Samsun Haber
Giriş Tarihi : 27-08-2019 09:12   Güncelleme : 27-08-2019 09:47

Dinçer Ateş yazdı… Samsun Sosyal Bilimler Lisesi

Sanırım 2005 Nisan’ıydı. Samsun’da eğitim hizmetleri merkezinde çalışıyor, dergi çıkarıyor, okuyor-yazıyor, şehirdeki öğretmenler için; edebiyat öğretimi, tiyatro, drama, diksiyon gibi eğitimler veriyordum.

Dinçer Ateş yazdı…  Samsun Sosyal Bilimler Lisesi

Zamanın milli eğitim müdürü, yeni kurulacak sosyal bilimler lisesi müdürlüğü için, dönemin müsteşarına bizi önermiş.

Önce, sivilliğimiz bozulur, entelektüel kaygılarımız körelir diye idari görev almak istememiştik. Fakat ikinci konuşmada, büyük sözünü dinledik (şehrin en güzel şairi Mustafa Karaosmanoğlu’nu) kendi ekibimizi kurmak ve okulu yönetimine cemaatleri, sendikaları, siyasileri... karıştırmamak kaydıyla kabul ettik. Sonra müsteşarla tanıştık, aynı hayali paylaştık, memleketin 5. Sosyal bilimler lisesini kurmak için kolları sıvadık.

Gel gör ki ortada okul yok. Şehrin ana caddesinde bir hayırsever tarafından restore edilmekte olan tarihi iki bina inşaatı vardı. İnşaat devam ederken, yandaki ilkokulun kütüphanesinde öğrenci kaydı alıyorduk. Okul, bir resmî yazı ve bir kayıt defterinden ibaretti. Bendeniz, Md. Yrd. Ömer İdris, Edebiyat Öğretmeni İbrahim Tokel, memurumuz Adem Kürek...

Nihayet okula geçtiğimizde eğitim yılının başlamasına iki hafta kalmıştı, inşaat tam olarak bitmemişti, temizliğini arkadaşlarla yaptık, daha bahçesi bile yoktu...

Sonra ekibe Hüseyin Ayçiçek, Salih Yeşil, Ümit Apaydın, falan eklendi…

Alanında akademik çalışma yapmış, kitap çıkarmış, okur- yazar öğretmenleri seçip, valilik üzerinden görevlendiriyorduk.

Kısa zamanda okulun adı duyuldu. İlk öğrencilerimizi %5’lik dilimden aldık. Çoğu Samsun’un çocukları, bazıları da çevreden. Gözleri parlayan zıpkın gibi memleket evlatları...

Tavanları da tabanları ahşap, kalın taş duvarlı, yüksek tavanlı, büyük pencereli, iki tarihi bina. Şehrin tam kalbinde... İpin ucunu o antik mavi binalardan alınca, ardını da aynı ruhla dokumaya çalışmıştık. Şehrin merkezinde ve o tarihi binalarda olmasak öyle bir okul kuramazdık.

Bütün donanımı masif ağaçla yaptık. Öğretmenler odasında, koridorlarda, yönetici odasında sedirler, ahşap masalar, ahşap panolar, ahşap pergolalar... Kapıdan girince ağaca oyulmuş bir yazı; “Geleceğinize Hoşgeldiniz!”

Kılık kıyafet yönetmeliğinin sıkı zamanları. Ceket, kravat, forma şart. Fakat sivilliğin olmadığı yerde bilim olmaz, bizim çocukların üstü bordo tişört, mont; altı lacivert kanvas... Okulda zil sesi yok, otokontrol var. Törenlerde müdür yerine öğrenci başkanı konuşuyordu. Bizim çocuklar günaydın dediğimizde “sool” çekmek yerine günaydın derlerdi, merhabaya da merhaba... On dört yaşında koca adam muamelesi gördüler.

Biz onlara en çok soru sormayı öğrettik ve “Soru varsa sorun yoktur!” mottosuyla, cevap ararken yanlarında olduk;. Soru sormayı bilenin cevapları yapılandırılmış olur. Sonra cevaplar üretmeye başladılar; Dört yılda, bilim yayınları serisinden dokuz kitap... Onların yazdığı Makalat’lar, Mülakat’lar bazı üniversitelerde okutuldu. Kendi sivil dergilerini çıkardılar; “Gelecek”. Beş kızımız bir rock müzik topluluğu kurdu,; Grup Paradigma... İki oğlumuz bir türkü ekibi... Nasıl içli bir ses, nasıl güzel bir bağlama...

Bir yıl sonra, ‘bizim çocuklar birbirinin ensesine bakarak oturmaz, öğretmenlerini karşılarına değil, muhatapları olarak aralarına alırlar’ diyerek sıraları kaldırdık. Yerine kolçaklı koltuklar koyduk.

Üniversitenin en baba hocaları; Şaban Sağlık, Dursun Ali Tokel ve Şahin Köktürk, bilim kurulundalar. Her akşam okuldalar, etraflarında çocuklar. Sağ olsunlar. Dursun Ali Hoca, Osmanlıca derslerine fahri giriyor, bir yandan da Beyaz Zambaklar Ülkesi’ni okutuyor, Şaban Hoca çocuklara makaleler yazdırıyor, Yavuz Demir Hoca akademik danışmanlık yapıyor, üniversitenin bütün sosyal bilimler akademisyenleri işin bir ucundan tutuyordu. Halil İnalcık’lar, Abdurrahim Karakoçlar, Hilmi Yavuzlar, Vedat Türkali’ler, Murat Belge’ler öğrencilerimizi evlerinde ağırlıyorlar, onlara akademik mülakatalar veriyorlardı ...

Derken çocuklar, ülkenin ilk uluslararası lise sempozyumlarını düzenledi. 19 Mayıs üniversitesinin bile o çapta bir sosyal bilim çalışması yoktu. Fikir iki öğrencimizden, düzenleme bütün öğrenciler... Her yıl bir sempozyum... Sponsorumuz İlkadım Belediyesi (Kültür müdürü Adnan İpekdal’dı.)

Her oturumda beş bildiri sunuluyor. Her birinde bir öğrencimizin bildirisi var. Birini hala hatırlarım, bizim delikanlı son bildiriyi sunuyor, bir yanında Rasim Özdenören, Kurtuluş Kayalı, bir yanında Doğan Hızlan ve Burhanettin Tatar Hoca var. Sosyoloji temelli bir metin. Hepsi hayretle dinliyorlar. O oturumu dönemin müsteşarı yönetiyor. İzleyici koltuklarında dönemin Samsun milletvekili bayındırlık ve iskan bakanı, şehrin valisi, büyükşehir ve ilçe belediye başkanları ve milletvekilleri oturuyordu. Hepsi o gençlerle gurur duyuyordu. O okulun Samsun’un bir değeri olduğunun farkındaydılar...

TÜBİTAK ilk sosyal bilimler yarışması açtığında Bizim rockçı kızlar, sosyolojiden Türkiye 3.sü oldular. Karadeniz bölgesinin ilk TÜBİTAK derecesi... Sonraki yıl, bir 1.lik, bir 3.’lük. Sonra ne zaman o yarışmalara girsek, çocuklar ödülleri toplayıp geldiler. Samsun’u TÜBİTAK’la, bilimsel düşünceyle tanıştırdılar.

Sadece o değil tabi, AB projeleri, ulusal projeler, mahalli projeler, AB bilgi yarışmaları, şiir, öykü yarışmaları... Hepsinde kürsülerde SSBL öğrencileri vardı. Mesela şehirdeki sokak isimlerinin tarihini araştırmışlardı. Belediye, sokak girişlerine o çalışmaları asmıştı... Dönemin bakanı, en iyi okulları sayarken ilk beşte bizim okulun adını veriyordu.

Okulda her odanın anahtarı bir öğrencideydi. Onlara güvendiğimiz için hiç pişman olmadık.

Seyit Ahmet Gültekin Bey, ilk aile Birliği başkanımız, Kayhan Asansör, burs verenimiz, kitaplarımızı basanımız. Ebabil, Endülüs, Deniz Kültür geliş fiyatından kitap tedarikçileri, parası olmayana bedava, Cibran’da çaylar patrondan… Demem o ki Samsun el ele verdi, okul bir imeceyle büyütüldü.

Şehre gelen bütün yazarlar, şairler, sosyal bilimciler, sanatçılar, akademisyenler soluğu sosyal bilimler lisesinde alıyor, çocuklar etraflarını sarıyor, her gelenden farklı şeyler öğreniyorlardı.

Bizim çocukların en önemli avantajı bilgili olmaları değil yöntem bilmeleriydi. Düşünmeyi, yazmayı, konuşmayı, araştırmayı, neyi nasıl öğreneceklerini biliyorlardı. Çakraları açılmıştı. Çok iyi kitap okuyorlardı. Ezberleri yoktu ya da ideolojik saplantı içinde değillerdi. Çekirdekten entelektüel olarak yetiştiler. Her kanaldan beslendiler ve kendileri oldular.

Dört buçuk yıl sonra şehirdeki statüko, bazı önemsiz adamlar üzerinden- okul yönetimine el koydu. Binaları da alıp kaymakamlık ve ilçe milli eğitim müdürlüğü yapmak istemişlerdi, sağ olsun dönemin il müdiresiyle buna izin vermedik. Derken bizim Samsun hikayemiz bitti, ayrıldık Ankara’ya geldik...

Soru sormayı öğreten ekip dağıldı. Fakat maya tutmuştu. İlk dönemlerin harika çocukları mezun oldular. Çok iyi okullar kazandılar. bazı jakoben hocalarına rağmen, kendilerinden sonra gelen öğrencilere hocalık yaptılar, kısa zamanda bir gelenek oluşturdular. Hatta daha geçen ay okulun öğrencileri münazara yarışmasında binlerce okul arasından 1. oldular.

Bugün, o okul türünün sayısı iki yüzü geçti fakat sanıyorum uzun yıllardır ülkenin en yüksek puanla öğrenci alan sosyal bilimler lisesi, hep Samsun kaldı.

Doğrusu kendimi oranın ilk hocasından ziyade ilk mezunu gibi görüyorum. Çocuklarımın hiçbiriyle kalbi bağım kopmadı. Bakanlıklarda üst düzey yöneticilikler yaptım fakat meslek hayatım boyunca, en çok o okulla gurur duyduğumu itiraf etmeliyim.

Bu hikayeyi niye anlattığımı sorma zamanınız gelmiş olmalı. Duydum ki; okulun binaları ellerinden alınıyor, çocuklar şehrin arka tarafındaki beton bir binaya taşınıyormuş.

Şu an Samsun’da yaşamıyorum. Okulla da bir ilişkim yok. Fakat ne kadar müteessir olduğumu anlatamam...

Bu, o okulu, bütün geleneğini öldürmek demek! Sebepse tarihi binaların yıpranmasıymış. Yıprandıysa çocukları geçici süre en yakın okula taşıyıp, en fazla iki yılda binaları yeniden restore ediniz efendim. Okulu şehrin dehlizlerine sürmek nedir? Bu ülkenin gücü buna yetmiyor mu? Bendeniz, hasbelkader milli eğitimde müsteşar yardımcılığı yaptı. Memleketin gücünün bir okul restore etmeye ziyadesiyle yeteceğini bilirim. Yüzlerce tarihi okulumuz var. Her depremde, yangında, yıpranmada temelli boşaltsaydık elimizde okul mu kalırdı? Zamanında yöneticiler böyle yapsalar, şimdi Samsun’un ne Büyük Cami’si vardı ne Saat Kulesi. Mesleğe başladığım Yozgat Lisesi, daha eskiydi. Bütün geleneğiyle gül gibi ayakta.

Orada yetişenler Samsun’un çocuklarıydı, Samsunlular, Yozgatlılar kadar sahip çıkamadı bir(icik) okullarına? Bu okulun suçu Samsun’da olmak mı? Yazıktır, günahtır, ayıptır, hebadır, vebaldir... Güzel olan her şeyi yıkıma terk etmek ya da makamınızı oraya taşımak zorunda mısınız be kardeşim?

adminadmin