlamsız sesler çıkarmaya başlamışım. Neyse namazı bitirdik lakin ben arkadaşlara tekrar kılmalarını söyledim ve yeniden abdest alarak olan namazımı kılmak zorunda kaldım.   Dolayısı ile siz siz olun kimseye gülmeyin, kim bilir bakarsınız daha beteri ile karşılaşırsınız iyi mi! 16.Libya’da İftar Yemeği  Dünyanın en izzetli topluluklarından biri de Araplardır. Gerçi Arap ülkelerine göre farklılıklar olabilir lakin çoğunlukla aynı karakteristik özellikleri taşırlar. Bir gün Libya’da iken gemimizdeki iftar yemeğimize acentemizi davet ettim. (Acente demek geminin bürokrasi işlerini halleden ve bu iş karşılığında ücret alan kurumdur) Acente yetkilisi gelirken eczacı bir arkadaşını da getireceğini söyledi. Ben de memnuniyetle kabul edeceğimi söyledim. O akşam iftar yemeğimizi yedikten sonra güzel bir Türk Kahvesi içtik. Acentemiz ve özellikle eczacı olan arkadaşı onları ağırlamamızdan çok etkilenmişti. Misafirlik derken yeri gelmişken söyleyeyim. Her ne kadar yabancı bir limanda olsanız ve geminiz yanaşmış vaziyette dahi olsa Türk bayrağı taşıyan gemiler Türkiye toprağından sayılır. Gemi içerisinde Türkiye’nin hukuku geçerlidir. Sohbetten sonra misafirlerimiz tutturdular “illa bizde de iftar yiyeceksiniz” diye. Çaresiz ısrarları kabul etmek zorunda kaldık. Allah’tan zamanımız müsait idi. Limanda tahliye işlemi yapıyorduk ve “Ramazan Mesaisi” geçerliydi. Yani işler ağırdan ilerliyordu. Eczacı olan misafirimizin evine gittik. Bize meşhur yemeklerinden olan “kus kus” ikram ettiler. Kus kus nasıl bir yemek? Tarif edeyim. Bildiğimiz pilavı düşünün. Ama içinde her şey var. Etinden tavuğuna, fıstığından kurumuş üzümüne hatta ceviz, fındık içi birçok kuru yemişin olduğu bir pilav. Koca bir tepsi içinde sunuyorlar. Herkes önünden yiyor. Araplar daha ziyade elle yiyorlar lakin bizim iftarda herkesin önüne çatal koymuşlardı ve isteyen istediği gibi yiyebildi. Nasıl lezzetli miydi? Elbette ne de olsa iftar sofrası Benim gibi vejetaryen olan birisi dahi beğendiğine göre sormamak gerekir.. Zira iftar sofrası gerçek iştahı kazandırdığı için bütün yemekler lezzetli olur. Cenabı Allah, bütün kardeşlerimizin sofralarını bereketli ve lezzetli kılsın…  17.Türk kahvesi  Her iftar yemeğinden sonra kahve içmek özellikle yaşlı Türklerde bir adet olmuştur. İngilizlerin “meşhur beş çayı” gibi Türklerin de kahvesi meşhurdur. Gemimize gelen yabancılar özellikle “Türk kahvesi” içmek isterler. O yüzden bir kaptan ne yapıp edip gemide kahve bulundurmak zorundadır. Aksi takdirde ülkemizi iyi bir şekilde temsil edememiş olur. Kahve özellikle Brezilya’da bulunan tropikal bir ağacın ürünüdür. Şimdi Türk kahvesi de nereden çıktı? Demeyin. Malumunuz kahvenin yapılış şekli bu sözü dedirtiyor. Avrupa’ya kahve ilk defa Türkler vasıtası ile gelmiş. Avrupa’daki binlerde “cafe” bize özentiden doğmuş. Bir araştırmacıya göre ilk “cafe” ler 1671 yılında açılmış. Fransız yüksek sosyetesi, dönemin Osmanlı Elçisi Süleyman Ağa sayesinde tanıştıkları kahveyi zenginliğin en önemli göstergesi olarak sunmaya başlamış. Paris’in şimdi çok meşhur olmuş cafe’leri bir zamanlar “Türk likörü” denilen ve kahve içilen yerlermiş. İlk cafe de 1675 yılında açılmış. Avrupalılar kahveyi bizim gibi yapmazlar. Gerçi İtalyanların da bir çeşit bol köpüklü bir kahvesi varsa da genellikle “neskafe” dediğimiz şekilde yapılır. Bu tip kahve yapımı çok basittir. Kaynamış suyun içine koyarsın kahveyi karıştırırsın olur biter. Lakin Türk kahvesi öyle basit değildir. Öncelikle cezvesi olmalıdır ve kaynatılması özen gerektirir. Kısaca ince bir ayara ihtiyaç vardır. Kız bakmaya gidenler gelin olacak kızın yaptığı kahveye göre ilk notu verirler. Öncelikle bir kahve içilir. Bakalım kahve güzel bir şekilde yapılmış, hatta köpürmüş mü? Arapların kahvesi bizimkine benzer. Fakat çok şekerli ve koyudur. Bizdeki fincanlar gibi özel fincanları vardır ve her biri birer sanat eseri olan bu bardakların yarısına kadar doldurulur. Bir Arap kahvesi içerken şaşırabilir “gelirken yarısı döküldü mü?” diye sorabilirsiniz. Zira adet böyledir. Fincan bizdeki gibi ağzına kadar doldurulmaz…  18.Risale-i Nur’un Bir Faydası Bir Arap ülkesinde sık sık acenteye gitmek zorundan kalmıştım. Acente müdürü geminin yanına kadar araba gönderiyor bu arabaya binerek ofislerine gidiyordum. O yıllarda telefon etmek çok zordu. Saatlerce telefon beklediğimi hatırlarım. Arabanın şoförü oldukça çok konuşan geveze bir adamdı. Arabayı kullanırken devamlı yüksek sesle konuşur yol çevresindeki insanlara laf atardı. Ne söylediğini bilmiyorum zira Arapçayı çok az bildiğimden veya hızlı konuştuğundan dolayı hiçbir şey anlamıyordum.  Bir gün yine acenteye giderken şoför bir şeye kızmış olacak ki yine yüksek sesle bağırıp çağırıyordu. Kendisine “essabrı miftahül ferec” dedim. Yani Risale-i Nur’da birkaç yerde geçen “sabır, ferahlığın anahtarıdır” demeye çalıştım.  Adamcağız birden sustu. Hatta acente ofisine gidene kadar kıpkırmızı kesildi. Herhalde benim iyi Arapça bildiğimi zannediyordu ki bir sonraki sefer dâhil olmak üzere artık çıtını bile çıkarmıyor aşırı derecede titiz davranıyordu.  Bu kadar utanıp sıkıldığına göre herhalde benim aleyhimde de atıp tutmuş olmalı. Ne dediyse bilmiyorum lakin beni gördüğü zaman hemen çok saygılı bir tavır takınıp başını öne eğiyordu. Herhalde onun söylediği argo kelimeleri bildiğimi veya bunları patronuna söyleyeceğimi zannederek o kadar mahcup bir tavır içine giriyordu ki; kim olsa bu adama acırdı.  Evet, Risalelerin çok faydasını gördüm. Elbette en önemlisi “iman” konusundaki izahlarıdır. Yani taklidi olan imanı tahkiki imana çevirmesi ve gittikçe azgınlaşan materyalist felsefenin tuzaklarından insanları kurtarmasıdır.  Bunun yanısıra ahlaki öğütleri, dini bilgilerin öğretilmesi ve Türk diline yaptığı katkılar gibi o kadar çok güzel faydaları vardır ki bütün insanlara bu harika eserlerin ulaştırılması bazı insanların asli mesleği olmuştur.  Nur Talebeleri denilen bu insanlar Risale-i Nur eserlerini kendi malı gibi bilip bunların neşrine ve öğrenilmesine çalışırlar. Hayatta en büyük gayeleri bu eserleri yayıp insanların imanının kurtulmasına yardımcı olmaktır. Allah, bütün Nur talebelerinden razı olsun…  19.Umulur ki sizin kerih gördüğünüzde hayır vardır Bir Arap kardeşimizin evine iftar yemeğine davet edilmiştim. Bu zat emekli bir polis memuru olup en az beş erkek çocuğu olan varlıklı bir adamdı. İftar yemeğinden sonra özellikle dini ve sosyal konularda bol bol konuştuk. Benim çok az Arapça ve konuşmaya yetecek kadar İngilizce bilmem sayesinde çok hoş bir sohbetimiz oldu. Eczacı olan oğlu güzel İngilizce konuşuyordu ve bize aracılık ediyordu. Yemekten sonra cemaatle namazımızı kıldık ve kahvemizi içerken sohbetimize devam ettik. Nedense ev sahibimiz genellikle olumsuz şeylerden bahsediyordu. Belki de bulunduğumuz ülkenin şartları iyi değildi. Söylediklerini tasdik etmekle birlikte “La taknetü min Rahmetillah” yani Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz, dedim. Bu sözüm Kuran ayetinden iktibas olduğu için ev sahibimizin çok dikkatini çekmişti. Konuşmalarımız aynı minval üzerine devam ettiği için moral bozukluğunu gidermek ve sohbetimizi daha güzel bir hale getirmek için “asa en tekrehü şey’ün vehüve hayrün leküm” ayetini söylemek zorunda kaldım. Cenabı Allah, başımıza gelen işleri hayra yormamız gerektiği anlamında “umulur ki sizin kerih (kötü) gördüğünüzde hayır vardır” emrini vermişti. Bu söz sonrasında ev sahibimiz çok duygulandı. Risale-i Nur eserleri sayesinde büyük bir İslam âlimi gibi davranılmaya başlandı. Bir kısmını oğlundan ve Arapça olarak anladığım kadarıyla Türk milletinden ve Türklerin İslam’a yaptığı ve yapacağı hizmetlerden bahsetti. Sohbetimizi vakit bir hayli ilerlediği için kesmek zorunda kaldık zira gemiye dönmem gerekiyordu çünkü işlerimiz oldukça yoğundu.   Bu Arap kardeşimizin yemeğinden sonra daha önceden de yaptığım gibi Cenabı Allah’a bize Risale-i Nur ve onun müellifi Bediüzzaman Said Nursi’yi tanımak fırsatını verdiği için daima şükrettim. İman nimetinden sonra en büyük şükür sebebim budur. Bütün insanların Bediüzzaman’ı hakkıyla tanımasını ve onun mükemmel eseri Risale-i Nurları okuyup imanını kuvvetlendirmesini Yüce Rabbimden niyaz ederim.
adminadmin