Fikir
Giriş Tarihi : 22-01-2017 14:00   Güncelleme : 22-01-2017 14:00

Devlet Ve Şahsiyet

Dergâh dergisini çıkarırken geçen yıldan bu yana hemen her sayının başında birkaç cümle ile de olsa ülkenin en hassas konusunun anayasa olduğunu, “toplum sözleşmesi”nin nasıl yapılacağını defalarca vurgulamış; bu meselenin bir an önce tartışmaya açılmasını istemiştim.

Devlet Ve Şahsiyet

Ülke gündemi buna izin vermedi. İş bugünlere kaldı. Tartışmalara değil de, esasen devletin temeli için, belki bu açıdan anayasa için bize ufuk açacak bir yazı var. Merhum Nurettin Topçu'nun “Ahlâk Nizamı” kitabı içinde yer alan “Devlet ve Şahsiyet” başlıklı yazı.

Bu yazıdan bazı alıntılar yaparak, ona bazı ilavelerde bulunarak ve şu sıralar siyasilerin meseleyi bu açıdan görmelerini umarak bu yazıyı yazıyorum.

Ahlâk mesuliyet iradesidir. Ferdin ahlâkını teşkil eden mesuliyet iradesi, devletteki hakimiyette barınınca bundan devletin ahlâkı doğar. Dolayısıyla devleti bir fert gibi algılamak doğrudur.

Büyük devlet adamı milletin haklarını kurturmak için her türlü mesuliyeti kendi üzerine alan adamdır. Devlet cihazını bu mesuliyet iradesi kurarak ona istikamet verdiği zaman devlet selamette olur. Bu irade ve onu yaşatan kadro ortada yoksa, istediğiniz biçimde demokrasi kurun devlet yerinde sayar.

Demokrasi tarih içinde hükümdarların zulmünden korunmayı teminat altına alan tek rejimdir. Onu kim tarif edecek, nasıl kuracak, nasıl işletecek önemli olan budur.

Devleti kuran zümrede mesuliyet iradesi olmadıktan sonra, onun şekli ne olursa olsun millet sahipsiz demektir. Onun sahibi kendi kuvvetlerini en iyi kullanan ve bunun için Allah'tan emir alan bir büyük iradenin iktidara ulaştığı yerde görülür.

Devleti bir insan gibi görmek ve onun şahsiyetini tarif etmek lazımdır. Bu şahsiyet millet yapısına en uygun teşkilatı ortaya koyar. Teşkilatın içine en eksiksiz şekilde kendi iradesini yerleştirdiği takdirde teşkilatın mânası olur ve böyle bir teşkilat ülkeyi başarıya götürür. Kurucu zümrenin şahsiyet iradesi teşkilattan önce gelir. O kaynağı millette olan iradenin sembolüdür.

Devleti kurmak ve yaşatmak için mesuliyet sahibi kadrolara ihtiyaç vardır. Böyle bir kadro mevcut değilse sisteme istediğiniz biçimi verin başarı sağlanamaz.

Devlet bir insandır dedik; eğer devlet kurucu olan şahsiyet yoksa devlet de yok demektir. Böylece işin ana hatları ortaya çıkıyor.

Burada devleti kurmak, anayasa yapmak, teşkilatı yönetmek için tek kişiden bahis yoktur. Şahsiyet sahibi, yetişmiş pek çok kişiden bahsediyoruz.

İşimiz yeni devlet şekilleri araştırmak değil, millet mesuliyetini üzerine alacak büyük şahsiyetleri sabır ve tahammül ile yetiştirmek olmalıdır.

Mesuliyet iradesinin Allah'tan geldiğini söylemiştik. Bundan dinî devleti mi kastediyoruz? Asla.

Bizim istediğimiz devleti kuran zümrenin kendi iradesini Allah'a teslim etmesidir.

Hürriyetin esası Allah'a kul olmaktır. Allah'a kul olan fert hiçbir güç karşısında eğilmez.

Vicdan dediğimiz şey Cenab-ı Hakk'ın kalbimizdeki sesidir. Bu sesi duyamayan devlet yöneticisi âdil olamaz.

Devlet idaresi Cenab-ı Hak ile bizim aramızda birlik halinde gözüken bir irtibat halidir. O âdeta hepimizin bir ve bölünmez olan ruh hayatının, yani kâinat ruhunun yeryüzündeki belirtisidir.

Böyle bir ruha herhangi bir şekilde sahip olamayan demokrasi ancak oy, ses, sayı ve madde çokluğu ile tarif edilebilir.

Oysa birlikten (vahdetten) çokluğa (kesrete) doğru inince, ruhtan maddeye; mesuliyetten mesuliyetsizliğe geçilir.

Devlet mistikleri çokluktan birliğe gider. Hesap sorar ve gerektiğinde hesap verir.

Devlet idaresi elbette ki kanunla olur. Ancak kanun demek bir takım kuru kaidelerin sıralanması değildir. Kanunların da (Anayasa'nın) bir ruhu olmak icap eder.

Bu yazı bu ruha işaret etmek ve ufuk açmak için yazıldı. Elbette ki milletin değerlerine, yaşantısına, inancına bağlıdır. Milleti var eden değerleri göz ardı ederek yapılacak kanun neye yarar acaba? “Toplum Sözleşmesi” zor kullanılarak yapılamaz; ancak anlaşmadan inatla kaçmak devlet iradesini inkâr mânasına gelir.

Mustafa Kutlu / Yeni Şafak

adminadmin